Başlıktaki soruyu gören bazı okurların ilk tepkisini duyar gibiyim:
“Ne Rusyası! Rusya savaşta, görmüyor musun? Özellikle de böyle bir dönemde Moskova ile ilişki kurulur mu?”
Bence kurulur. Hatta kurulmalı.
Dahası bu konuda çok gecikildi. (T24 arşivlerine bakarsanız bizdeki muhalefetin ve Rusya yönetiminin birbiri ile tanışma ve ilişki geliştirme konusunda oldukça pasif kaldığı hakkında birkaç yazı yazdığımı görürsünüz.)
Neyse, geçmiş geçti artık. Geldik bu günlere…
Türkiye’de muhalefet liderleri artık seçim sonrası icraatları üzerine yoğunlaştı; bir dizi konuda iktidara geldiklerinde neler yapacaklarını açıklamaya başladı.
(Hatta ilginçtir, seçimleri kazandıktan sonra yapacaklarını, seçimleri nasıl kazanacaklarına kıyasla çok daha iyi ve çok daha iştahlı anlatıyorlar. Uzatmayayım, konumuz bu değil.)
Biz dış politikaya gelelim.
Ülkemiz içine kapalı, toplumumuz dünyadaki önemli gelişmeleri çoğu zaman dikkatle izleyemiyor. Siyasiler de buna öncülük yapamıyor. Onlar da çoğunlukla “yerli ve millî” ezberleri tekrarlayarak korunaklı alanlarda yüzeysel politikalarla oyalanıyor. Sonuçta, “hepimiz Türk'üz ve hepimiz harikayız” şeklinde, yuvarlanıp gidiyoruz.
Uluslararası politikaya en açık parti AKP, lider de, kuşkusuz, Erdoğan. Evet, içerisi gibi dışarısını da bildiği gibi, kendine özgü yorumlayıp pragmatizm ekseninde kullanmaya, bazen zikzaklarla ilerlemeye çalışıyor. Ama öyle veya böyle, bölge ve dünya ile oldukça ciddi etkileşim içinde.
Komşuları Türkiye’den uzaklaştıran politikalar izlerken de böyleydi, şimdi seçim öncesi bir dizi dış gelişmeden medet umarak büyük bir gayret gösterirken de böyle.
Bu çabalarda stratejik yaklaşım, derin bir bölge ve ülke bilgisi, think tank üretimi falan yok. Daha çok anlık tepkiler. Ağırlıkta “pazarlık” usulü, “ne koparabilsem kârdır” mantığı ile yol alma çabası.
Ama olsun, sonuçta aktif. Ve zaman zaman etkili olabiliyor.
Tahıl Koridoru Anlaşması’nın imzalanmasında ve Rusya’nın anlaşmadan çıktıktan iki gün sonra geri döndürülmesinde olduğu gibi, bazen uluslararası denklemin önemli bir unsuru olabiliyor.
Hemen “Ama bunlar iktidar olmanın avantajları!” diye itiraz etmeye başlamayın.
İyi bir muhalefet her alanla ilgili, her konuda bilgili olmak zorunda: Ekonomide de, iç politikada da, dış politikada da, sanat-kültür sahasında da…
CHP dış siyasetle ilgili uzunca bir süre sessiz kaldı. Ne zaman ki içerde inisiyatifi ele geçirip cesaret kazandı, uluslararası meselelerde de iktidardan farklı tezler savunmaya başladı. Ama bunu çok etkili ve sık yaptığını söylemek zor.
Ve seçimler yaklaşırken birdenbire CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yurtdışı gezileri gündeme gelmeye başladı: ABD, İngiltere, yakında Almanya…
Bu iyi bir hamle. Bir “açılım” veya yeni bir “vizyon” mu, tam bilemiyorum ama doğru bir adım olduğu izlenimine sahibim.
Gerçi geçmiş reflekslerin ve iktidarın olası propagandası karşısında duyulan korkuların izi hemen hissediliyor. Örneğin, bu gezilerde gidilen ülkenin liderleri ve etkili siyasileriyle görüşme yapılmasının “icazet almak” olarak değerlendirilebileceği endişesiyle bu adımlar atılmıyor. (Oysa niye “icazet” olsun ki! Kendine güvenen her siyasi lider gidip herkesle görüşür, karşısındakiler beğensin veya beğenmesin, görüşlerini açıklar, imkân varsa iş birliği şartları yaratmaya çalışır. Bu doğaldır. Bunu anlamayana anlatırsın, dedikodu yapanlarla da gerçekleri kullanarak savaşırsın.)
Kılıçdaroğlu dış gezilerine devam edecek mi, bilmiyorum. Umarım eder.
Ancak illaki onun yurtdışına seyahat etmesi şart değil. CHP yöneticilerinin ve temsilcilerinin ulaşılabilecek her yere ulaşmaları, yabancı siyasetçilerle, ekonomi dünyasıyla, entelektüellerle, gazetecilerle ilişki kurmaları çok şeyi değiştirebilir.
Sadece CHP için değil tabii, diğer muhalif partiler için de bu geçerli.
Dünya ülkemizden ibaret değil. Ayrıca günümüzde artık iç ve dış politikanın birbirine son derece yaklaştığı su götürmez bir gerçek.
Erdoğan iç politikada artık yeni bir şey söyleyemiyor. Ekonomik kriz ise onun çözebileceği aşamayı geçmiş durumda. İktidar ancak göz boyama yöntemleri ve köhne kutuplaştırma şablonlarıyla ilerlemeye çabalıyor.
