Dün daha seçim sonuçları kesinleşmeden, sıcağı sıcağına yazdığımız yazılarda ne dedik:
Seçimlerin mağlubu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan oldu.
Tarafsız cumhurbaşkanı statüsünü ve yasal, siyasal, ahlaksal kural ve gelenekleri bir kenara fırlatıp şehir şehir gezer, bütün muhalif partileri kötüler, AKP’ye oy istersen...
Seçim bitince önüne konan faturaya da razı olacaksın.
Peki, Erdoğan razı olur mu?
Bilinmez...
Herhalde yakında “içten” tepkisini göreceğiz.
Doğrusu epeydir hiç bu kadar sessiz kalmamıştı.
(Tanrım, ne büyük bir keyifmiş meğer Cumhurbaşkanı’nın birilerine “Kimsin sen, terbiyesiz!” diye bağıran sesi olmadan 1-2 gün geçirmek!)
Seçmenin, bırakın “başkanlık sistemi”ni, Erdoğan’ın bugünkü “cumhurbaşkanlığı tarzı”nı bile onaylamadığı mesajı sandıktan net olarak çıktı.
Ama Erdoğan hâlâ ülkenin en güçlü, aktif ve öngörülmez siyasi lideri.
Sadece Cumhurbaşkanı olduğundan değil, “alışık olmadığımız bir cumhurbaşkanı olduğundan”...
AKP’ye hükmettiğinden...
13 yılda adım adım kurulan ve bugüne kadar yaşanan birçok trajedi, kriz ve sorundan dolayı ağır sorumluluk taşıyan devasa bir iktidarın bir numaralı ismi olmasından...
Rüşvet ve yolsuzluk suçlamalarında iddiaların yoğunlaştığı adres olarak gösterilmesinden...
Uludere ve Gezi’de yaşananlarla ilgili başlatılabilecek soruşturmalar bağlamında adının ön sırada geçmesinden...
Suriye politikasında, IŞİD'e karşı tavırda, MİT TIR’larında gündemde duran sorulara cevap vermesi gereken en önemli kişi olmasından dolayı.
Evet, seçim sonuçları Erdoğan’a ciddi bir ders verdi...
Ama onun iktidarını elinden almadı.
Bu göz ardı edilerek “7 Haziran sonrası” ele alınamaz.
Seçim sonuçlarının netleşmesinin ardından birçok senaryo konuşuluyor.
Azınlık hükümeti ve erken seçim ihtimalleri de gündemde.
Ama tartışmalar daha çok koalisyon konusunda yoğunlaşıyor.
AKP’li ve AKP’siz koalisyon seçenekleri üzerinde fikirler yürütülüyor.
Kimileri “AKP’yi iyice yıpratmak” ve “ekonomik krizin derinleşmesini beklemek” adına onu iktidar ortağı olarak tutmayı aklından geçirebiliyor.
Bu arada Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, kırgınlıklar içinde ayrılmak üzere olduğu partisini savunmaya çalışırken “CHP-MHP-HDP koalisyonu” kurulmasını savunduğunu dile getirdi; tabii sonradan onların batıracağını düşündüğü ülkeyi kurtarmak üzere AKP’ye “Yetiş!” diye seslenileceğini umarak...
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise dün CNN Türk’e yaptığı açıklamada, halkın partiler arasında uzlaşma istediğini, ancak yeni tabloda AKP’nin olmaması gerektiğini vurguladı.
Kılıçdaroğlu, CHP’nin MHP ve HDP ile birlikte koalisyon kurabileceğini ya da MHP ve/veya HDP’nin dışarıdan desteklediği bir azınlık hükümeti ihtimalini gündeme getirdi.
Bence CHP lideri, “AKP’siz koalisyon” hedefini öne çıkarmakta çok haklı.
En azından Erdoğan’a bağlı bir AKP iktidarda olmamalı.
Elbette AKP, Erdoğan’la arasına mesafe koymayı başarırsa, bağımsız davranabilen bir parti başkanına kavuşursa veya parçalanırsa durum değişir.
Bu ihtimallerin olmadığı durumda, AKP ile koalisyon yapmak – siyasetin karmaşık formülleri adına tümüyle reddedilmese bile – yukarıda sıraladığımız geçmiş döneme ilişkin hukuki soruşturma gerektiren konularda adım atılmasını çok zor, belki de imkânsız hale getirir.
Muhalif partiler, en azından belirli bir süre için (örneğin, minimum bir ya da iki yıllık anlaşmayla) bir araya gelip devleti Erdoğan AKP’sinin uğrattığı çöküntüden kurtarma görevi ile kolları sıvayabilir.
Ve siyasetin, ekonominin, sosyal dengelerin, hatta ahlaki tercihlerin yoluna girmesi için bir onarım işlevi üstlenebilir.
Bu “hukuki temizlik” sonrasında gerekirse erken seçim düzenlenebilir.
Bu öncelikli görev başarılabilir mi?
Eğer bu görev, MHP ile HDP arasında mevcut olduğunu bildiğimiz derin görüş farklarından daha önemli sayılırsa, evet, başarılabilir.
Yan yana olmazlarsa bile, bu partilerden birinin, ötekinin CHP ile kuracağı koalisyona dışardan vereceği destekle...
Veya her ikisinin de CHP azınlık hükümetine dışardan sağlayacağı katkıyla...
Kim bilir, belki de bu süreç içinde milliyetçi Türk seçmenlerin partisi olan MHP, çözüm sürecine ilişkin kendi yapıcı yaklaşımını oluşturma yolunda adımlar atabilir.
Zor, biliyorum, çok zor; bugün ne MHP HDP’nin yanına yaklaşmak istiyor, ne de HDP MHP’nin yanına!
Ama toplumun ezici çoğunluğu (ve bu arada MHP kitlesinin de bir bölümü) Türk-Kürt savaşının yeniden alevlenmesine karşı.
Ve Selahattin Demirtaş’ın adıyla sembolleşen HDP’nin “Türkiyelileşme” çabasının hem Türklerde hem de Kürtlerde köhneleşmiş önyargıları hızla kırdığını biliyoruz, hissediyoruz.
Onun için üç muhalefet partisinin 7 Haziran öncesinde ülkeyi korkunç bir uçurumun eşiğine getiren Erdoğan’a ve ona bağlı AKP’ye karşı işbirliği yapması güç de olsa, imkânsız değil.
Böyle bir birliktelik (en azından bir süreliğine) sağlanırsa, siyaseti mutlu bırakmak isteyen Arınç’ın dileği de gerçekleştirilmiş olur.
Ancak şöyle bir farkla:
“Devletin AKP’den ve onun hukuksuzluklarından arındırılması süreci” başarıya ulaşırsa, seçmenin “Yetiş!” diye çağıracağı hiç kimse kalmaz.
Zaten hukuka ve yasalara bağlı olup “Yetiş!” diye bağıracak kimse de çıkmaz.
Ama eğer “ayakkabı kutuları”, “pahalı kol saatleri”, “bakara makara” ve “silahlı TIR” kahramanları “Yetiş!” diye bağırırsa, onların çağrısına koşup kulaklarına “şeriatın kestiği parmak” hikâyesini fısıldayan birileri mutlaka çıkar.
@AksayHakan