MHP lideri Devlet Bahçeli dün Twitter’da Karabağ savaşı ile ilgili öyle şeyler yazdı ki!..
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev okuduysa, herhalde çok kızmıştır.
Paylaşımlar içindeki en can alıcı cümle şuydu: "Bu gelişmeler karşısında, Nahçivan Özerk Cumhuriyeti’nin Azerbaycan Cumhuriyeti’ne katılması şarttır, tarihi zorunluluktur, çok acil ihtiyaçtır, deyim yerindeyse hayat memat konusudur."
Baktım, Twitter’da Bahçeli’nin bu sözlerinin altında inşallahlı maşallahlı bir dizi destek mesajı...
Bazıları da ironi yapıyor...
Haksızlar mı?
"Nahçıvan’ın Azerbaycan’a katılması"?
İlk akla gelen nedir?
Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti zaten Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlıdır. Ne demek katılması?
Ben sosyal medyadan bu içerikle bir paylaşım yaptığımda dostça ve pek de dostça olmayan çeşitli mesajlar geldi. Bahçeli herhalde onu kast etmiyor, başka bir şey demek istiyordu.
Herhalde...
Türkçü olmak ile güzel Türkçe kullanmak arasında bağlantı olması zorunlu değil ki.
Sanırım Bahçeli, kuzeyi ve doğusu Ermenistan, güneyi ve batısı da İran ile çevrilmiş olan ve sadece kuzeybatısında Türkiye ile kısacık bir sınıra sahip Nahçıvan'ın – en azından doğuya ve güneye doğru – "epeyce genişletilerek" Azerbaycan’ın diğer topraklarına kadar ilerletilmesini istiyor.
Ya aradaki Megri, Kapan, Goris, Sisian ve diğer kentler?
Alalım onları!
Eh, elimiz değmişken biraz daha yukarı çıkıp da azıcık da sola, pardon, batıya yöneldik mi, orada da Yerevan (Erivan)!..
Zaten Ermenistan dediğin 3 milyonluk küçücük bir ülke! Ve o da Bahçeli’ye göre "döktüğü kanda boğulmalıdır."
Hepsini toptan alıveririz.
"Biz" diyorum. Çünkü Bahçeli’nin diğer tweet'lerine da bakıldığında, "aynı damarda akan kan, aynı tende atan can" olarak Türkiye ile Azerbaycan’ın birlikteliği vurgulanıyor.
Yani anladığım kadarıyla Bahçeli "Azerbaycan Ermeni kentlerini alsın" diye tepeden emretmiyor, elini taşın altına koyan "paylaşımcı bir üslup" sergiliyor.
Belki de yanılıyorum, belki de "Azerbaycan ordusu, ilk hedefin güney Ermenistan’dır, ileri!" demek istemiştir.
Her durumda garip, daha doğrusu uluslararası hukuk ve hem Türkiye’nin hem de Azerbaycan’ın çıkarları açısından sorunlu bir mesaj!
Üstelik son dönemde Bahçeli ne dediyse, Külliye o yoldan gidiyor...
(Bu arada konuya kan ve ırk bağlantısıyla yaklaşanların Dağlık Karabağ sorununun geçmişinden ne kadar haberi var, bilemiyorum. Ama yıllar içinde ortaya çıkan arabuluculuk girişimlerinden bazılarında "toprak değişimi" ve "koridor açılması" seçeneği de yer almıştır.
Amerikalı analist Paul Goble’un 1992’den itibaren gündeme getirdiği öneriye göre, Nahçıvan’ın Megri’den bir koridorla Azerbaycan’la birleştirilmesi, Ermenistan’la Karabağ arasında da Laçin Koridoru’nun açılması öngörülmüştü; Ermenistan işgalindeki yedi bölgenin Azerbaycan’a verilmesi, buna karşılık Dağlık Karabağ’ın Ermenistan’a bırakılması çözüm olarak sunulmuştu.
