Yakınlarda okuduğum bir kitap. Bu yılın başlarında New York'ta çıktı. İngilizce adına gelince:
The Road to Unfreedom.
Türkçe'ye nasıl çevrilebilir? "Unfreedom" sözcüğü "freedom"ın, özgürlüğün tam zıddı olduğuna göre Türkçe alternatifler şöyle sıralanabilir:
İstibdata açılan yol. Baskıya, zulme giden yol. Despotluk yolu. Diktatörlük yolu. Faşizme giden yol.
Hepsi olabilir. Kitabın yazarı Timothy Snyder. ABD'deki Yale Üniversitesi'nde tarih profesörü. Daha önce de bu köşede onun iki kitabından söz etmiştim. Biri On Tyranny, diğeri Blood Lands'di. İlki, Avrupa'da demokrasiyi bir zamanlar teslim alan faşizm, Nazizm ve komünizm'den çıkarılması gereken "yirmi ders"i anlatıyordu. İkinci kitabın konusu, geçen yüzyılda Hitler ve Stalin'in korkunç kıskacında kalmış topraklardaki trajedilerle ilgiliydi. Blood Lands geçen kış o acılı coğrafyada dolaşırken elimden hiç düşmemişti.
Tarihçi Timothy Snyder, bu üç kitabında da demokrasi, özgürlük ve hukukun üstünlüğünü yıkan kötülükleri çok yalın bir dille anlatıyor. Son kitabı, The Road to Unfreedom'da ise Rusya, Avrupa ve Amerika'da demokrasi ve özgürlüklerin kötüye giden hallerini ele alıyor. Bu çerçevede Putin Rusyası'na özel bir yer ayırmış. Putin'in Batı'ya karşı demokrasi nefretini besleyen kaynaklara iniyor. İvan İlyin gibi, -Rusya'da bir zamanlar Hristiyan faşizmi bayrağını sallamış bazı düşünürlerin, Putin tarafından nasıl güncel kılındığını sergiliyor. Kitapta Putin'in Avrasyacılığı da geniş yer tutuyor. Erdoğan'ın yıllar içinde yüzünü Batı'dan Doğu'ya çevirirken ilgisini fazlasıyla çeken, askerdeki Avrasyacıları da celbeden Avrasya Gümrük Birliği de var kitapta. Türkiye'deki asker-sivil Avrasyacı çevrelerde iyi bilinen Alexander Dugin'in adı da kitapta sık sık standart faşist görüşleri olan bir demokrasi düşmanı olarak geçiyor. Ayrıca, Dugin'in kendine entelektüel müttefikler bulmak için Batı Avrupa'ya yaptığı gezilerden de kitapta söz ediliyor. Bir yerinde şu söz var: Dugin'in Avrasyacı faşizmi... Alexander Dugin, bütün demokratik değerleriyle birlikte Avrupa Birliği'nin tarihin çöplüğüne atılmasını istiyor. Kitapta en geniş bölüm Putin'e ayrılmış. Putin'in Avrupa Birliği'nin temellerine indirdiği gizli açık darbeler... AB içindeki çelişkileri körükleyen hamleleri... Brexit'e verdiği destek... Fransa, Almanya, Avusturya, Polonya, Bulgaristan, Yunanistan ve Macaristan'daki AB karşıtı milliyetçiliğe, ırkçılığa, demokrasi düşmanlığına dönük üstü örtülü ve açık destek politikaları... NATO'yla Avrupa'nın, NATO'yla Erdoğan Türkiyesi'nin arasını bozma ya da açma çabaları... Kitabın ilginç, epeyce ayrıntılı ve de renkli bir bölümü de, Trump'ın ABD başkanı seçilmesinde Putin'in oynadığı rolde düğümleniyor.
Adına ister tiranlık, ister despotluk, ister istibdat, ister faşizm, ister diktatörlük deyin, ne derseniz deyin, sadece bizim memleketin değil, bütün dünyanın özgürlükten uzaklaşan yolculuğu beni korkutuyor
Putin'in iktidar oyununu ne kadar acımasızca oynadığına dair bölümleri kitapta okurken Erdoğan'ı düşündüm, Putin'le Erdoğan arasındaki çarpıcı benzerliklerin altını çizdim.
Tek adamlık... İktidar dizginlerini tek elde toplamak... Çok sert bir merkeziyetçi devlet... İktidarı bölmeyi, paylaşmayı aklının ucundan bile geçirmemek... Siyaseti her zaman siyah-beyaz diye, dost-düşman diye ayırarak yapmak... Elinin altında hep bir düşman bulundurmayı bir siyaset tarzı olarak benimsemek... İktidar oyununu krizlerle, ufak çapta da olsa savaş ve çatışmalarla, kanlı provokasyonlarla oynamak... Sivil toplum kuruluşlarını yasaklamak, düşman ilan etmek; yabancı devletlerin ajanı, hain olarak görmek...
Yalnız Putin'in değil, Erdoğan'ın siyaset defterinde de üç aşağı beş yukarı bütün bunlar yazılı. Başarısız da değiller. Başkan Trump da onların ellerini güçlendirmek için her şeyi yapıyor. Uzun lafın kısası: Avrupa'sından Amerika'sına, Rusya'sından Çin'ine kadar koca bir yelpazede demokrasi ve özgürlükler geriledikçe geriliyor. Adına ister tiranlık, ister despotluk, ister istibdat, ister faşizm, ister diktatörlük deyin, ne derseniz deyin, sadece bizim memleketin değil, bütün dünyanın özgürlükten uzaklaşan yolculuğu beni korkutuyor. Ve ara sıra Türkiye için yazdığım demokrasi devrimi, demokratik cumhuriyet, demokrasi ittifakı başlıklı yazılarım da bana bazen fazla nahif, fazla iyimser gözüküyor. Acaba gerçeklikten kopuyor muyum düşüncesi içimde kımıldıyor. Ama yine de iyimserim. Belki de iyimser olmak istiyorum. Bu iyimserlik, tüm olumsuzluklara, baskılara rağmen 24 Haziran'da despotluğa hayır diyen yüzde 49 oydan kaynaklanıyor. Evet, rahmetli Çetin Abi'nin dediği gibi:
Enseyi karartmayın sakın!