- İşte Türkiye’yi karıştıran Rus!
- Güzel ve cüretkâr!
- Türk yazarları birbirine düşüren Rus gazeteci!
- Gazeteci mi, ajan mı?
- Reha Muhtar’a da meğer musallat olmuş!
- Alkolik Rus gazeteci Reha Muhtar’ı deli etti
- Darya Aslamova’nın cüretkâr pozları ortaya çıktı…
Bunlar bazı gazetelerde ve internet sitelerinde kullanılan başlıklardan birkaçı…
Türk medyası bazen aniden “bir şeyler” keşfediyor ve saman alevi gibi tutuşuveriyor. Merak duygusu, genellikle birbirine bakarak ve “kopyala-yapıştır” yöntemiyle dal budak salıyor. Fazla derine inip de yorulmadan yapılan araştırmalar, zaman zaman küçük çapta “çığırlar” açıyor. Mesela:
- Rus gazeteci Darya Aslamova'nın cüretkâr pozları ortaya çıkınca 'ajan mı gazeteci mi' tartışması da gündeme geldi.
Bu “manalı” cümlenin analizine girecek değilim. Sadece “Aslamova’nın cüretkâr pozları ortaya çıktı” kalıbını birçok kaynak kullandığı için basit bir soruya cevap verelim:
- Bu pozlar (fotoğraflar) nerede ortaya çıktı?
- İnternette…
Yani muhtemelen cesur ve zeki bir meslektaşımız “Darya Aslamova” diye arama motorlarında kısa bir gezinti yaptı ve oradan “yarı çıplak foto galeri” üretti. (Neden mi kısa? Çünkü bulabilecekleri, bulduklarından çok daha fazla ve enteresandı; özellikle de Yandex’ten Rusça arasaydı.) Diğerleri de ondan kopyaladılar (hatta birden fazla kullanılan görselleri bile aynen alarak).
Bu arada “cüretkâr pozlar nasıl ajanlık konusunu gündeme getirir?” diye sormayın. Yukarıdaki anlatım, tek cümlede birden fazla bilgi vermeye çabalayan Türk gazetecisinin sıradan ustalık harikalarındandır.
Casusluk başka konu tabii. Onu gündeme getiren, tecrübeli gazeteci Reha Muhtar’dı.
Atina’daki deneyimlerinin de yardımıyla Darya Aslamova tipindeki gazetecileri çok iyi tanıyan, onların tehlikeli cazibesinden kendini rahatça koruyabilen, sinirlenip söyleşiyi yarıda bıraktığı anda bile konuğunun içtiği şarabın parasını ödemeyi ihmal etmeyip tüm bu ayrıntıları birer hayat dersi gibi özenle okurlarıyla paylaşan Reha Muhtar.
7 Ağustos 2013 tarihli Vatan gazetesinde, öğretici bir gazetecilik, siyaset ve edebiyat dersine dönüşen uzun ve keyifli yazısında birçok soruya cevap veriyordu. Özetleyerek anlatmayı denersem daha iyisini asla yazamayacağımdan dolayı, yazıdan bazı bölümleri aynen aktarmak istiyorum:
- İnsanın dertsiz başına “dert açacağını” genç kadını gördüğümün ikinci dakikasında anlayıvermiştim... Rahat ve güzel bir kadındı...
Gezi Parkı olaylarının bütün hızıyla devam ettiği günlerdi... Söylenecek her sözün gideceği (anlatım kendisinin - HA) ve başınıza hiç istemeyeceğiniz sonuçlar doğuracağı günlerdi... Genç kadın ise durumu “umursamaz” görünüyordu ve almak istediği mesajı almaya fikslenmiş görünüyordu... Amacı ülke içinde isim yapmış bir gazeteciden durum hakkında bilgi edinmek değildi... Hatta hiç oralı değildi... Bunu ilk dakikada fark etmiştim... (Muhtar’ın ilk ve ikinci dakikadaki çözümleme yeteneklerine takılmayalım lütfen.)
İlk kadeh şarabını beş dakika içinde bitirdi... Ne de olsa Rus’tu...
Elbette Ruslar içki konusunda antrenmanlıydılar... Ben de içki konusunda pek tecrübesiz sayılmazdım... “Polisin Gülen cemaatinin etkisi altında olduğu için, hükümeti zorda bırakmak amacıyla orantısız güç kullandığı söyleniyor... Siz de böyle olduğunu düşünüyor musunuz?..” Dakika bir gol bir... (Dakikalara takılmıyoruz.) Ben onun gibi şarap içmiyordum... Cezbeden güzelliği ise hiç umurumun teki değildi... - “Bu ne biçim soru” gibisinden baktım genç kadına...
“Yoksa siz Fethullahçı mısınız?..” deyiverdi... Sinirden deliye dönmüştüm... İstihbaratçı ya da polis taktikleriydi bunlar... Patlama anlarımdaki zaptedilmez tepkilerim birer birer fışkırıyordu içimden... (Bu cümle en az iki kez okunmayı hak etmiyor mu sizce?) - “Siz röportaj yaptığınız bir gazeteciye nasıl böyle bir soru sorabiliyorsunuz?.. Bitmiştir bu röportaj...”
Hiç böyle bir tepki almamış olduğunu fark etmiştim... Geldiği andan itibaren, tavırlar, davranışlar, şaraplar, peynirler, sorulardaki sınır tanımaz cüretkârlıklar... Sonradan öğrendim ki; Mehmet Barlas evinde konuk etmiş kadın gazeteciyi... Konyak içerken, bir punduna getirmiş “Fethullah Gülen için Müslümanların Soros’u deniyor, doğru mu?..” demişti... Genç kadının o ana kadar içtiği içkilerin hesabını ödeyip masadan kalktım... Çok görmüştüm böylelerini... Atina’dan kalan bir yadigâr tecrübe işte!..
