Ece Cangüden ve Fırat Uran’ın işleri ile karşılaşınca atölyelerini ziyaret etmek istedim. Boyalarla oynamak sağaltıyor. Pırıl pırıl kalplerle vakit geçirmek umut veriyor. Birlikte yaratmak, dönüştürmek az bulunur şey. Ece ve Fırat bunu, oldukları gibi olmaya devam ederek yapıyorlar. Çelik teller, demir çubuklar, pleksiler, oyuncakçılar, kozmetikçiler, renkli mumlar, tutkallar, asetatlar, aydıngerler, mimari eskiz kalemleri ve mürekkepleri, el yapımı kâğıtlar... Bu malzemelere dokunmayalı ne kadar zaman oldu? Karşılaştığım insanları bükmek yerine aydıngerleri buruşturmayalı? Ece ve Fırat’la gurur duyuyorum. Onlarla siz de tanışın istedim.
Sanat eğitiminizden bahsedebilir misiniz? Dönüm noktaları, okullar vb.?
Ece: Liseye kadar Şişli Terakki okullarındaydım.Üniversitede İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı okudum. Kampüsümüz Eminönü’nde eski İTO binasının olduğu yerdeydi, o nedenle o dönem tasarım ve eskiz pratiği adına oldukça verimliydi; ancak benim için bazı dönüm noktaları ve ardından beliren kararlar, üniversiteyi bitirince oluştu. Mimaride, kurallara ve karşı tarafa fazlasıyla bağlı olmak zorunda kaldığım projeler denk geldi uzun bir süre, bense hep biraz daha özgür, kuralsız olmak istedim. Neyi istediğimi, neyi istemediğimden yola çıkarak aradığım bir süreçdeyken her şey kendiliğinden gelişti.
Fırat: Amerika’da New York Film Akademisi’nde yönetmenlik atölyesine katıldım ve kısa filmler yönettim. Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk bölümünü 2012’de tamamladım. Sonra Los Angeles’ta UCLA’de film ve pazarlama ile ilgili sertifika programlarını tamamladım. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Ekonomi Hukuku ve Sinema Yüksek Lisans programlarına devam ediyorum. Kali Kalav, Lucid Dream sergilerini yaptım. Farklı disiplinlerde gezinmeyi seviyorum. Duyguları yok olmaktan kurtarmayı deniyorum.
Nasıl tanıştınız?
Ece: Fırat ile ben liseden arkadaşız; ama büyüdükçe fark ettik birbirimizi. (Gülüyor) Ortak yönlerin aynı zamanda farklı bakış açılarının birleşimi, hem bir dostluk hem de ortalık yarattı.
Fırat: Ece ile Şişli Terakki’den arkadaşız.
Birlikte iş yapma süreci nasıl gelişti?
Ece: Fırat bir süredir cansız manken polaroidleri çekiyordu. Aslında hiçbir şekilde müdahale etmeden fotoğrafladığı cansız manken figürleri bize dair o kadar güzel tespitlerde bulunuyordu ki seviyordum bu projesini. Benim iş üretme konusunda kararlarım ani oluyor ve yeni malzemeler denemek, keşfetmek bir çeşit ar-ge’cilik hoşuma gidiyor ama hep dönüp dolaşıp geri döndüğüm, kendimi evimde hissettiğim bir şeyler de var. Bu da mürekkeplerle ortaya çıkardığım akışkan formlu eskizler. Atölyede workshop yapacağımız günlerden birinde Fırat, seansdan birkaç saat önce elinde polariodlerle atölyeye geldi, biz de beraber bir şeyler deneyelim dedik ve bu işleri ortaya çıkardık. Hesapsız gelişti yani; ama memnun kaldık sonuçtan. Sanki o fotoğrafların içerisine koyduğumuz renk, şiddet ve sınırlarlamalar yeniden yorumlama oldu.
