Aradan sadece bir yıl geçti ve birçok şey daha önceden öngörülemeyecek kadar keskin bir şekilde değişti.
Kiev’de 20-22 Şubat 2014’te yaşananlar, yalnızca dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in siyaset sahnesinden çekilmesinden, Batı yanlısı ve milliyetçi güçlerin başa gelmesinden ibaret değildi. Aynı zamanda, hem “yakın akraba” iki Slav devleti olan Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş ateşinin ilk kıvılcımına işaret ediyordu, hem de o zamana kadar“Avrupa’nın en büyük ülkelerinden biri” sayılan Ukrayna’nın bölünme tehlikesini gündeme getiriyordu. Bu tarihten sonra yaşananlar, dünyada “Soğuk Savaş” sonrasında, 25 yıl boyunca oluşan dengeleri ve göreceli istikrarı bozuyor, Rusya ile Batı arasındaki yumuşama ve işbirliği sürecini durduruyordu. ABD ve müttefiklerinin dünyadaki (özellikle de eski Sovyet cumhuriyetlerindeki) keyfi uygulamalarına karşı artık daha sert tutum alacağını ortaya koyan Rusya, G-8’den çıkarılıyor, NATO ile Moskova arasında 1997’den itibaren geliştirilen ilişkiler donduruluyor, Batı bu ülke ile ticari bağlarını ve enerji ithalatını elinden geldiğince sınırlama yoluna koyuluyordu.
Ukrayna’nın trajedisi: Bölünme ve iç savaş Kiev’de Batı desteğiyle gerçekleştirilen iktidar değişikliği karşısında alarma geçen Kremlin, hemen karşı adımlar atmaya karar verdi. Nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı Rus, yüzde 25’i Ukraynalı, yüzde 12’si Tatar olan Kırım’daki Ukrayna’ya bağlı resmi ve askeri güçler Rusya tarafından kısa sürede etkisiz hale getirildi. Yarımadada 16 Mart’ta düzenlenen referanduma katılanların yüzde 96’sının “Rusya’ya bağlanmak” istediği bildirildi.
Kremlin, böylelikle “eski Sovyet coğrafyasındaki ilerleyişini sürdüren ve NATO’yu Rusya sınırlarınagiderek yaklaştıran” Batı’ya dur diyor, Kırım’daki askeri üssünü de yağmalanmaktan koruyordu.
Ruslar için Kırım her zaman “Rus yarımadası” idi. 1954’te zamanın Sovyet lideri Nikita Kruşçev tarafından “bir jest olarak”Ukrayna’ya hediye edilmiş olması (bazı kaynaklara göre, kararı imzalayan Kruşçev içkiliydi), Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrası “tamir edilmesi gereken bir sorun”olarak algılanıyordu.
Kırım’ın Rusya’ya ilhakı, uluslararası arenada kimse tarafından tanınmasa da, kısa süre içinde fiilen gündemden düşen ve pek tartışılmayan bir konu haline geldi. Tartışmaların merkezinde başka bir coğrafya vardı: Rus kökenlilerin çoğunluğu oluşturduğu Doğu Ukrayna. Ukrayna’nın en büyük idari birimi olan Donetsk Bölgesi ile Luhansk (Lugansk) Bölgesi, 11 Mayıs’ta düzenlenen referandumlar sonucunda, Ukrayna’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen yıl bahar aylarında birkaç kez Çarlık döneminde Ukrayna’ya ait olmayıp da 1917 Ekim Devrimi’nden sonra onun sınırları içine dahil edilen Donetsk, Luhansk, Harkov, Herson, Nikolayev ve Odessa bölgelerinden “Yeni Rusya” olarak söz etti. (Ancak yeni Kiev yönetimine karşı başlatılan direniş, ilk ikisinin dışında fazla uzun sürmedi.)
