Şu Türkiye ne garip bir ülke değil mi, Sayın Abdullah Gül?
Bir hafta önce adınız yeri göğü sarsıyordu. İktidarın beti benzi solmuştu. Saray’a mesafeli duran milyonlarca insan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sizin Erdoğan’ı yenebileceğiniz düşüncesiyle heyecanlanmıştı.
Yıldızınızın bir kez daha (burada durup düşündüm, acaba son kez mi, diye ama kim bilir...) parladığı günler yaşamaya başlamıştınız.
Çok kısa sürdü.
Dün yaptığınız açıklama sonrasında – sözlerinizde önemli fikirler bulan az sayıda insanın dışında – hemen herkes (bu arada AKP’li eski yol arkadaşlarınızdan sol muhaliflere kadar birçok siyasi) size ateş püskürüyor.
Ne İsa’ya yaranabildiniz, ne Musa’ya!..
Adaylığınız konusundaki iddialara son noktayı koyarak aynı anda hem iktidarın derin bir nefes almasını sağladınız, hem de size umut bağlayan kesimleri hayal kırıklığına uğrattınız.
Aldığınız şiddetli eleştiriler sadece hayal kırıklığı yaşayanlardan değildi, onlardan daha çok derin nefes alanlardandı.
* * *
Dün Erdoğan’ın karşısına rakip aday olarak çıkmayacağınızı bildirdiğiniz açıklamanız sonrasında iktidar açısından daha uzak, daha güvenilmez, neredeyse daha muhalif bir konuma geldiniz.
Sizi ürkeklikle, çekingenlikle, hatta korkaklıkla suçlayanların (ki açık söyleyeyim, ben de sizinle ilgili benzer düşüncelere sahibim) çoğunun iddiasından ve gördüğünden farklı olarak siz kendinizi, hayatınızı eskisinden daha ciddi bir tehlikenin kucağına attınız.
Bence artık affedilmeniz çok zor.
Siz dün Davutoğlu, hatta Arınç gibi Erdoğan’ın liderliğini selamlayarak, ona bağlılık bildirerek adaylıktan çekilmediniz.
“Çok geniş bir mutabakat söz konusu olursa o zaman üstümüze düşeni arkadaşlarımla birlikte yapmaktan kaçınmayacağımı da söylemişimdir” türü sözler ederek istediğiniz desteğin ortaya çıkmamasından dolayı aday olmadığınızı vurguladınız.
İktidardan, iç ve dış politikadan memnun olmadığınızı (bir kez daha) ortaya koydunuz. “Türkiye yakın tarihinin en zor dönemlerinden biri içerisinde. İç ve dış şartlarda büyük zorluklarla karşı karşıyayız” diyerek Reis’e karşı çıkmış oldunuz. Dahası sesinizin en duygusal tınıları sizi eleştiren AKP’lilere cevap verirken duyuldu: “AK Parti’den bazı arkadaşlarımın benimle ilgili ileri geri konuşmaları...”.
Zaten geçen yıllar sizi Erdoğan’dan iyice ayırmıştı. Dün ona karşı rakip olmayacağınızı ilan ederken bu ayrılık daha da derinleşti.
* * *
Açıklamanızda kararınıza gerekçe olarak gösterdiğiniz konuların her birinin sizin açınızdan ne derece etkili olduğunu bilemem.
AKP’nin trol tayfasından epeyce tepelere kadar size yönelik “ileri geri konuşmalar”ın dışında, bizim bilmediğimiz (ya da içeriğini öğrenemediğimiz) bazı konuşmaların sizi nasıl etkilediğini de bilemem. Örneğin, Genelkurmay Başkanı Akar ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Kalın helikopterle ziyaretinize geldiğinde size ne mesajlar verdiler acaba?
Sizin korkutulduğunuzu, dolaylı da olsa tehdit edildiğinizi düşünenler haklı mı, Sayın Gül?
Biliyorsunuz, bir süre önce siyasi kulislerde Erdoğan’ın sizi “kelepçeyle görmek istediğini söylediği” söylentileri çıktı. Hatta bunu yazan gazeteciler oldu.
Acaba seçimlerle ilgili gelişmelere bağlı olarak bu tür iddia ve isteklerin zemin bulacağı bir ortamın doğabileceğinden çekiniyor musunuz?
* * *
Bütün bunlara karşın bence dün seçim sahnesinden diz çökmeden ayrılarak cesur bir davranış sergilediniz.
Sizin aldığınız eğitim, kazandığınız karakter ve alışkanlıklar, yaşadığınız deneyimler çerçevesinden bakınca “Erdoğan’a biat etmeden” geri adım atmanızın bir tür direniş olduğu bile düşünülebilir.
Dün (izninizle iki cümlenizin yerini değiştireyim) “Benimle ilgili çeşitli görüşleri olan bazılarının ’risk alamaz’ bazılarının ’hep geride durur’ gibi seviyeli seviyesiz bir çok eleştirileri karşısında bir şey söylemek istemiyorum. Tarih önünde vicdanen müsterihim” derken sanırım biraz da bunu anlatmaya çalışıyordunuz.