Fırat: Ece çok güzel resimler yapıp sosyal medyada paylaşıyordu. Gördüğümde çok yetenekli olduğunu ve sergi açması gerektiğini düşündüm. Tesadüfen sergi mekânı açan arkadaşım sanatçı ararken Ece ile tanıştırdım ve böylelikle ilk sergisini gerçekleştirmiş oldu. Sonrasında Ece atölye açtı. Amerika dönüşümde Ece'nin atölyesinde (Atelier X) workshoplar düzenlemeye başladık. Bir workshop öncesi çektiğim cansız manken polaroid fotolarını getirdim. Birlikte boyamaya başladık. Ve böylece ortaya çıktı
Cansız Mankenler projesinden bahsedebilir misiniz?
Fırat: O gün atölyede fotoğrafları boyadıktan sonra Room and Rumours’a attık. Mekân işlerimizi beğendi, çerçeveletip asmamızı istedi. Böylelikle kendimizi çerçevecide bulduk. Bu proje, İstanbul’un cansız mankenlerini karanlık çizgilerle gözler önüne seriyor.
Cansız Mankenler projesinde uyguladığınız teknik nedir?
Ece: Karışık teknik diyebiliriz. Fırat’ın polaroid çekiminin ardından biraraya gelip resimde daha ne görmek istiyoruz diye beraber karar verip mürekkep ve yağlı boya, mum vb. malzemeler yardımı ile işleri tamamlıyoruz. Belli bir renk skalası üzerinden gittik bu işlerde beyaz bir zemin üzerine kırmızı ve siyah kullandık çoğunlukta. Kırmızı egonun, iktidarın, hırsın rengi olarak algılanır genelde. Bir bölüme yoğun duygular katmak istediysek kırmızı kullandık. Siyah, kalın, yağlı boya katmanlarıyla üçüncü boyutu hissetmelerini istedik izleyenlerin.
Hangi malzemelerle yaptınız?
Ece: Polaroid, fotoğraf kağıdı, mürekkep, yağlı boya, mum şimdiye kadar ortaya çıkan işlerde kullandıklarımız. Zaman içinde yeni bir şeyler de eklenebilir elbet. Malzeme konusuna takılmak çok önemli değil bana kalırsa, anlatmak istediğini vurgulamanın yolu hep aynı kanaldan geçmemeli belki de. Heyecan yaratmalı bir sonraki adım.
Bu tekniğin adı nedir?
Ece: Fotoğrafın da içinde bulunduğu karışık resim tekniği diyebiliriz.
Başka işler de yapıyor musunuz hayat devam ederken?
Ece: Yapıyoruz. Ben iç mimar kimliğimi sürdürüyorum. Maçka’da İnönü Köşkü’nün olduğu yerde artık ailem gibi gördüğüm bir iş yerinde çalışıyorum sekiz senedir. Bununla beraber 2014 yılından beri Beşiktaş, Çırağan’da bulunan Atelier X adında bir atölyem var. Atölye hem ben ve Fırat için bir çalışma alanı hem de sergilemeler ve workshoplar yapılan sürekli değişen bir mekân. Kalan vaktimin çoğunu atölyede geçiriyorum.
Fırat: Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisanslardan kalan vaktimde part time piyano dersi veriyorum.
Atölyeniz nasıl geçiyor peki?
Ece: Dört, beş kişilik gruplar halinde ağırlıyoruz katılımcıları. Farklı farklı fotoğraf kağıtları üzerine bir takım mürekkeplerle soyut emprovizasyon çalışmaları yaptırıyoruz. İki saat sürüyor çalışma. Farklı ölçülerde beş, altı resim çıkıyor her katılımcıdan. Açıkcası benim için oldukça keyifli oluyor; çünkü kullanılan malzeme aynı da olsa herkes ortaya kendi stilinde bir iş çıkarıyor. Özgünlük görmek ve onlardan da bir şeyleri kendime katmak hoşuma gidiyor.
Fırat: İlk başta Ece boyaları ve tekniği tanıtıyor, örnek yapıyor. Sonrasında müzik eşliğinde resimlere başlıyoruz. İki saat süresince farklı renk boyalar ve kağıtlarla çeşitli resimler ortaya çıkarılıyor.
Kimler katılabilir?
Ece: Herkes katılabilir. Bir resim geçmişiniz veya özel bir resim yeteneğiniz olması gerekmez.
