Dünyanın şampiyonluk yüzdesi en yüksek stadı, sarı kırmızıya kesmiş Arena, dalgalanıyordu. Kendimizden geçmiştik. Bütün bir sezon şampiyonluğun kucağımıza geldiği bu anı beklemiştik… Üstelik bir de Fenerbahçe, Olimpiyat Stadı’nda Büyükşehir’e 2-0 yenilince, aradaki puan farkı 10’a çıkmıştı.
Şenlik başladı! İki yıl, iki şampiyonlukla başarının hiç kuşkusuz en büyük mimarı Fatih Hoca, aslan topçularımız, 30 hafta boyunca liderliği bırakmayan takımın önde gelen yöneticileri, 19. şampiyonlukta payı olan herkes sevinç içinde koşmaya, dans etmeye başladı yeşil sahada... Ve ben Kadıköy’de Drogba hayalimle baş başa şenliği yaşıyordum.
Fenerli dostlar, itiraf edeyim, muhteşem bir hafta sonu geçirdim.
Hem fazlasıyla hak edilmiş bir şampiyonluğu Sivas’ı yenip garanti ettik, hem de Fenerbahçe’nin yenilgisiyle 10’a çıkardığımız puan farkını pazar günü Kadıköy’de 13 yapmanın bizi pek öyle zorlamayacağını gördük.
Fenerli dostlar;
Keyifli hafta sonunun bir başka nedeni daha vardı. Benfica karşısında final rüyasından uyanmış olmanız diyebilirim bunun için.
Evet, maalesef öyle...
Final hayallerinizi Lizbon’da gömdüğünüz yarı final maçınızı karışık duygular içinde izledim.
Belki biliyorsunuz.
Birkaç yıl önce söz vermiş, yazılı olarak da ilan etmiştim. Fenerbahçe bir gün Avrupa’da final oynarsa, 90 dakikalığına - tabii forma giymeden - Sarı Lacivert olacaktım.
Lizbon maçı öncesinde bir tweet’le bu sözümü yineleyince, bazı Fenerbahçeliler “Aman aman istemeyiz!” derken, bazı Cimbomlular da, “İşte bu olmadı!” diye tepki verdiler. Beni rahatsız edenler de oldu.
Yine itiraf edeyim.
Televizyondan maçı izlemeye başlarken içimde bir sıkıntının uyandığını hissettim. Bu, galiba ya Fenerbahçe gerçekten finale kalırsa duygusuydu.
Daha maçın başında Benfica’nın ilk golü gelince rahatlar gibi oldum. Ama Fener’in penaltısıyla durum 1-1 olunca, içim yine pırpırlanmaya başladı.
Bazı Fenerbahçelilerden mesajlar gecikmedi. Amsterdam uçağında yerimin çoktan ayrıldığını, sarı lacivert trikonun da hazır olduğunu bildiriyorlardı. Hatta Fenerbahçe marşlarının linklerini bile bana tweet’leyenler vardı.
Sonra Benfica’nın golleri üst üste gelince, bir gevşeme duygusu iç dünyamda yayılmadı değil. Kadıköy’de bir dost evindeydik. Fenerli dostlara hemen “Üzgünüm Leyla!” diye bir tweet atmak istedim, ama “Unutma Kadıköy’deyiz!” diye engellediler.
Ben de ertesi günü attım tweet’i:
“Fenerli dostlar üzülmeyin; benim de 90 dakikalılığına da olsa Fenerbahçeli olacağım bir günü inşallah görürsünüz.”
Fenerli dostlar;
Pazar gecesi Arena’ya gitmeden önce bir grup Galatasaraylı eğleniyorduk.
Biri geçmiş olsun, dedi. Şaşırdığımı görünce devam etti:
“Hasan Abi senin adına korktum, ya Fener finale kalırsa diye... Vallahi karizmayı çizdirecektin.”
Ve bana cep telefonundan bir tweet gösterdi. Bizim 2000 yılında Kopenhag’da UEFA Kupası’ını kaldırdığımız o meşhur fotoğrafa Volkan Demirel’in, Gökhan Gönül’ün ve diğer Fenerli futbolcuların kafaları monte edilmişti...
