Görüşleri çok kolay değiştirilebilen ve hafızası olağanüstü zayıf bir toplumuz.
Topu topu birkaç yıl önce bu topraklarda yaşayan insanların üçte ikisi “çözüm süreci” adı altında devam eden görüşmelerin sembolize ettiği Türk-Kürt barışını destekliyordu.
Her şey 2015’ten itibaren değişti. Yani sadece 3 yıl gibi kısa bir zaman içinde.
Bugün Türklerin büyük çoğunluğu, iktidarın HDP’yi şeytanileştirme politikasının etkisi altında. Birçokları tam olarak böyle düşünmese de korkusundan dolayı bu politikaya karşı çıkamıyor, iktidar tarafından kendisine çizilmiş daracık sınırların içinde kalmaya özen gösteriyor.
Siyasi partiler ve liderleri de buna dâhil.
Şu anda hem iktidar, hem de muhalefet açısından yaşamsal önem taşıyan bir seçim süreci yaşanıyor.
Siyasi yaklaşımlar ve ahlaki ilkeler bir kenara bırakılsa bile, salt aritmetik verilerle yaklaşıldığında şu görülecektir: Kürtler olmadan kazanmak neredeyse imkânsız.
Kürtlerle ilişki kurabilen ve onlardan destek alabilen iki parti var: HDP ve AKP.
AKP’nin işi bu kez epeyce zor olacağa benziyor. İçerde ve dışarda yürüttüğü Kürt karşıtı sert politikalar ve Kürt deyince “taş taş üstünde bırakmak istemeyen” bir parti ile ittifak yapmış olması, onun manevra alanını iyice daralttı.
Gerçi – geçen gün Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in dediği gibi – “Bölge insanı MHP ile ittifaktan rahatsız” ve “seçimlerden sonra yeni bir çözüm süreci gündeme gelebilir” türü söylemler piyasaya sürülüyor. Ama bu şartlarda pek etkisi yok (zaten “daha büyük Başdanışman” İbrahim Kalın, alelacele yaptığı açıklamada çözüm sürecinin söz konusu olmadığını söyledi).
24 Haziran’da AKP’nin Kürt oylarının azalması kimseyi şaşırtmayacak.
HDP ise son yıllardaki bütün seçimlerde olduğu gibi, kendisine karşı uygulanan tüm engellemelere karşın gücünü ve oy oranını koruduğu izlenimini veriyor.
OHAL şartlarında, yeni seçim yasaları kullanılarak ve yasadışı yöntemlerle “bir şeyler yapılırsa” HDP’nin baraj altına itilme ihtimaline dikkat çekenler var. Ancak araştırmacıların çoğu, “her şeye karşın” HDP’nin yüzde 10’un üzerinde oy alacağı öngörüsüne sahip.
HDP’nin barajı aşıp aşmaması sorunu, sadece onu ilgilendirmiyor.
Eğer aşamazsa, “Bölgede” üçüncü bir güçlü siyasi alternatif olmadığı için onun kaçırdığı parlamento koltukları AKP’ye gidecek.
Böylece hem HDP’nin legal mücadele yolları büyük ölçüde tıkanmış olacak, hem de muhtemelen bu yüzden AKP Meclis çoğunluğunu ele geçirecek.
Tersi durumda (HDP’nin yüzde 10’u aştığı şartlarda) büyük ihtimalle AKP-MHP ittifakı TBMM’de azınlık durumuna düşecek. Böyle bir ihtimal, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde bile ciddi bir güç odağı ve “başkanlık rejimi”ne karşı bir direniş merkezi yaratma kapasitesine sahip.
Böyle bir durumda HDP dışındaki diğer muhalefet partilerinin de HDP’nin barajı aşmasını istemesi gerekmiyor mu?
Ya da istemese de bunu savunması?
Haydi bir adım daha atalım: Bu yolda çaba göstermesi?
En azından HDP ile arasındaki mesafeyi kısaltması?
Peki, siyasi tabloda böyle bir hareketlenme var mı sizce?
Belki ufak tefek işaretler var, ama ciddi bir değişim yok.
“Millet İttifakı”, AKP-MHP ittifakına karşı iyi bir adım oldu. Ancak Erdoğan’ın HDP’yi izole etme ve yanına yaklaşanları tehdit etme alışkanlığının etkisi altında HDP’den uzak duruldu.
Diyelim ki “baskın seçim”in kısa süresinin bunu zorunlu kıldığına karar verdiler.
Ama ittifak olmasa bile mutlaka işbirliği olması gerektiği açık değil mi?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun çekingen ve temkinli üslubuna göre epeyce özgür ve cesur davranan Muharrem İnce, Kürtlerle bağlantı kurmaya başladı. Kişilik özellikleri ve bugünkü siyasi ortam bunu kolaylaştırdı. Bu arada İnce’nin, Kemal Bey’in uzun süredir yapması gerekeni yapıp Selahattin Demirtaş’ı ziyaret etmesi önemli bir adımdı. Hem siyasal vizyonu hem de seçim sürecinde kimseyi ürkütmeme hassasiyeti sonucu İnce’nin seçim manifestosunda Kürt sorunu alması gereken yeri alamadı. Ancak yine de ikinci tura kalması durumunda Kürtlerden destek alması sanırım zor değil.
SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun son aylarda birçok konuda olduğu gibi HDP ile ilgili olarak da iktidarın manipülasyonlarından korkmadığı ve işbirliğine açık olduğu izlenimi verdiğini belirtelim.
Doğu Perinçek’in yüz kızartıcı açıklamalarını es geçelim.
Gelelim İyi Parti lideri Meral Akşener’e. Görebildiğim kadarıyla bir kez Demirtaş’ın serbest bırakılması talebini dile getirmenin ötesinde tek bir adım atmadı, Kürt seçmene sempatik gelebilecek tek bir şey söylemedi Meral Hanım. Acaba neden? Türkçülük, milliyetçilik, ülkücülük, parti tabanı, dengeler vs. nedeniyle mi? Bunlar anlaşılır sıkıntılar. Ancak bunlarla siyasetin merkez çizgisine yerleşmek bir hayal. Gerçek amaç “MHP 2.0” ise ya da “Bahçeli sonrası MHP’ye dönüş” ise başka tabii.
Ne var ki vizyon ve cesaret önemli. Özellikle de bu olağanüstü siyasi şartlarda. Diğer yandan bu olağanüstü siyasi şartlarda birçok cesur adımı atmak, geçmiş hatalardan uzaklaşmak daha kolay olmalı. Özellikle de seçimi kazanmak veya güçlü bir parti ortaya çıkarmak gibi iddialı hedeflere gerçekten sahipseniz.
Sonuç olarak seçim süreci herkes için Kürt düşmanlığı virüsünden kurtulmak için bir fırsat olabilir, olmalıdır.
HDP yine baskılar ve engellemeler altında. Üstelik yöneticileri, milletvekilleri, yerel yöneticileri ve çok sayıda üyesi hapishanede. Resmî propagandanın en fazla vurduğu o. Bunca yara almasına karşın hâlâ en etkili siyasi güçlerden biri.
Ülke içinde ve Afrin’de yaşananların zorlu faturaları, Kürtleri bir taraftan yaralarken diğer taraftan da iktidara karşı bilemiş durumda. “Türkiye partisi olma” ve “Türk-Kürt barışı” politikaları açısından son umutlar ile umutsuzluk (daha doğrusu umut kesmişlik) belki de nihai muharebelerinden birini veriyor.
Kürtlerin CHP’yi ve İyi Parti’yi bugünkünden daha ileri ve kendilerine daha yakın bir çizgide görmek istemeleri, “Kürtlerin çantada keklik olmadığını” vurgulamak istemeleri doğal.
Zaman zaman acılarını, kırgınlıklarını can havliyle haykıran ve birkaç adım sonrasının olası işbirliklerini zorlaştıran açıklamalar yapanlar da oluyor.
Benden çok daha deneyimli HDP’li yöneticilere şunu hatırlatmak gerekir mi acaba: Boykot veya ikinci tura kalan muhalefet adayını desteklemekten kaçınma ihtimalinin tek bir sonucu var: Erdoğan DEVAM!
Oysa Erdoğan TAMAM’a o kadar yaklaşıldı ki...
Ve 16 yıllık mimarinin bugünkü aşamasında köşeyi dönecek olan Erdoğan’ın – hemen olmasa bile, göstermelik bir “demokratik mola” verse bile – kısa süre içinde eskisinden çok daha sert politikalarla devam edeceğini öngörmek zor değil.
Diyelim ki onun yerine gelecek daha antidemokratik bir başka cumhurbaşkanı adayı var. Bu durumda, yeni diktatör adayının koltuğuna yerleşip kendi düzenini oluşturarak baskıcı rejime yelken açması hiç de kolay olmayacaktır.
Seçim sürecinin ana sorunu bellidir: Erdoğan’la TAMAM mı, DEVAM mı?
Yazıyı bitirirken seçim sürecinin tutsak cumhurbaşkanı adayı aklıma geldi. Selahattin Demirtaş. Onca baskıya karşın içerden gündem yaratabiliyor. Şakalarıyla muhalefete moral aşılıyor. Hatta sussa bile “Ben varım ve HDP’nin cumhurbaşkanı olabilecek tek lideriyim” mesajını veriyor.
Bugünkü şartlarda muhalefetin en güçlü adayı olan İnce’nin kazanması halinde göreve getireceğini söylediği Kürt kökenli “cumhurbaşkanı yardımcılarından biri” Demirtaş olabilir mi acaba? Neden olmasın?
Ve bir hatırlatma: Çok değil, 3-4 ay kadar önce (11 Şubat 2018’de yapılan HDP Kongresi arifesinde) Demirtaş’ın “doğal liderliği” ve “onur başkanlığı” konusunda ne kadar çok tartışma olmuştu. Kimileri Demirtaş’ın önemini vurgulayan “beyaz Türkleri” “Siz bize karışamazsınız” diye nasıl fırçalıyordu! Açın interneti bakın! Kongreyi “HDP’de Demirtaş dönemi bitti” diye veren haberleri göreceksiniz.
İşte siyasi öngörüsüzlük böyle bir şeydir! Bırakın yılları, birkaç ay sonrasını bile hissetmeyi beceremezsiniz.
Ve gerçek liderlik de böyle bir şeydir! Ne hapisler sizi engelleyebilir, ne de sizin bir kenara çekilmenizi isteyen “dost inisiyatifler”!..