Onun gazetecilik anlayışını da, üslubunu da, iktidarla ilişkilerini düzenleme tarzını da...
Ekrandaki Fehmi Koru’yu çelişkili duygularla izliyorum. Onun gazetecilik anlayışını da, üslubunu da, iktidarla ilişkilerini düzenleme tarzını da, dünya görüşünü de paylaşmıyorum. Ama meslektaşız. Ve o, anlaşılan, tatsız bir şekilde işinden uzaklaştırılmış. “Seni işten çıkardık” bile dememişler adama. Sessiz ve saygısızca ellerinin tersiyle bir kenara itmişler. O da, haliyle, hazmedemiyor. Olayı tam olarak kapatamamış kafasında, belli: - Bugün gazeteye yazı yollasam yarın baskıda çıkar mı bilmiyorum. Eğer istiyorlarsa basabilirler, ancak böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Ve hüzünlü bir cümle: - Herhalde ayrıldım. NTV’de Ruşen Çakır’ın programının bir yerinde, genellikle yıkılmaz ve her şeyi bilir yüz ifadesi bir anda yumuşuyor, belli belirsiz gülümsüyor. - Ama ben bir yazarım, sizin aracılığınızla teklif beklediğimi belirteyim. Bir teklif olursa yazmak isteyen bir adamım ben… Ruşen, tam o sırada reklam arası veriyor. Reklamlar sonrasında Koru’nun bu sözlerini tekrarlayarak girişi yapıyor. Ama Koru diyeceğini dedikten sonra kendini toparlamaya karar vermiş. Zaten iki televizyon programı yaptığını, belki yazmayı tümüyle bırakacağı zamanların bile yaklaştığını falan söyleyerek burnundan kıl aldırmıyor. Ama yazmayı da fena halde istiyor. Üstelik iktidarın onun gibi bir kaleme ihtiyacı varken. Hem de “yaklaşan 2011 seçimleri arifesinde”… Herhalde son mesaj, Başbakan Erdoğan’a. Cumhurbaşkanı Gül’den farklı olarak Erdoğan’la yıldızları hiç barışmadı Koru’nun. 2008 Kasımı’nda, Erdoğan, kendisi için “Obama gibi geldi, şimdi Bush gibi oldu” diye yazan Koru’ya nasıl köpürmüştü: - Sevsinler seni! Yazıklar olsun!.. * * * Buraya kadar yazdıklarımın bir kısmına itiraz edeniniz, hatta güleniniz olabilir. Belki de halkısınız. Ben kiiim, Fehmi Koru’ya üzülmek kim! Ben ve benim gibiler kaç kez işsiz kaldı, patron ve yöneticilerin benzeri kaba yöntemleriyle. (İşte belki de bu yüzden benzeri tavırlara hedef olanlara – onlar kim olursa olsun – üzülüyorum ya!) Ama Koru için üzülünür mü? Bir kere, o, patronlara bazı meslektaşlarını hedef göstererek “Onu at” mesajları veren biri değil miydi? Ama başkalarını mağdur etmek isterken kendisi mağdur oldu. Ancak bu kez “mağdur” olan adamın iki kanalda işi, dedikodulara bakılırsa rekor miktarda kazancı, iktidar ve sermaye çevreleriyle “özel ilişkileri” (mesela, “Aydın Doğan’ın fasıl gecelerine katılma şansı”) var… Daha şimdiden medya kulislerinde işgüzar hesaplar yapılıyor: - Koru’ya Star gazetesi uygun olabilir. O aslında Hürriyet’i istiyor. Ama Aydın Doğan onu almaz. Ya da Hürriyet yerine, Vatan ya da Radikal’e alır. Nasılsa “süpermarket gazetecilik”te herkese yer var. Vatan’da Hasan Celal Güzel’in yanında bir yerlere yerleşebilir. Ya da Radikal’de Akif Beki’nin yanına. (Radikal’in Ankara Temsilcisi Murat Yetkin, geçenlerde Beki'yi eleştirirken şöyle yazmıştı: “Önerimi açıklıyorum: Akif Beki’yi verelim, Fehmi Koru’yu alalım.” Ne pazarlık ama, değil mi?) * * * Şimdi ayrıntılarını bilmediğimiz bir iddialar yumağının içine savrulduk. Fehmi Koru, Wikileaks’in bizdeki ilk kurbanı mı oldu? ABD’nin talebiyle yine Yeni Şafak’ta yazan İbrahim Karagül’ü işten attırmak isterken mi işinden oldu? Ya da ABD’nin (ya da neoconların) intikam duygularına hedef olarak safdışı mı edildi? Yoksa işin içinde Gül’e karşı güç gösterisi yapan Erdoğan’ın müdahalesi veya başka bir “ince operasyon” mu var? Fehmi Koru, kendisinin de altını çizdiği gibi, ABD’nin çeşitli politikalarına ve Edelman gibi adamlarına karşı birçok yazı yazdı. Bir taraftan ABD karşıtı yazarken, diğer taraftan ABD talepleriyle iş yapmak mümkün mü acep? Akıl sır erer mi bu işlere? Bu arada ABD’nin “rahatsız olduğu” gazetecileri işten attırmak amacıyla girişimlerde bulunması mümkün mü? Anlaşılan, pekâlâ mümkün. Bakın Yeni Şafak’ı Yeni Şafak yapan eski Genel Yayın Yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu ne diyor: - Edelman Yeni Şafak'a geldi. O dönemde sık sık Amerikalılar büroma geldiler. Dolaylı yollardan haberler yolladılar. Herkes bir kelle meselesini konuşuyor, asıl benim kellem gitti. Nedenini çok iyi biliyorum, ama ben hiç konuşmuyorum. Bu da ilginç değil mi? Tıpkı Koru’nun yazdığı şu satırlar gibi: - O dönem bir avuç gazeteciydik Amerikan ve savaş yanlısı dev medya içerisinde... Ya da Karagül’ün üç hafta kadar önce yazdıkları gibi: - Gerçekten de, o günlerde ABD’nin yüklü miktarda para dağıttığı tartışılıyordu. Medya, adeta ABD Büyükelçiliği’nden yönetiliyordu. O günler o kadar da uzak değil. O medya, şimdi de var. O zaman ABD’nin para saçtığı, yönettiği medya kurumları ve/veya gazeteciler kimler acaba? Bunları tartışabilecek miyiz? Yoksa bu, aşırı derecede hassas, tatsız ve zor bir konu deyip geçelim mi? Ya daaa… … Zorsa eğer, yeni belgelerle gerçeklerin önümüze atılması için hep birlikte bir Wikileaks duasına çıkmaya ne dersiniz?