Cumhuriyet gazetesi polis baskını yiyor sabaha karşı... Gerekçe: Charlie Hebdo yayını. Cumhuriyet yazarları Ceyda Karan ve Hikmet Çetinkaya bir gazetenin internet sitesinde hedef gösteriliyor manşetten. Gerekçe: Charlie Hebdo. Milliyet gazetesi yazarı Mehveş Evin’in yazısı yayımlamıyor. Gerekçe: Charlie Hebdo. Bir gazete yazarı soruyor: “Karar aldık, 12 yerine, sayıyı 3 ile çarpıp, 36 olarak olarak belirledik’ derlerse…” Charlie Hebdo’dan bir seçki yayınladığı için Cumhuriyet’e yaylım ateşi: “Acırım tükrüğe billahi, tükürsem yüzüne!” Bir başka tweet: “Bu bir katliam değil karşılıktır, zira bu insanlara katliamı öğreten yine bunlardır.” Tepkileri, tehditleri okuyorum sosyal medyada, satır aralarına bakıyorum. Akıl alır gibi değil. İçim kararıyor. İfade özgürlüğü açısından gitgide boğucu hale gelen bir ortam... Hep aynı hava, aynı söylem. Kendileri tertemiz. Eski deyişle pirüpak. Tüm kötülüklerin kaynağı Batı. Kötü olan ne varsa Batı’dan ve onun değerlerinden geliyor. Bu açıdan Erdoğan da farklı değil, Davutoğlu da... Allah için bir çift sözünüz yok mu Müslümanlara dönük?.. Bir kere de siz sorsanıza Allah aşkına: “İslam aleminde, bizim dünyamızda eksik olan nedir ki, neden bizim dinimiz teröre, şiddete dayanak yapılıyor ki?..” Neden sormuyorsunuz, soramıyorsunuz ki: “İslam alemi kendi içine dönüp niçin özeleştiri yapmıyor?..”
Neden hep savunma halindesiniz; eleştirel düşünmekten neden bu kadar korkuyorsunuz
Bu soruyu soranlar yok değil. Diyanet İşleri eski başkanlarından Ali Bardakoğlu onlardan biri. Ahmet Hakan’a Hürriyet’te şunları söylüyor:
İslam dünyası hep ötekinin yapıp ettiklerine bakıyor. Oysa, yapılması gereken aynaya bakmaktır. İslam dünyasında şiddet var. Mezhep çatışmalarında kan akıyor. Birbirlerinin camilerini bombalıyorlar. Sünni ve Şii ulema bir araya gelip tavır alamıyor. Aksine kendi mezhep mensuplarını haklılaştıran karşıt fetvalar yayınlıyorlar. Çeşitli âlimler sürekli cihat, tekfir ve canlı bomba fetvaları veriyorlar. Bütün bunlar sorunu büyütüyor. Kendisine güvenen bir medeniyet, özeleştiri kültürünü geliştirir. İslam medeniyeti de tarihte böyleydi. Ama Müslümanlarda ciddi bir özgüven kaybı oldu. Tarihten devraldıklarını bir ayıklama yapmaksızın korumaya ve savunmaya başladılar. Ulemayı ve şeyhleri eleştirilebilir, yanılabilir kişiler değil de, Allah'tan özel yetkiler almış ayrıcalıklı kimseler zannettiler.
Özeleştiri kültürü… İslam aleminde bunun kıyısından köşesinden geçildiğini söylemek zor. Bu konudan özenle uzak duruluyor. Murat Belge, Taraf’ta çarşamba günü çıkan yazısında şöyle diyordu:
Bu işin bir çözümü olacaksa –ki, olmalı– bu eninde sonunda Müslüman toplumlarda bulunacak. Bulunabilmesi için İslâm’ın bu çağdaki yorumu üstüne kapsamlı bir tartışma açılması gerekli. Şu olaydan sonra, “Bunlar Müslüman’sa ben neyim” sorusunu soran çok kişi var. IŞİD’in faaliyet tarzı bunu daha çok sorduracak. Soru böyle formüllenebildiğine göre, demek tartışacak çok şey var. Ama görünen o ki, ihtiyaç orada apaçık dursa da, hattâ avaz avaz bağırsa da, bu tartışmaya girme cesaretini göstermeye hazır olan çok kişi yok. Özellikle siyaset adamları arasında bunun gönüllüsü çok az. Çünkü tartışmaların her zaman riski de olur. Sırtını birtakım hazır kalıplara dayayıp oradan İslâmcı siyaset yapmak, çoğunun kolayına geliyor.
