Kim alır, kaç kişi alır? Arkasında kocaman bir banka olmasa hangi yayıncı cüret eder?
Son kağıt ve maliyelerine göre benim 260 sayfa dolayındaki ilk kitap raflarda kaçtan satılmak zorunda? 150-200 lira? Kaçıncı sıradan matbaaya gider? Ne zaman piyasaya çıkar? Kimler alır? Alabilir?
Sorular, sorular… Devriniz başlıyor ey kaygılar!
Tahmin etiğim gibi editör dostum sıkıntılardan, zorluklardan söz ediyor. Haklı.
Durumun vahametini azaltmak için ona:
"O zaman asıl geliş nedenimden, yeni bitirdiğim 600 sayfalık romandan söz edeyim!" diyorum.
Gülüyoruz. 600 sayfalık roman! Hayal. Gerçekler dünyasına dönüp, benim 260 sayfalık kitabın nasıl yayınlanması gerektiğini düşünmek üzere ayrılıyoruz.
Şu anda benim anılar gibi pek çok kitap Araf'ta. Bitmiş ama öteki tarafa gidememiş.
Ne yapmalıyız?
Anılarım iki bölümden oluşuyor. Birincisine "Ve Tren Gidiyordu", ikincisine "Babıali'nin Yükselişi ve Çöküşü" adını verdim. Bir otobiyografi değil, anılar demeti, Frenklerin "memoire" dediklerinden. Medya ülkesinde geçirdiğim 60 yılda yaşadıklarımı anlatıyorum. 1974 yılında TRT'de İsmail Cem'in program danışmanlığından, 2010'da Fetöcüler tarafından Radikal'den atılışıma kadar uzanıyor…
"Hasbelkader" basının ve medyanın en kritik dönüm noktalarında aktör ya da tanık olarak bulunmuşum. Yurtdışında yaşadıklarım ve tanıdıklarım da cabası. "Memoire"ın çalakalem bir iç dökme değil, bir edebi tür olduğu bilinci ile yazılmış… Fazla gecikmeden çıkmasını istiyorum. Çünkü bu sadece benim değil, kuşağımın, dostlarımın da hikayesi. Birçoğu aramızda değiller. Onlara borcum var: Bu bir görev!
Öyleyse ne yapmalıyız?
Yayınevim ideolojik olarak "ilerici" de olsa, teknolojik olarak "muhafazakâr" bir yayınevi. Dijital kitap ya da e-kitap seçeneklerinden uzak duruyorlar.
Peki, öyle şeyler yapmadan neler yapılabilir?
Kitabı kısa fasiküller halinde yayınlamak? Sesli kitap ve podcast yollarını denemek? "Kriz"in geçmesini beklemek?
Oysa, bu krizin gelip geçici değil, yapısal olduğunu biliyoruz. Kağıt-mürekkep gazetenin ve kitabın suyunun ısınmakta olduğunu Türkiye'de ilk yazanlardan biri bendim. Kötü haberi verirken Anthony Smith'in 1980 yılında çıkan Goodbye Gutenberg adlı kitabından söz ediyordum ve o yazı sanırım Milliyet Sanat Dergisi'nde çıkmıştı. Dijital teknoloji ile birlikte, fiziksel olarak iletilmek zorunda olan kitap aşılıyor, mantıksızlaşıyordu. Artık kağıt yüktü!
Uzun süredir, benim gibi derdini uzun uzun anlatmak isteyenlere internetin sağladığı olanaklar önerildi. Araya pandemi, ekonomik kriz ve kağıt sıkıntısı gibi yeni etmenler girdi. Bugüne geldik!
Öyle ya da böyle. Metinleri kağıttan değil ekrandan da okumaya alışmak zorundayız. İkisinin tam aynı şey olmadığını bilsek de alışmak zorundayız.
Tabii, kitabın vazgeçilmez olduğu kanısında isek… Dijital mecraların bizi alıştırdığı bölük pörçük, kırpık kurpuk, kısacık kekeme mesajlarla yetinebilenlere diyecek bir şey yok.
Ben kitap formatının rasyonaliteye dayanan çağdaş uygarlığın temel taşı olduğuna inananlardanım. Konuların (ve anıların) derinden irdelenmesinden yanayım.
Editörüm kaygılanmasın, henüz yazmadım ama, kağıt olmasa da, 600 sayfalık romanlar da olmalıdır. Tolstoy'un Anna Karenina'sı 1100 sayfadır. O roman olmasaydı aşk hakkında bilgimiz ne kadar güdük kalırdı!
Haydi, Kont Vronsky'nin Anna'ı sevip sevmediğini Twitter'da anlatın bakalım!