Fırat: Özellikle gündelik hayattan sıkılanlar ve serbest resim tekniklerini denemek isteyenler.
Orada çıkan işler size neler düşündürüyor?
Ece: Birçok şey. Her bireyin kişisel dünyası, bilinçaltı ve katmanları var. Herkes kendince bir armoninin veya formun peşine düşüyor. Zaten ben o konuda bir kısıtalama getirmiyorum kimseye. O sırada kendilerini gerçekleştirmelerini izlemek enteresan. Mesela birinin yaptığı iş çok alkış aldı, bazen herkes tek tip bir bakış açısına dönüşebiliyor ama yine de en fazla bir, iki kâğıt sürüyor o heyecan. Sonra yine herkes kendi olabiliyor. Bazen grubun enerjisine göre herkesin üzerine bir şeyler akıttığı, çizdiği, bulaştırdığı işler de yaptırıyorum. Bireyselden öte kolektif birşeyler çıksın diye. Bazen daha iyi de olabiliyor veya asimile de olabiliyor karakterler. O anlık enerjiye bağlı. Bir takım denge konularını sorgulamaya neden oluyor bu durum.
Fırat: Her seferinde farklı işler çıkıyor. Herkesin kendi stilini bulmasını izlemek eğlenceli.
Hangi niyetlerle geliyorlar?
Ece: Değişiyor. Birşeyler içmek için, sosyalleşmek için, gündelik konularından uzaklaşmak için, bu işi yapan ve burada neler yapıldığını merak ettikleri için, bilmedikleri ve öğrenmek istedikleri için, sadece arkadaşları katıldığı ve onu da çağırdıkları için, cazip geldiği için, bir çeşit terapi için ama en çok o an odaklandıkları tekşey o kâğıt ve sıvılar olsun, dolayısıyla da iç dünyaları olsun diye geliyorlar bana kalırsa.
Fırat: Resim yaparak rahatlamak ve keyifli vakit geçirmek.
Sanat sanat için mi?
Ece: Yine insan için, var olmak için. Etkileşimde olduğu her neyse kişinin, onu kendi süzgecinden geçirir, kendi yorumuyla karşıya aktarır ve bununla alakalı kişisel bir açıklamaya gereksinim duymamalıdır belki de. Her iş kendi kendisini zaten açıklar. Resim, heykel, fotoğraf veya bir video o yüzden kendisidir yoksa zaten bir yazı veya bir konuşma metni olurdu.
Fırat: Kesinlikle.
Jackson Pollock ile nasıl ilişki kuruyorsunuz?
Ece: Etkileyici bir çıkış noktasıydı. Söyle bir sözü var Pollock’un: Resimlerim üzerinde çalışırken, o an için ne yaptığımın tamamen bilincinde olmam; ancak belli bir tanışıklık döneminden sonra ne ile ilgili hareket ettiğimi görebilirim. Ben de bazen resmin veya heykelin kendisini gerçekleştirmesine izin veriyorum, ardından yakaladığım duygunun, gördüğüm konu veya figürün üzerine gidiyorum. Sonuçta ortaya çıkan her ne yolla ifade edilirse edilsin, kişi yine o anki kendisini gerçekleştiriyor. Bilinç akışı tekniğine dair ne söylemek istersiniz?
Ece: Samimi, aslında mikro ölçekte hayatı tanımlamak gibi. Sonuçta anlık hisler bir bütünü etkiliyor ve bir daha geri dönemeyeceğimiz bir anı belgelemek ve izini sürmek de peşinden gittiğim bir şey. Resim de aynı şekilde. Anlık hislerle yola çıkabilirsin. Bir zaman geçince bir bakmışın artık orada değilsin, bir yabancılaşma yaşanabiliyor şimdiki sen ile geçmişteki sen arasında. Bu ikililik ve değişimin gözlemi kişinin kendiyle olan ilişkisini de sorgulatıyor bir yandan.
Doğaçlama kavramı ile işleriniz nerede buluşuyor?