Murat Belge’nin sorusunun altını bir daha çizmekte yarar var: “Bunlar Müslüman’sa ben neyim?..” Bu soru, Ahmet İnsel’in çarşamba günü Radikal’de çıkan yazısında geçiyordu.
Bir kere de siz sorsanıza: “İslam aleminde eksik olan nedir ki dinimiz şiddete dayanak yapılıyor?”
Bir de, İslam adına işlendiği iddia edilen cinayetler karşısında “benim adıma asla” türünden bir sloganla karşı çıkmanın Müslüman dünyasında yeterli olmadığı, bundan sonra hiç olmayacağı olgusu var. Bu olguyu Müslüman filozof Abdennur Bidar Eylül 2014’ün son günlerinde, bir Yahudi gencin sadece Yahudi olduğu için birkaç fanatik Müslüman tarafından öldürülmesinin ardından “Kıymetli Müslüman Dünyası”na seslendiği mektubunda şöyle özetliyordu: “(...) İslami Devletolduğunu iddia eden ve bazılarının bir iblis adı vermeyi, DAEŞ demeyi tercih ettikleri bir canavar doğurduğunu görüyorum. Ama çok daha vahimi, bu canavarın senden doğduğunu, senin şaşkınlıklarından, iç çelişkilerinden, geçmişle bugün arasında bocalayıp durmandan, insani medeniyet içinde yerini bir türlü bulamamandan doğduğunu inkar etme çabası içinde kendini kaybettiğini, zamanını ve onurunu yitirdiğini görüyorum. Ne diyerek bağırıyorsun bu canavar karşısında? ‘Bu ben değilim’, ‘bu İslam değil!’ Bu canavarın senin kimliğini ele geçirmesine isyan etmekte kuşkusuz haklısın. İslam’ın barbarlığı telin ettiğini var gücünle elbette haykırmalısın. Ama bu son derece yetersiz kalmaya mahkum bir çaba! Çünkü bir özsavunma konumuna sığınıp, özeleştiri sorumluluğunu almaktan kaçıyorsun. Bu duruma öfkelenmekle yetiniyorsun. Halbuki bu an senin kendini sorgulaman için tarihi bir fırsat olabilirdi. Sen ise sorumluluğunu almak yerine suçluyorsun: ‘Siz Batılılar ve tüm İslam düşmanları, bizi bu canavarla özdeşleştirmeye hemen son verin! Terörizm İslam değildir. Gerçek İslam, iyi İslam savaş değil barış demektir’ (....) Ne var ki bu canavarın arkasında devasa bir sorun yatıyor ve sen bununla yüzleşemeye pek hazır değilsin. Ama bunu yapacak cesareti bir Büyük soru, esas soru şu: ‘Bu iğrenç canavar neden senin suratını çaldı?’ ‘Neden başka bir suratla değil, senin suratınla dolaşmayı seçti?’”
Müslüman filozof Bidar: ‘İslam bu değil!’ demen yetersiz. Çünkü bir özeleştiri sorumluluğunu almaktan kaçıyorsun!
Haydi cevap verin aşağıdaki sorulara, çekinmeyin: Neden hep savunma halindesiniz? Özeleştiri sorumluluğunu almaktan niye kaçıyorsunuz? Allah için bir çift sözünüz yok mu Müslümanlara dönük olarak?.. Kendi kendinize eleştirel düşünmekten neden bu kadar korkuyorsunuz? Ben bu satırları yazarken Charlie Hebdo’nun Türkçesi tam metin olarak, 7 Ocak katliamında yaşamını yitirenlerin anısına ve ifade özgürlüğü adına T24’te yayına hazırlanıyordu.