* * *
Muhtar, Takvim adlı gazetede Aslamova ile yapıldığı öne sürülen söyleşi üzerine dün de (15 Ağustos) konuyla ilgili “Bana da mı lolo?” başlığını uygun gördüğü iştahlı bir yazı yazdı:
- Bire bir ajan mısın, kullanılan bir aracı mı, yoksa aklınca ‘kafana estiğini’ söyletmeye çalışan bir güzel hanımdan mı ibaretsin bilmiyorum... Bak güzel kadın… Sevgili Darya... Tereciye tere satma... Bana da lolo yapmaya kalkma... Senin dediğin ters soruları Türkiye’de canlı yayında kim sorarmış, git bir araştır öğren... Güzel kadınsın lafım yok... (İki yazıda bu kadar çok "güzel" dediğine göre, kadın Muhtar'ın epeyce hoşuna gitmişe benziyor. Herhalde bu, kendi ülkesinde hiçbir estetik sıralamada derece alamayacak olan Aslamova'yı da mutlu edecek bir durumdur.)
Fazlaca bir şey söyleyip gönlünü kırmayayım en iyisi... Sen yoluna ben yoluma... Ben gazeteciliğimle, sense derin güzelliğinle devam edelim kendi bildiğimiz işlere...
Reha Muhtar’ın çarpıcı yazısından etkilenen okurlardan biri olan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 12 Ağustosta, bir süredir polemik içinde olduğu Mehmet Barlas’ı kastederek şöyle yazdı:
- Birisi Hocaefendi için durduk yerde “Soros” dedi. Ya da röportajı yapan Rus öyle demiş o da tasdik etmiş. Aynı kapıya çıkar. Reha Muhtar sağ olsun. Rus röportajcının (!) ne mal olduğunu gözler önüne serdi ve neden mülakatı yarıda kestiğini anlattı. Muhtar'ı okuyunca Rus gazetecinin gazetecilik dışı faaliyetler içinde olduğunu ve mülakat yaptığı kişilerin ağzından istediği lafı nasıl kopardığını net bir şekilde anlamış olduk.
Burada küçük bir soru sorayım: Eğer Aslamova, Gülen cemaatinin çeşitli faaliyetlerine katılan ve konuk edilen çok sayıdaki Rus gazeteciden biri olsaydı, Dumanlı “ne mal olduğu”, “gazetecilik dışı faaliyetler içinde olduğu” yorumlarını yapacak mıydı acaba? Yoksa sorun, ele alınan kişi ve konunun bizim işimize ne kadar gelip gelmediği yerde mi düğümleniyor?
“Aslamova efsanesi”ne geleceğiz. Hem de ayrıntılı olarak. Ama bence onun casus olup olmaması hiç önemli değil; olsa ne olur olmasa ne olur! Bu iddianın “gündem yapılması” ve bu kadar öne çıkarılması – üstelik hiçbir kanıt gösterilemezken – neden bu kadar önemli acaba? (Aslamova’ya “Bu söylediğiniz ihtimalin belgesi olan bir kanıtı yok elimde... Onun için söyleyemem böyle bir şey...” derken kendi tavrıyla haklı bir gurur duyan Muhtar, casusluk iması konusunda bu titizliği göstermiyor ve sadece kendisinin engin deneyimlerine güvenmemizi bekliyor.)
Doğrusu ben Aslamova’nın Rusya’da hep gündemde olmaya çalışsa da, fazla önem taşımayan bir gazeteci olduğunu düşündüğümden “Soros-Gülen” konusunda yaptığı veya yaptırmaya çalıştığı benzetmeyi de önemsemiyorum. Ama elbette konu, AKP-Cemaat mücadelesinin odağında yattığı “iç siyaset” açısından değer taşıyor. Bu konuyu uzmanlarına bırakarak meselenin “geçerken değinilen” başka bir boyutunu kısaca vurgulamak istiyorum.
Rusya’nın Gülen cemaatine yaklaşımı tek bir cümleyle özetlenecek kadar net değil. İktidarın en önemli bileşeni olan istihbarat güçleri ve genelde sertlik yanlısı çevreler (“siloviki”) açısından Cemaat, birçoğu kapatılmış olan okulları ve düzenlediği çeşitli faaliyetlerle her zaman mercek altında bulunuyor ve zaman zaman sıkı denetimlerle, sınırlamalarla ve yasaklarla karşılaşabiliyor. Ama siyasi-diplomatik kanallardan entelektüel-kültürel çevrelere kadar Cemaat’le diyalog içinde olan bir başka Rusya daha var. Çoğu kez iki devlet arasındaki ilişkiler ve çıkarlar, Moskova’nın tavrını belirliyor. Örneğin, bir dönem Tataristan’daki Gülen örgütlenmesine karşı sertleşen Rusya yönetimi, bizzat Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün girişimleri sonucu yumuşamıştı. (AKP ile Cemaat’in mücadelesi, ilkinin üstünlüğüyle ve aralarındaki köprülerin atılmasıyla sonuçlanırsa, Kremlin ülkesindeki Gülencilere karşı sertleşebilir.)
Bu kadar girift konulara ve bu arada Gülen cemaatine Rus gazetecilerin gösterdiği ilgi çok doğaldır.
Tabii, gazeteci var, gazeteci var… Mesleğini hakkıyla yapanı da, ajanlık edeni de, yandaş ve satılık olanı da, her şeyi magazine çevirmeyi ve araya kendi egosunu sıkıştırmayı marifet sayanı da…
Tıpkı Türkiye’deki gibi.
Darya Aslamova'nın gazetecilik tarzı ve sıra dışı öyküsü ise pazar günkü yazıda…
@AksayHakan