Bu ortamda dış politikada kazanılan başarılar ve/veya - başarı olmasa da - Erdoğan’ın “dünyada saygı gören, önemsenen bir lider olduğu” algısı üzerinden hiç de küçümsenmeyecek puanlar alınabilir. Özellikle de bu zamanda her bir puanın altın değeri olduğu göz önüne alınırsa...
Cumhurbaşkanı’nın en çok kazandığı uluslararası düzlemlere bakarsak bunların hemen hepsinde denklemin içinde mutlaka Rusya’nın olduğunu görmek zor değil. Erdoğan, Ukrayna Savaşı ile birlikte Batı ile ilişki kuramayacak hale gelen Putin’in “dünyaya açılan penceresi” durumunda. Tahıl Anlaşması başarısı ortada. Ortadoğu’dan Kafkasya’ya kadar bir dizi alanda çıkarları neredeyse taban tabana zıt iki liderin iş birliği görüntüsü var. Akkuyu Nükleer Santrali ve Türkiye’ye taşınan Rus şirketlerinin getirdiği ve getirebileceği sermaye da seçim öncesi yabana atılacak gibi değil.
İktidar Putin sayesinde güçlenirken muhalefetin Rusya’yı görmezden gelmesi sizce de biraz garip değil mi?
Evet, Kremlin her zaman yaptığı gibi “yumurtaları tek sepete dolduruyor” ve Erdoğan’ın kazanmasını çok istiyor. Ama istediği olmazsa ne yapacak? Türkiye ile ilişkileri kesecek mi? Elbette hayır. İki ülke de birbirinden vazgeçemeyecek kadar yakın ve sıkı ilişki içinde.
Evet, Rusya haksız ve adaletsiz bir savaşa girişti. Dün Kremlin’le daha rahat koşullarda yeterli diyalog oluşturulmamışsa, şimdi bu şartlarda daha zor. Ama bunun hâlâ bin bir çeşit yolu var.
Geç kalmış bu “tanışma süreci” içinde sorunlar çıkabileceği gibi beklenmedik gelişmeler de yaşanabilir. Örneğin, AKP’nin Suriye politikasına göre CHP’nin çizgisi Kremlin’in elini çok daha rahatlatabilecek bir perspektif taşıyor. Ama bugüne dek ne Ruslar bunu araştırdı, ne de CHP’liler kendilerini anlattı.
Akkuyu, doğalgaz konuları, ticaret, turizm, kültürel ve insani iş birliği konuları… İki ülkenin önünde çok geniş bir yelpaze açılmış durumda.
Anlaşmazlık konularını (Ukrayna Savaşı’ndan Akkuyu’da şeffaflıktan uzak “hallediliveren” işlere kadar) net olarak ortaya koyup karşı tarafa “öngörülebilir bir tavır ve politika” sunmak mümkündür. Zaten on yıllardır iki devlet arasındaki temel sorun olan “güven” konusunun anahtarı açık ve öngörülebilir olmaktan geçer.
Güven demişken: Şu sıralarda Putin’le sıkı ilişkileri sayesinde Rusya siyasetinde yıldızı parlayan Prigojin adlı iş insanı, uzun süredir sahibi olduğu “trol fabrikası”nın ABD seçimlerine müdahale etmesi ihtimalini soranlara dalga geçer gibi bir cevap verdi geçenlerde: “Seçimlere müdahale ettik, ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. Özenle, cerrah titizliğinde, kendimize özgü bir şekilde…”
Benim kötü niyetli olduğumu düşünenler çıkabilir ama hani olur da Rusya’dan birileri Türkiye’nin kaderini belirleyecek seçimlere provokatif müdahaleler yapmayı tasarlıyorsa, onun önüne set çekmenin yollarından biri de yine aynı “uluslararası diyalog”dur. Çünkü diyalog, yalnızca birbirini daha iyi tanımak demek değildir, bazen rasyonel yolların aydınlatılmasıdır, bazen de uyarıdır.
Konu uzun ve çetrefilli. İşe vakit geçirmeden sağlam bir “Rusya açılımı” ile başlanması yararlı olmaz mı?
Hakan Aksay kimdir?Hakan Aksay, 1981'de 20 yaşında bir TKP üyesi olarak Sovyetler Birliği'ne gitti. Leningrad Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi'ni bitirdi. Brejnev, Andropov, Çernenko ve Gorbaçov iktidarları döneminde 6 yıllık kıymetli bir SSCB deneyimi kazandı. Doğu Almanya'da 1,5 yılı aşkın gazetecilik yaptıktan sonra TKP'den ayrılarak Türkiye'ye döndü. Bir yıl kadar sonra bağımsız bir gazeteci olarak Moskova'ya gitti ve 20 yıl boyunca (Yeltsin ve Putin dönemlerinde) çeşitli gazete ve TV'lerde muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptı. Bu dönemde Türk-Rus ilişkileriyle ilgili çok sayıda proje gerçekleştirdi. Moskova'da ‘3 Haziran Nâzım Hikmet'i Anma' etkinliklerini başlattı ve 10 yıl boyunca organize etti. Dergi ve internet yayınları yaptı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi'nin kurucu başkanı oldu. 2009'da döndüğü Türkiye'de 11 yılı T24'te olmak üzere çeşitli medya kurumlarında çalıştı; Tele1 ve Artı TV kanallarında programlar hazırlayıp sundu; Gazete Duvar'ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Gazeteciliğin yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Rusya-Ukrayna danışmanı olarak çalışıyor. Türkiye'nin önde gelen Rusya ve eski Sovyet coğrafyası uzmanlarından olan ve "Puşkin madalyası" bulunan Hakan Aksay'ın Türkçe ve Rusça dört kitabı yayımlandı. |