Dayanamadım, bu fotomontajla birlikte, “Bu da Fenerli dostlara bir kıyağımız olsun!” diye bir tweet attım. Tabii ortalık tahmin edebileceğiniz gibi bir anda canlanıverdi.
Ayıp mı oldu?
Biraz fazla mı ileri gittim?
Arena muhteşemdi Pazar akşamı.
Hiç bu kadar sarı kırmızı görmemiştim Arena’yı. Benim sırtımda da 12 numaralı Drogba forması vardı. Tribünler heyecan fırtınası içinde dalgalandıkça dalgalanıyordu.
Gol bekliyorduk.
Başka ne bekleyebilirdik ki?..
Tam on sekizin üstünde ceza vuruşu. İçimizde, inşallah Drogba değil, Selçuk atar duygusu tomurcuklanıyor. Evet, Selçuk İnan atacak.
Geriliyor topa vurmak üzere...
Biz de geriliyoruz.
Fenerli dostlar;
Alınmayın ama Fenerbahçe’ye, Volkan Demirel’e attığı iki frikik golü gözümün önüne geliyor.
Ve yine bir Selçuk klasiği...
O kadar güzel vuruyor ki, gerçekten harika bir gol! Arena’da duygu kasırgasına tutuluyoruz.
Kupa geliyordu, bu açıdan herhangi bir kuşkumuz kalmamıştı. Burak’ın şahane golleri, Selçuk’un fevkalade bir golü daha...
Tabela 4-0’ı gösteriyordu.
Fenerli dostlar;
Bütün bir sezon bu anı beklemiştik, şampiyonluğun kucağımıza geldiği anı... Üstelik bir de Fenerbahçe, Olimpiyat Stadı’nda Büyükşehir’e 2-0 yenilince, aradaki puan farkı da 10’a çıkmıştı.
Dalgalanıyordu, kendinden geçmişti Arena!
“Dünyanın şampiyonluk yüzdesi en yüksek stadındayız. İki buçuk sezonda iki şampiyonluk gördü Arena. Yani yüzde seksenlik başarı oranı var. Sadece bu da değil. Bu yılki muhasebede, bir Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ve bir de Real Madrid galibiyeti yazmak lazım deftere. Drogba’lar, Sneijder’ler geldi, Burak Yılmaz tarih yazdı, Manchester United diz çöktü.
Neredeyse sezonun başından itibaren de 30 haftadır liderlik koltuğundan kalkmadı Sarı Kırmızılılar.
Hâl böyle olunca insanın sorası geliyor: Bunları başaran bir takım şampiyon olmayacak da ne olacak?
Üstelik sadece skorlar olarak değil. “Kadro kalitesi ve zaman zaman oynadıkları futbolla da bu senenin en iyisiydi Cim Bom...” (Bağış Erten’in Radikal’deki yazısından)
Sonra şenlik başladı!
İki yıl iki şampiyonlukla bu başarının hiç kuşkusuz en büyük mimarı Fatih Hoca, aslan topçularımız, yöneticiler, 19. şampiyonlukta payı olan herkes sevinç içinde koşmaya, dans etmeye başladı yeşil sahada...
Ben de bu şenlikle kendimden geçerken o hayalime dalmıştım. Kadıköy’de gerçek olacağına inandığım o hayalime...
12 Mayıs 2013.
Günlerden Pazar.
Selçuk sağdan kayıyor. Fener kalesine doğru enfes kesiyor. Top havadan süzülürken Drogba o kendinden emin havasıyla hareketleniyor.
Yobo’yla Egemen can havliyle fırlıyorlar.
Ama nafile.
Top, Drogba’nın göğsünde yumuşuyor, vole kıvamına geliyor.
Müthiş vuruyor Drogba.
Volkan çaresiz!
Meşin yuvarlak ampul gibi takılıyor doksana...
Ve Drogba koşmaya başlıyor, kollarını bir öne bir arkaya hareket ettirerek. Sonra da dizlerinin üzerinde kaymaya başlıyor!
Sahne böyle kapanıyor, Fenerbahçe’yle puan farkımız da 13’e çıkıyor.
Ne diyorsunuz Fenerli dostlar?
Kendinize iyi bakın!
İtiraf edeyim, muhteşem bir hafta sonu geçirdim, şimdi ikincisine hazırlanıyorum.