Ama...
Sayın Gül, hayat ve siyaset; sizin eğitiminizden, karakterinizden, alışkanlıklarınızdan, deneyimlerinizden çok daha geniş ufuklar içinde seyrediyor.
* * *
Türkiye – sizin de dediğiniz gibi – iç ve dış politikada ciddi sorunlar yaşıyor. Dahası – sizin demediğiniz kadar – büyük tehlikelerle karşı karşıya.
İktidar sert, çok sert.
Muhalefet demokrasiyi hakkıyla savunabilecek güce ve birikime sahip değil.
Halk çaresiz.
Kendisi de bin türlü sıkıntı yaşayan iktidar, muhalefetin bu durumunu da kullanarak dayattığı “baskın seçim” ile ortalığı iyice karıştırdı.
İkisine de bir adım kadar yakınız: Tek adam yönetiminin koşulsuz uygulanmasına da, demokrasinin bu tehlikeyi bertaraf etmesine de.
Seçimler her iki sonucu da verebilir.
Erdoğan tarafından yıllarca paramparça edilmiş muhalifler (dindarlar, milliyetçiler, merkezciler, Atatürkçüler, solcular, Aleviler ve Kürtler) bu çaresizliği geride bırakmak için yöntem arayışına girdi.
Birçok kişiye göre kurtuluş sizin adaylığınızdan geçebilirdi.
Geçmişinizde bu muhaliflerin önemli bölümünün haklı eleştirilerine hedef olan çok sayıda tavrınız olmasına karşın, yine de böyle bir ihtimal vardı.
Ve bu, sadece Türkiye için değil, sizin için de bir (son desem mi acaba, diye bir kez daha düşündüm burada) fırsat olabilirdi.
* * *
Günlerce adaylığınızın siyasi piyasa değerinin ne kadar olacağını izleyip hesaplamakla uğraşmasaydınız, en geç iki-üç gün içinde ortaya çıkıp “Ben 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül” olarak değil de, “demokrasiye, parlamenter rejime dönüş için şu şu amaçlar çevresinde herkesi birleşmeye çağırıyorum” diye (adınızı bir başka “tek adam” olarak ortaya sürmeden, bir program çerçevesinde ileri çıkararak) bir açıklama yapsaydınız...
Sizin, sizi destekleyenlerin (ve belki Türkiye’nin de) şansı artardı. Böylelikle size kuşkulu yaklaşanların bir bölümüne güven vermek için bir adım atmış olurdunuz.
Beklemek değil, mücadele yolunu seçmiş olurdunuz.
Sizin adaylığınızdan korkan iktidar, sizin önce sessiz kalmanızla, sonra da üzerinizde anlaşılamadığının ortaya çıkmasının ardından durumu değiştirecek son bir hamle yapmayacağınızı bildirmenizle rahatladı.
Muhalefet, seçim sürecinin ilk aşamasında, kısa bir şahlanışın ardından eski durduğu yere döndü.
Siz riske girseydiniz (evet, sevmediğiniz kelimeyle söylemek zorundayım, “riske girseydiniz”, “bakalım yeterli çoğunluk birleşip de beni başına getirecek mi” diye beklemeseydiniz, büyük bir alkış tufanı olmadan adım ata ata alkışları ve desteği büyütme yolunu seçseydiniz) durum belki de çok farklı olabilirdi.
Elbette bütün günahlar sizin hanenizde değil. Bazı muhalefet liderlerinden militan partililere, milletvekillerinden köşe yazarlarına kadar her kafadan bir ses çıktığı, egoların vicdanlardan ve akıllardan iri olduğu ortada.
Ancak güçlü liderler bu tür engelleri aşabilir.
* * *
Siz ise Sayın Gül, neredeyse hayatınız boyunca “güçlü lider adayı” olarak kalıyorsunuz.
Dün “Bir faninin ulaşabileceği bütün makamlara, mevkilere ben ulaştım ve bütün bunlar benim gerimde kalmış şeyler” dediniz gerçi, sizi anlıyorum ama aslında kastettiğiniz hiçbir mevki sizi “bir numara” yapmadı ki...
Sizin siyaseti benden çok daha iyi bildiğinizden şüphem yok.
Özellikle yapılacak hamle için “uygun zamanı beklemek" konusunda kendinizi aşırı derecede iyi yetiştirmişsiniz.
Ama “uygun zamanı beklemek"tense cesur ve vicdanlı davranmak daha önemli değil midir, Sayın Gül?
Şu an ülkenin içinde bulunduğu şartlar, ciddi risk içermeyen hiçbir yöntemle değişecek gibi değil.
“Risk”, evet, yine sizin sevmediğiniz aynı tatsız kelimeyi kullandım, bağışlayın.
Ve risk derken, başarı gibi başarısızlığın da ihtimal olduğu bir gerçektir.
Başarısızlık durumunda en kötüsü ne olabilir ki?
En fazlası nedir?
Hangi köydür en uzaktaki?..