Ece: Başlangıçta buluşuyor. Sonrasında birtakım konulara itiyor sizi ortaya çıkan resim. Ara ara hep ortaya çıkan işin içine aldığım ama tam olarak bağlanmak istemediğim bir şey.
Fırat: Resimler çok az manüpüle edilebiliyor. Ne olunmak isterse o olunuyor.
Başka hangi malzemelerle çalışıyorsunuz?
Ece: Malzeme olarak hemen hemen her şeyi denemeyi seviyorum. Öncelikle karmaşa yaratsa da sonradan ister istemez sadeleşme yaşıyor kendini buluyor iş. İç Mimarlık altyapısından geldiğimden belki sadece tuval ressam boyalarına bağlı kalamıyorum. Mesela Cağaloğlu’na boya almaya gittiysem Tahtakale’ye uğramadan dönmüyorum. Çelik teller, demir çubuklar, pleksiler, oyuncakçılar, kozmetikçiler, renkli mumlar, tutkallar, asetatlar, aydıngerler, mimari eskiz kalemleri ve mürekkepleri, el yapımı kâğıtlar vb. birçok malzeme sayabilirim. Mesela bugünlerde bir çeşit tutkalı eriterek heykel denemeleri yapıyorum.
Contemporary nasıl geçti?
Ece: Space Debris sanat insiyatifiyle katıldım. Bu yaz volkanik arazi yapısına sahip bir takım adalara seyahat ettim. Sanki bu dünyaya ait olmayan bir yer izlenimi veriyordu. Ayrı ayrı alabildiğine bembeyaz, simsiyah veya kırmızı, mor, oksit yeşili devasa taşlarla çevrili plajlar düşünün. Müthiş etkilendim. Bir de bir şantiyede rastladığım asma tavan demirleri yığını vardı. Tesadüfi olarak o kadar güzeldi ki hacim duygusu. Bu iki alandan fotoğraflayıp kolajladığım pleksi üzerine print işler sergilendi.
Sırada ne var?
Ece: Şimdi heykeller geliyor.
Atelier X ne demek? Nasıl koydunuz adını?
Ece: İki tane birbirine zıt ama kesişen çizgiden oluşan bir şekli var X harfinin. Kesiştiği nokta en yoğun siyah uçlara gittikçe yoğunluğu hissi azalıyor. Çember bizden başlayıp büyüyerek genişliyor ve devam ediyor hissi yarattı, kuvvetli buldum.
Atölyenizi ilk bulduğunuzda mekân nasıldı? Mekânın tarihi?
Ece: Korkunç haldeydi. Her yer talaş, etrafta kertenkeleler dolanıyor, dökülüyordu mekân. (Gülüyor) 80’lerde elektrikçi dükkânıymış, sonra sucu deposu olmuş. Bir küçük tuvalet ve mutfak var mekânda, asma katı, resimleri saklama ve depo alanı gibi kullanıyoruz. Kanepe eskiden aşağıdaydı ama baktık çalışma alanı yeterli gelmiyor, onu da yukarı gönderdim.
Hızlı bir yaratım/üretim süreci bu. Mühim olan görsel dile hâkimiyet mi?
Ece: Hâkimiyet bir noktaya kadar. Sonrasında renkler desenler karışıyor. En beklenmedik başlangıçtan bazen ‘ah işte bu’ dediğin bir iş çıkıyor veya tam tersi ama tolere edilir. Bir çözücü damlatıp başka bir yerlere gitmek mümkün.
Herkesin ürettiği biricik oluyor. Boya aynı, kâğıt aynı, zaman aynı, mekân aynı vb.
İşlerdeki farkı yaratan nedir?
Ece: Herkes o boş kâğıda bakınca farklı bir şeyler görüyor, kişiyi özel kılan da bu zaten.
Fırat: Ruh.
Üfleme tekniğinden ve aldığınız o elektrikli aletten bahsedebilir misiniz?
Ece: Bu dışarıdan aldığı havayı ince uçlu bir iletken sayesinde hızla dışarı veren bir alet. Fön makinesinin güçlüsü de diyebiliriz. Kullanılan sıvı boyaya uygulayınca bir aksiyon, hız, heyecan duygusu hissettiriyor resim. Akıtmak da bir yöntem ama o daha durağan, sakin bir etki.
