Hüzün... Sabah sabah niye ki? Bilmem. Yazmak bazen ömür törpüsüne dönüşüyor. Belki de patinaj yaptığım için öyle. Canım yazmak istemiyor. Yazma. Yazmadan olmaz ama... Yazıdan kaçmak yenilgi olur. Sonuna kadar doğru bildiğimi yazacağım., Havlu atmak yok. Bilgisayarımı açıyorum. Omuzlarımda sanki on ton yük... Parmaklarım klavyenin üstünde hiç bu kadar yavaş hareket etmemişti. Sabah erken oy vermeye gidiyorum. Ehram Yokuşu'ndan Bebek'e inerken kuş sesleri, ıhlamur ve yasemin kokuları... İyi geliyor. İçimde yaşama sevinci kıpırdıyor. Tevfik Fikret İlkokulu'nun bahçesi dolu, anlaşılan, seçime bu sefer ilgi büyük. Ne olacak?.. Kaç gündür bu sorudan, bu soruyu tartışmaktan kaçıyorum. Akşama nasıl olsa belli olacak. Aydın Abi, bin yıllık Bebek muhtarı Aydın Onar, tam kapının yanındaki bankta, her seçim günü oturduğu yerde heykel gibi oturuyor. Yaşlanıyor ama ihtiyarlamıyor. Bakışlarıyla geleni gideni süzerek nabız yokluyor. Yanına çöküyorum. Eski zamanları, Robert Kolej'in sahasında futbol oynadığımız günleri yad ediyoruz. Hayat ne çabuk geçiyor.
24 Haziran bir son değil bir başlangıç, demokrasi mücadelesi için yeni bir başlangıç
Cumartesi gecesi altmış küsur yaşındaki sevgili bir dostun doğum gününü kutladık Galata'daki bir evde. Beatles nostaljisiyle güzel saatler yaşadık, Galata Kulesi'ni, Kız Kulesi'ni, tarihi yarımadanın kilise ve camilerini seyrederek, İstanbul'un ne kadar muhteşem bir şehir olduğunu bir kez daha iliklerimize kadar hissederek... Oyumu attıktan sonra denizin kıyısında bir kahveye oturuyorum, elimde kocaman bir kahve. Serçeler masama konuyor, çöreklerime ortak oluyor. Kurşuni bir hava, yağdı yağacak. İçimdeki sıkıntı büyüyor. Kuş cıvıltıları ve martı sesleri... On on iki yaşlarında sandalla gelip buralarda yüzerdik. Bebek Feneri'nin etrafında tur atıp oltayla izmarit tutardık. Sonraki yıllarda, Nazmi'nin bahçesinde, ağaçların altındaki salaş meyhanede izmarit ve istavrit tavayla ilk rakılarımızı çaktırmadan içmeye başlamıştık akşamları gün batarken... Zorlanıyorum. Yazmak ömür törpüsü gibi. Kim bilir, belki de yıllardır hep aynı şeyleri yazmaktan dolayı... Bir dost bu yakınlarda Ahmet Hamdi Tanpınar'ın sözlerini göndermişti. Tanpınar, yazdıkları görmezlikten gelinerek "sükut suikastı"na uğradığını belirtir ve "Türkiye beni yedin" dedikten sonra şöyle devam eder:
Yazın bir kenara: Yenilmedik! Önümüzde ince ve uzun bir yol var
Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.
Türkiye bir tımarhane. Koca bir tımarhanede hayat işte böyle geçip gidiyor! Barış diyerek... Demokrasi diyerek... Özgürlük diyerek... Hukuk diyerek... Geçip gidiyor koca hayat. Hapishanelerdeki dostlarla, mahkemelerdeki dostlarla, koca bir cezaevine dönüşmüş bir memlekette, bu dünyaya boşuna mı geldim duygusuyla, hep aynı filmi seyreder gibi, üstelik çok da çabuk geçip gidiyor. Evet, hüzün. Bugün böyleyim. Eski yazılarımı karıştırıken, Stephen Hawking'in bir sözüne rastlıyorum, iyi geliyor:
HAYAT VARKEN UMUT VARDIR!
Umutsuz yaşanmaz. Evet, hayallerimiz devam edecek. Ne oluyo sana eyy HC?.. "Filmin sonu"nu kim görmüş ki, sen göreceksin. Bu hayatta kaç şanslı fani var ki, beklediğim gelecekler geçmişte kalmadı, geldi diyebilen... Merak etme, bugün de bir son olmayacak, hiç kuşkun olmasın, bir başlangıç olacak. Bak, Nâzım Hikmet ne demiş:
Akşam saatin 9'u. Televizyondan seçim sonuçlarını izliyoruz. Evet, dediğim gibi: Bu bir son değil bir başlangıç! Erdoğan Türkiye'nin bir numaralı sorunu olmaya devam ediyor. Devam ettiği için de, 24 Haziran bu memlekette barış, demokrasi, özgürlük ve hukuk mücadelesi için yeni bir başlangıç. Yazın bir kenara: Yenilmedik! Önümüzde ince ve uzun bir yol var. Bu yolda barış, demokrasi, özgürlük ve hukuk bayrağı elimizden düşmeyecek. Çünkü, Erdoğan'la Türkiye'nin çıkmazı derinleşecek. Çünkü, Erdoğan'la Türkiye'nin hiçbir sorunu dikiş tutmayacak. Çünkü, Erdoğan'la Türkiye sorun çözen değil, sorun biriktiren bir ülke olmaya devam edecek. Unutmayın: Hayat varken, umut vardır!