1999’da Haydar Aliyev ve Robert Koçaryan uzun görüşmelerden sonra bu formülle anlaşmaya oldukça yaklaşmış, ancak son anda temaslar kesilmişti.
Türkiye’de ise Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel defalarca Türkiye ile Azerbaycan arasında "bir koridor açılmasını" savunmuşlardı.)
Devam edelim.
Dağlık Karabağ sorununa nasıl yaklaşmak gerekiyor?
Irk, kan, etnik ortaklık veya benzerlikler temelinde mi? Adalete, hakka hukuka bakmadan akrabalık ve hemşerilik üzerinden mi? Bu durumda örneğin, benim milletimden biri başka milletten birine karşı suç işlemişse, benim suçluyu savunmam gerekebilir.
Tarih ve halkların tarihi coğrafyalarda kapladığı yer üzerinde mi? Herhangi bir coğrafya, zamanında birçok uygarlığın ve halkın yaşadığı toprakları barındırıyor olabilir. Bazıları o bölgenin yüzyıllar, hatta bin yıllar önceki sahibi olabilir. O zaman tarihe göre toprağın en eski sahibi mi haklıdır? Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan bu kriterle Karabağ’ın, oranın en köklü halkına ait olması gerektiğini savunuyor. Bunu kabul edersek "Homeros zamanında kimin nerede olduğu" gibi tartışmalarla başımız epeyce derde girecek demektir.
Üçüncü ve günümüzde akıl-mantık açısından tek geçerli yöntem olan yaklaşımın zemini uluslararası hukuktur. Birleşmiş Milletler’in ve birçok uluslararası kurumun kararları uyarınca gerçek ortadadır: Ermenistan, Dağlık Karabağ’ı ve onun çevresindeki Azerbaycan’a ait yedi bölgeyi işgal etmiştir.
Elbette bu saptamayı yapıp da her şeyi bir tarafa atmayı savunamayız. Çünkü bu hukuki gerçek, bir tarafı kayırmak, diğer tarafı kötülemek veya yok etmek için ortaya konmamıştır. Uzlaşmayı reddetmez. Tarih içindeki sorumlulukları görmezden gelmemizi ya da es geçmemizi de talep etmez. Sadece uluslararası anlaşmazlıkların çözümündeki ana ölçütün altını çizer.
Karabağ konusunun kökleri çok eskiye gidiyor; bu geçmiş içinde 1918-1920 civarındaki gelişmeler, devrim sonrası iktidara gelen Bolşevik Partisi’nin çeşitli temsilcilerinin kararları da yerlerini almıştır. (Örneğin, 4 Temmuz 1921’de Rusya Sosyal Demokrat Partisi - Bolşevik’in Kafkasya Bürosu, Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a veren bir karar almış, ama ertesi gün parti genel merkezinde Karabağ’ın geniş yetkilere sahip bir özerk bölge olarak Azerbaycan’da kalması kararlaştırılmıştır.)
Ayrıca Sovyetler Birliği’nde her şeyin süt liman olduğunu savunanlar için hatırlatayım: Karabağ’ın statüsü konusu birçok huzursuzluk sonucunda 1945, 1963, 1977 ve 1983’te gündeme getirilmiştir. 1987 sonrasında yaşananlar ve ardından 1992-1994 savaşı ise fiilen Moskova’nın onayıyla Ermenistan yararına bugünkü sınırları belirlemiştir.
Sonrasında soruna çözüm bulunamamış, bu uğurda yeterli çaba gösterilmemiş ya da bazı girişimler engellenmiş, birçok arabulucu da açıkçası bu işle pek fazla uğraşmamıştır.
Bugünkü durum, ne yazık ki, kan dökülmesi ve binlerce insanın hayatını kaybetmesiyle bir kez daha silahlı çözümü gündeme sürmüş durumda.
Bugün savaşın dokuzuncu günü. İki taraftan binlerce insanın öldüğüne ilişkin haberler geliyor. Ama savaşın sonu henüz görünmedi.