Fırat: Ben ona huuuu diyorum. Ece bir gün beni huuuu ile tanıştırdı.
Başka tekniklerle de çalışıyor musunuz?
Ece: Farklı malzemelerle çalışınca tekniklerinizi de kendiniz yaratıyorsunuz aslında. Bazı dönemler akriliğe veya suluboyaya da dönüşler yaşıyorum. Önemli olan tecrübeleri ve teknikleri harmanlamak sanıyorum.
Sizi bu sürece getiren hikâye nedir?
Ece: Üniversite ile birlikte girdi hayatıma resim. Hep el çizimi teslim ettim işleri, perspektif mekân algısı skeç hâlâ hayatımda fazlasıyla olan bir şey. Bu mürekkepleri de tam o noktada buldum zaten. Mimari perspektif çizdiğim kalemlerin mürekkepleri bunlar. Fotoğraf kâğıtları da projeleri teslim ettiğim plotter kâğıtları. Çıktılardan kalan kâğıt parçalarını nasıl değerlendiririm derken resimler ortaya çıktı. Mekândan dışarı çıkmıştım ve belki de biraz fazla uzaklaşmıştım. (Gülüyor) Kozmos isimli bir sergi açtım 2014’te. Güneş tutulmalarını gezegenleri, uyduları, karadelikleri, patlamaları ve bu başlıklarla bağlantılı soyutlamaları konu alıyordu. Sonra üzerine gittim resmin. Bazen güzel bir yemek ya da tatlı kokusu alır izini takip eder bulursunuz ya, o türden bi his. O kokuyu takip ediyorum hâlâ. Hislerin izinden gidiyorum.
Fırat: Güven ve enerji.
Cansız mankenlere olan ilginizi nasıl açıklarsınız?
Fırat: Bir süre Amerika’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye döndüğümde daha önce sıkça karşılaştığım cansız mankenleri daha farklı görmeye başladım. Cansız mankenler normalde insanların, satılan ürünü görüp alma isteği uyandırması için tasarlanmış bir şeyken Türkiye’de bu isteği uyandırmanın pek de önemli olmadığını ya da bir şekilde başaramadıklarını fark ettim. Evet, Türkiyenin cansız mankenleri tuhaf bir halde; fakat onlara yeni bir gözle baktığımda bana bir şey söylemeye çalıştıklarını düşündüm. ‘Üzerimizdekini satın al’ mesajının dışında bir şeydi söylemeye çalıştıkları. Bunun üzerinde düşünürken My Sister, Guard Your Veil; My Brother, Guard Your Eyes Uncensored Iranian Voices (Ablacım başörtünü düzelt, abicim gözlerine sahip çık-Sansürlenmemiş İran Sesleri) kitabını okumaya başladım. Mehrangiz Kar’ın yazdığı Cansız Mankenin Ölümü adlı yazı ile bu şekilde tanıştım. İçinden bir kısmı paylaşmak isterim:
Kadın cansız mankenler, başörtüsü giyilmesine zorlanan ilk gruptu. Saçlarını kaybettikten sonra, sadece çehrelerinin ovalliği, zarifçe renklendirilmiş dudakları, kızaran yanakları ve süslenmiş kirpikleri gözükebiliyordu ama yetkili makamlar bu çekici yüzlere artık tahammül edemeyip, cansız mankenlerden biraz yardım alarak, kadınların dış görünüşlerini İslamlaştırmaya devam ettiler. Bu mankenler tüm İranlı kadınlar için örnek bir modele dönüştürüldü: zaten örtülülerdi, ama bu yeterli değildi. Şiddetli baskıdan etkilenen tüccarlar yeni İslami kanunlar doğrultusunda harekete geçti. Mankenlerin yüzlerinde renkler yavaş yavaş solup gitti. Rujlarının kırmızılığı ve kızarmış yanakları gitgide renksizleşti. Işıklı gözleri ferini kaybetmişti ve boş bakıyordu. Artık onların bakışlarına, İslam Cumhuriyeti’nin