Ukrayna’nın “kısa süresonra tarihe karışacak uydurma bir devlet” olduğundan, aslında ülkenin güneyiyle doğusunun Rusya’ya, batısının ise Polonya’ya ait olması gerektiğinden sıkça bahsedilir oldu. Kimileri, “toprak hakkı” olanlar arasına Macaristan’ı ve Romanya’yı da dahil etti.
Minsk Anlaşması savaşı durduramadı Donetsk ve Luhansk’taki iç savaş aylardır sürüyor. BMÖ verilerine göre, savaşın bilançosu 5 bin 300’ü aşkın ölü (resmi olmayan kaynaklar, bunun 8-10 katı rakamlar veriyor) ve neredeyse tümüyle bombalanıp tahrip edilmiş birçok kent. Nisan ayında Rusya, Ukrayna, AB ve ABD temsilcilerinin katıldığı Cenevre görüşmelerinin sonuç vermemesinin ardından, eylül ayında düzenlenen ilk Minsk Zirvesi de savaşı durduramadı. Geçen hafta yapılan ikinci Minsk Zirvesi’nde,“tarafların (fiilen ayrılıkçı Rus cumhuriyetlerini de temsil eden Rusya, Ukrayna,Almanya ve Fransa) anlaşmaya vardıkları” duyuruldu. Ancak ne 15 Şubat’tan itibaren sağlanması gereken ateşkes etkili olabildi, ne de savaşan taraflar arasında sınırların belirlenmesi ve Ukrayna yönetimi ile ayrılıkçıların masaya oturması gibi anahtar konularda ciddi bir gelişme kaydedilebildi. Moskova, “anayasal reform yapma” sözü vermiş olan Kiev yönetimine, Rus azınlığın haklarını azami savunacak bir “federatif yapı” önerisini ısrarla tekrarlayarak olası NATO üyeliği sürecini baştan engellemeye çalışıyor. Meseleyi, “Avrupa’nın ana güvenlik sorunu” olarak gören Almanya Şansölyesi ve AB’nin fiili lideri Angela Merkel, yanına Fransa Devlet Başkanı François Hollande’ı da alarak olaya müdahale ederken, bir yanıyla da Kiev yönetimini durmadan kışkırtan ve çok yakında Ukrayna’ya silah yardımı başlatılacağını ilan eden Washington’ı dengelemeye gayret ediyor.
Tarafsızlık statüsüne yönelmesi gerekiyor Rusya, Ukrayna ve Avrupa ülkelerinde “sınırlı nükleer savaş”, “üçüncü dünya savaşı” gibi tartışmalar giderek daha sık gündeme gelirken, Ukrayna, ABD gündeminde “uzak ve ufak bir sorun” olarak yer alıyor. Bununla birlikte, Amerikalı müttefiklerinin, 25 Mayıs 2014’te halkın yüzde 55’inin desteğiyle seçimleri kazanmasına karşın birkaç ayda oldukça yıpranan Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko’nun son zamanlardaki askeri başarısızlıkların ardından iktidarını kaybetmesi ihtimalinden çekindiğini ekleyelim. Poroşenko kurtarılır mı kurtarılamaz mı, bilmiyorum. Ama Batı’nın ve Rusya’nın keskin tercihlere zorladığı Ukrayna’nın ve bölgedeki barışın kurtarılması için, ülkenin tarafsızlık statüsüne yönelmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yani askeri bloklara katılmayan, herkesle dengeli siyasi ve ticari ilişkiler içinde olan, önceliğini kriz içindeki ekonomisini acilen düzeltmek ve halkını gelişkin yaşam standartlarına kavuşturmak olarak belirleyen bir devlet olmasını. Ukrayna krizinin iç ve dış dinamikleri göz önüne alındığında, böyle bir ihtimalin gerçekleşeceği söylenebilir mi? Bu konuda yakın zamanda olumlu gelişmeler beklemek ne yazık ki zor.
* Hakan Aksay'ın "konuk yazar" olarak yazdığı Cumhuriyet'ten alınmıştır.