Bahçedeki ıhlamur ağacının altında oturmuş, Boğaz'ı seyrederken yazıyorum bu satırları. Sabah vakti erken. Sadece kuş cıvıltıları ve rüzgarda hışırdıyan ağaç yaprakları, o kadar. Bir de hüzün... Söyle bakalım HC:
Adalet bunun neresinde?
Tuhaf bakışlı adam ve hapisteki daha birçokları ne halleri varsa görsünler deyip kenara mı çekileyim?
Sevgili tuhaf bakışlı adam zindanda yazıyor, sen ise nerede yazıyorsun?.. Evet, zindanda zorbalığa karşı direnmek için yazdığını söylüyor, sevgili Ahmet Altan. Sen ise Boğaz'a karşı bir ıhlamur ağacının altında oturmuş, püfür püfür esen rüzgarda yazıyorsun. Evet, adalet bunun neresinde? Ne demek istiyorsun HC? Yazmayayım mı? Bunca zamandır yazıyorsun da n'oluyor, ne değişiyor ki? Ne yani bırakayım mı yazıyı? Tuhaf bakışlı adam ve hapisteki daha birçokları ne halleri varsa görsünler deyip kenara mı çekileyim?
HC, hiç olmazsa bir süre tut kalemini diyenlere biraz kulak versene! Kör müsün? İktidar ortakları, içişleri bakanları, mafya babaları eli kalem tutanları, senin gibi itirazı olanları, muhalif sesleri artık açıkça tehdit ediyor, gözdağı veriyorlar. Ne yani, onların istedikleri mi olsun? Sineyim mi, tam siper mi olayım? Elbette farkındayım. Anna Seghers'in 1930'ların Hitler Almanyası'nı anlatırken bir romanında yazdığı o cümle bugünlerde sık sık aklıma takılıyor:
Bütün gündüzlere son veren o gece başlamıştı.
Aslan Ahmet! Zindandasın ama sen de bana güç veriyorsun
Biliyorum bizde de başladı, devam da ediyor. 24 Haziran sonrası zifiri karanlığa doğru yol aldığımızın belirtileri su yüzüne vurmuş durumda. Ama bak, tuhaf bakışlı adam zindandan sesleniyor. Sevgili Ahmet Altan'ın şu sözlerini içim acıyarak okuyorum:
Bir metre eninde, bir metre boyunda, beyaz plastikten kare şeklinde bir yemek masamız var. Avluda yürümediğimiz zaman bu masada oturuyoruz. Hayatımızın büyük kısmı bu masanın çevresindeki plastik iskemlelerde geçiyor. Ben yazılarımı bu masada, tükenmez bir kalemle yazıyorum. Ben yazı yazarken hücre arkadaşlarım genellikle televizyon seyrediyor. Elbette her yazar sakin ve sessiz bir ortamda yazı yazmak ister. Benim şu sırada böyle bir lüksüm yok. Ama ben yazı yazmaya başladıktan bir süre sonra çevremde olanlarla ilişkim kesiliyor. Sesleri duymuyorum. Tabii, yazı yazmak için en elverişli durum bir hücredeki yemek masasında yazmak değil ama şartlardan şikâyet etmenin de bir anlamı yok. Zorbalığa karşı elimdeki tek silah yazı yazmak. Yazı yazarken hem zamanın zorbalığını unutuyorum, hem de zamanın silemeyeceği bir şey yaptığım duygusunun tatminini hissediyorum. Zaman, yazarı silebilir ama yazıyı silemez. Benim yazdığımı silse, bir başkasının yazdığını silemeyecek. Zorbalığa direnen büyük bir gücün parçası olduğumu hissetmek bu küçük hücrede bana güç veriyor. Hapishane ise mekânın zorbalığıdır. Yazı yazmak, mekânın zorbalığını da unutmamı, o mekânın duvarlarını zihnimde yıkmamı sağlıyor. Yazı yazarak, iki zorbalığa karşı da direnebiliyorum.
Aslan Ahmet! Zindandasın ama sen de bana güç veriyorsun. Ben de zorbalığa karşı direnmeye çalışıyorum, arada bir iki satır yazarak. Bak, sayende bir yazı daha kurtardım! Haberin ola, bu yakınlarda bir akşam Memo'yla buluşup kulaklarını çınlatacağız. İyi pazarlar sevgili kardeşim.