Su birleştirir mi, ayırır mı? Felsefi bir soru değil, coğrafyanın günlük hayatımıza oldum olası etkisi üzerine düşünürken sorulması gereken bir soru. Mesela İstanbul ve Çanakkale boğazları klasik coğrafyacı anlatımıyla Avrupa'yı Asya'dan ayırır mı, yoksa bu iki kıta bu su yollarında birbirine yaklaşır mı? Suyun öte tarafı hep ilginç gelmemiş mi insana? Dünyanın en önemli kentleri hep su kenarında ve haliyle liman ve ticaret kentleri. Zaten dünya coğrafyasında denize kıyısı olmayan (landlocked) 44 ülke var ve bunlara dünya ticaretine katılabilmeleri için bazı imtiyazlar tanınmış.
Türkiye coğrafyası da batısında iki önemli su yolu barındırıyor: Çanakkale ve İstanbul boğazları. Buna bir de Marmara Denizi'ni eklemek gerekiyor. Tarih boyunca Doğu-Batı çatışmaları buralarda olmuş. Truva cengi de İstanbul kuşatmaları ve fetihleri de... Türkiye'nin doğusunda da Fırat ve Dicle zaman zaman sınır teşkil eden su yolları olmuş. Dönüm noktası teşkil eden bazı savaşlara Mezopotamya sahne olmuş. Suyun karşısıyla ticaret var ama rekabet de var. Su birleştiriyor mu, ayırıyor mu?
İsviçre'de Leman Gölü kıyısında şirin bir yerdir Montrö (Montreux). Kent topu topu 26 bin nüfusuyla 1967'den beri her yıl jazz festivali düzenliyor ve bu alanda hak edilmiş bir üne sahip. Pırıl pırıl bir İsviçre kasabası işte. Frank Zappa'lar, Deep Purple'lar, Freddy Mercury'ler, daha kimler kimler sahneye çıkmış burada. Kumarhane yangınından esinlenerek "Smoke on the Water" dinlemiş müzikseverler Montrö'de.
Montrölüler acaba biliyor mu adlarının bugünlerde nerelerde ne kadar geçtiğini? Sanmam. Müreffeh İsviçre refahının kıymetini bilir, pek karışmaz.
Birinci Dünya Savaşı ve öncesi İstanbul ve Çanakkale boğazlarının önemi idrak edilmiş ve Montrö'de mantıklı bir uluslararası anlaşma imzalanmış olsa gerek. Bugün Çanakkale'de bir savunma zaferi kutlanıyor. Almanlardan hiç söz etmediğimiz bir zafer bu. Ne Almanların müsebbip olmasından ne de onların komutasında bu muharebeye girip kazandığımızdan kimse söz etmez. Öyle ya, başarıların anası babası çoktur da başarısızlıklar öksüz çocuk gibidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Genelkurmay Başkanı'nın bir Alman olduğunu kaç kişi dile getiriyor böyle bir günde?
Montrö Boğazlar Sözleşmesi bölgede barışa hizmet eden ve Karadeniz kıyıdaşı ülkelerin selameti açısından çok önemli bir uluslararası belge. Nitekim, üzerinden bir dünya savaşı daha geçmiş ve faydası görülmüş. Bugünlerde Montrö'yü hatırlatan bazı emekli amiraller yargılanıyor. Çünkü liyakatsiz siyaset oldumcukları televizyon ekranlarında boy gösterip akılları sıra Montrö sözleşmesini tartışmaya açmışlardı. Sebep? Kanal İstanbul!
Evet asrın mega projesi Karadeniz ile Marmara arasında suni bir kanal açarak İstanbul'un Avrupa yakasını bir ada haline getirecek ve gemi geçişlerini hızlandırıp daha çok para kazanılacaktı. Güvenlik de ayrı bir gerekçe tabii. Propaganda mekanizması hemen kolları sıvadı. Montrö kimsenin aklına gelmemişti. Ne olacaktı şimdi? "Kanal İstanbul Montrö'nün konusu değil"den tutun "Montrö'yü revize ederiz"e kadar çeşitli görüşler işittik.
Montrö'ye dokunmayın diyenler yargı önünde.
Peki, Möntrö'ye dokunuruz diyenler?
Onlar da şimdi tepemizdeki savaşın yarattığı korkulu telaş ile Montrö'ye sıkı sıkı sarıldıklarını ilan ediyorlar cümle âleme.
Çok mu gerekli şu kanal? Çok mu gerekli doğanın dengelerini bozmak? Doğa bunun intikamını almaz mı? Görmüyor muyuz dolgu sahil yollarının, değiştirilmiş dere yataklarının, kurutulmuş göllerin halini? Şart mıdır bu inat?
Ülkemizin güneybatısında ince uzun bir yarımada vardır. Adı Reşadiye. Genellikle Datça Yarımadası diye bilinir, çünkü Marmaris'ten Datça'ya giderken o ince uzun yarımada üzerinde yol alırsınız. En uç noktasında Knidos antik kenti vardır. Bir tarafı Ege, bir tarafı Akdeniz olan bir liman kenti. Gemiler illaki burada soluklanacak, Knidoslular da zengin olacaktır. Yunan kentleri için M.Ö. VI. yüzyılın en büyük tehdidi doğudan gelmektedir. Lidyalıları yenen Persler Yunan kentlerini ele geçirip kendilerine bağlamaktadırlar. Sıra Knidos'a gelmiştir. Komutan Harpagos ilerlemektedir.
Knidoslular'ın aklına bir fikir gelir. Yarımadanın en ince belinde, kıstağında, belki de bugün "Balıkaşıran" denen noktasında bir kanal açıp ve kentlerini bir ada haline getirme fikri. Kazma kürek işe girişirler ama bir sorun vardır. Kırmaya çalıştıkları kayalık alan çok serttir ve sıçrayan, seken taş kıymıkları işçilerin yüzlerini gözlerini parçalar. Yaralanmalar had safhaya varınca ünlü kehanet merkezi Delphi'ye elçiler yollayıp nedenini sorar, çözüm isterler.
Her zaman altı satırlık mısralarla cevap veren Delphi kâhini bu sefer kısa kesmiştir:
"Kıstağa kanal kazmayın. Eğer Zeus isteseydi zaten orayı ada yapardı!"