yaratmak istediği tevazu ve iffet havasında, bir korku yerleşmişti. Dükkân sahipleri en sonunda baskıcı rejime dayanamayarak mankenlerin kafalarını koparmaya başladılar. Kafası kopartılan mankenlerin üstüne kartondan yapılmış yuvarlak kâğıt yüzler konulmuştu. Gözleri, kirpikleri, burnu, ağzı olmayan. Sonrasında dükkân sahipleri cansız mankenlerin parmaklarını koparıp ayaklarını bağladılar. Muhafazakâr kesim için ideal olan kadın, görmek için gözleri olmayan, konuşacak ağzı olmayan, kaçacak bacakları olmayan kadındı. Cansız mankenlerin üstlerinde kadın kimliği ve görünüme ait olan her şey yok edildi.(Çeviri: Fırat Uran)
Bu yazıyı okuduktan sonra bugüne kadar farkında olduğum kadın-erkek ayrımcılığını daha farklı bir boyutta algılamaya başladım. Aslında bir cinsiyetin diğer bir cinsiyete açtığı savaştı bu. Aynı şekilde Judith Butler, toplumsal cinsiyet, erkekler ile kadınlar arasındaki eşitsizliğin cinselleştirilmesinin katılaşmış halidir derken tam da bu konuya değinmek istiyordu. Türkiyede henüz cansız mankenlere getirilmiş bir yasak yok. O halde ne söylemeye çalışıyordu bana bu cansız mankenler? Polaroid kameram ile çektiğim fotoğraflara baktım.
Gördüğüm şey kadındı. Erkeklerin arasında kalmış, ikiye bölünmüş, tek tipleştirilmiş, bebek üretmeye zorlanmış, kafası kapatılmış, savunmaması için kolları kopartılıp bir seks objesi olarak durdurulmuş, küçükken zorla soyulmuş, gelinlik ile evliliğe koşullandırılıp vitrine hapsedilmiş bir kadın.
Sevdiğiniz yazar, ressam, müzisyen, yönetmen vb.? Kimlerden ilham alıyorsunuz şu sıralar?
Ece: Anselm Kiefer mesela, derinlik duygusu sonsuz alanlar, kalın katmanlar dokular, devasa heykel şehirler. Elbette prodüksiyonlar çok büyük; fakat o kocaman alanlardaki mabedimsi his beni çok etkiledi. Rollo May’in yaratım üzerine analizleri. Şu an müzik olarak ilk aklıma gelen The Legendary Marvin Pontiac’ın melodileri oldu.
Fırat: Pulp (müzik grubu), Ernst Kirchner (ressam), Yalçın Tosun (yazar).
Nasıl geri dönüşler aldınız?
Fırat: Creepy.
Hayatın anlamsız geldiği oluyor mu?
Ece: Zamanın yetersiz geldiği oluyor daha çok. Hayat anlamsız değil aksine çok anlamlı ve biricik. Yapılıcak çok iş var. Sonunda vardığın nokta seni tatmin eder mi ya da varır mısın bir yerlere bilmem ama yolculuk keyifli.
Fırat: Çoğunlukla hayır.
Sanat niye var?
Ece: Fark etmek için farklı algı seviyelerini araştırmak için, hislere yakınlaşmak için birbirini anlamak için, iletişimin bir çeşidi sanki.
Fırat: Hissedilenleri aktarmak için.
Deneysel olmak nasıl bir his?
Ece: Özgürleştiriyor ve cesaretlendiriyor deneysellik. Sonucunu düşünmekten kurtarıyor seni veya sonucunu çok da önemsememeyi. Sorumluluklar yüklemiyor. Keşke her şeye taşısak bunu, ilişkilere, dostluklara, işlere. Rahatlasa biraz herkes.
Kurallar sizin için ne ifade ediyor?
Ece: İkili bir hayatım var benim. İyi ki de var. Kurallarla kuralsızlıkların dengesi hoşuma giden ve belki de kuralsızlığı da cazip kılan.
Fırat: Değişebilirler.
-
Ece Cangüden:
Fırat Uran:
instagram.com/firaturanpaintings