Azerbaycan daha güçlü. Ve bazı yerleşim bölgelerini ele geçirdi. Ancak bazen savaşların ilk günlerinde gerçekleşen hızlı radikal değişim burada yaşanmadı.
Söz gelimi, 1967’de İsrail silahlı kuvvetleri bir haftadan kısa süre içinde Suriye, Irak, Mısır ve Ürdün’ü ağır bir yenilgiye uğratmıştı (5-10 Haziran 1967, "Altı Gün Savaşı").
Savaş bugün hemen bitse, iki ülkedeki iktidarlar da muhtemelen zaferini ilan edip milliyetçilik temelinde yeniden güçlenecektir. Ama anlaşılan savaşın böyle bitmesini istemeyen büyük güçler var.
Burada en önemli mesele Moskova’nın tavrının ne olacağıdır.
Rusya, bir taraftan bölgedeki otoritesini, oyun kurucu rolünü, Azerbaycan ve Ermenistan’la bağları ile onları etkileme gücünü korumak istiyor.
Diğer taraftan da son zamanlarda Türkiye’ye yaklaşan Aliyev’e ve özellikle de kitlesel bir hareket sonucu Mayıs 2018’de başa geldikten sonra Moskova’yla arasına mesafe koymaya ve Batı’yla bağlarını pekiştirmeye çalışan Paşinyan'a "Kafkasya’nın gerçek hâkiminin kim olduğunu göstermek" niyetinde.
Ancak Rusya yorgun. Suriye’de tam beş yılını doldurdu. Bu, (insan ve askerî araç gereç kaybı dışında) milyarlarca dolarlık harcama demek. (Bir ara Rus basınında Suriye’deki bir günlük toplam masrafların 2,4-4 milyon dolar arasında olduğu yolunda iddialar dile getirilmişti.)
Ayrıca ortada yeni bir durum var: Karabağ Savaşı’yla ilgili en yüksek ses Ankara’dan yükseliyor.
Rusya’nın Suriye’de ve Libya’da rekabet ve işbirliği dengesini zar zor yürüttüğü Türkiye, bu kez Kafkasya’da atağa kalkmış durumda. Uzak coğrafyalar neyse de, Türkiye, ilk kez Moskova’nın "arka bahçesi" saydığı "Bağımsız Devletler Topluluğu topraklarında" Rusya’ya meydan okuyor.
Üstelik Kremlin’in en büyük hassasiyetlerinden biri olan "Ortadoğulu İslamcı militanların Kafkasya’ya gönderilmesi" konusu (onların belki de yarın Kuzey Kafkasya’daki Rusya Federasyonu’na bağlı cumhuriyetlere saldırma ihtimali), Kremlin’de ciddi bir gerginlik yaratmışa benziyor.
Paşinyan, Kolektif Güvenlik Anlaşması Organizasyonu’na (KGAO) başvurarak Rusya askerî birliklerinin bölgeye yollanmasını umuyorsa da, Rus lider Vladimir Putin bu yolda yeşil ışık yakmıyor. Bu tavırda, güçler dengesiyle ilgili kaygıların dışında, şu an hukuki olarak savaşın Ermenistan değil Azerbaycan topraklarında sürüyor olması da önemli bir neden.
Aliyev de buna dikkat ediyor.
Aliyev’in arkasında durduğunu sürekli ve yüksek sesle tekrarlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve bu arada "Nahçıvan Azerbaycan’a katılmalıdır" diyen Bahçeli buna ne kadar dikkat ediyor, bilmiyorum.
Bildiğim, Kafkasya’daki kanlı gerilimin zaten birçok denklemde karşı karşıya gelmiş olan Rusya ile Türkiye’nin birbirine düşmesi ihtimalini iyice güçlendirmiş olduğudur.
Umarım böyle bir yoldan devam edilmez.
Ve umarım, bir dizi konuda kendi aralarında sık sık iletişim kuran Putin ve Erdoğan arasında yakın zamanda bir telefon görüşmesi gerçekleşir.