Kadın polis... Elinde bir adet kelepçe sallanıyor. Nazlı Ilıcak'la göz göze geliyoruz. "Şimdi kelepçelenme vakti" diyor. Yüzünde buruk bir gülümseme... Eşyalarını toparlarken: "Eskiden kelepçe vurmuyorlardı" diyor. Kadın polis biraz sert: "Bu benim görevim!" Hazin. Sevgili Nazlı: "Ama iyi bişey yapmıyorsunuz." Çağlayan Adliyesi, 26. Ağır Ceza Mahkemesi. Duruşma pazartesi sabahı saat 10.55'de başlıyor. Sevgili Nazlı Ilıcak'la el, kol, öpücük selamlaşmaları. Pembe çerçeveli gözlüklerini takmış. Arka sıradan kızı Aslı'nın sesi yükseliyor: "Annee..." Ahmet Altan'la Mehmet Altan yine ekranda. Silivri'den gelmemişler.
El kol sallıyorum ama beni gördüklerinden emin değilim. Tuhaf bakışlı adam, sevgili Ahmet, yine tuhaf bakıyor. İkisinin de görüntüsü sağlıklı. İkisini de özlemişim. Savcı, esas hakkındaki mütalaasını açıklıyor. "Tutukluluk hâllerinin devamına" dedikten sonra Nazlı ve Altan kardeşler hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis talep ediyor. Nedenine gelince:
Cebir ve şiddet kullanarak... Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya... Veya bu düzen yerine bir başka düzen getirmeye... Veya bu düzeninin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek...
Bir başka deyişle: Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan, üçü de darbeci... Bu yüzden, üçü de ömür boyu demir parmaklık arkasında yatacaklar. Gerçekten akıl alır gibi değil. Hayat boyu darbe düzenlerine karşı, şiddet ve teröre karşı ellerinde kalem kavga vermiş arkadaşlarım, demek, darbeci... Demek, bir "terör örgütü"ne el vermişler... Siz, aklınızı peynir ekmekle yemiş olabilirsiniz. Siz, yargıyı hukuk düzeninden çıkarıp, iktidar hizmetinde bir biat kurumu hâline getirmiş olabilirsiniz. Siz, adaleti boşlamış olabilirsiniz. Ama şunu iyi bilin: Benim bu üç dostumu, sevgili Nazlı'yla Altan kardeşlerimi ne kadar darbecilikle suçlarsanız suçlayın, kesinlikle inandırıcı olamazsınız. Onları mahkûm edemezsiniz. Vicdanlarda mahkûm olan siz olursunuz. Demokrasi sizleri mahkûm eder. Hukuk sizleri mahkûm eder. Nazlı Ilıcak konuşuyor.
Sevgili Nazlı'yla Altan kardeşlerimi ne kadar darbecilikle suçlarsanız suçlayın, kesinlikle inandırıcı olamazsınız.
Dersine her zamanki gibi iyi çalışmış. Savunmasını son derece anlaşılır bir dille yapıyor. Darbeciliği reddediyor. Terör örgütü üyeliğini reddediyor. Evet, sevgili Nazlı'dan darbeci çıkmaz, çıkaramazsınız. Mantığı da gayet sağlam. Demek istiyor ki: FETÖ'cüler devletin damarlarına sızdıysa... FETÖ'cüler devleti ele geçirmek istediyse... Beni değil, gidin, devlet içinde bu yolları FETÖ'cü örgüte açan Erdoğan iktidarını, ne istediler de vermedim diyen iktidarı yargılayın! Bunu demeye getiriyor. Sevgili Nazlı, savunmasını bitirdikten sonra bana dönüyor, nasıldı diye soruyor elleriyle, kaşlarıyla gözleriyle, ben de başparmağımla çok iyi sinyali gönderiyorum. Mahkeme Başkanı saat 14'e kadar duruşmaya ihtiyaç ve yemek molası veriyor. Saat 14, duruşma yeniden başlıyor. Ara sıra uyuyakalan jandarmaların dürtüklenmesi, yerlerinde hafif zıplayarak uyanmaları gülünç görüntülere yol açıyor. Şükrü Tuğrul Özşengül'ün söylediklerine kulak veriyorum.
- Ben nerden düştüm bu davanın içine?.. - Benim ne darbecilikle, ne Fetullahçılıkla ilgim var. - Yahu biraz ciddi olun, idam olsa idam edeceksiniz! Bu kadar kolay mı?..
Çok hoş konuşuyor, bakıyorum, ekranda Ahmet Altan'ı gülme tutuyor. Şükrü Tuğrul hapisteyken kalp krizi geçirmiş, anlatıyor:
"Beş altı saati aldı hapishaneden hastaneye sevkedilmem. Bir kolumda serum, tansiyon aleti, öbür kolumda kelepçe... Burnumu bile kaşıyamıyorum. Çıkıyorum hastaneden. Dört gün geçiyor, hala hayati ilaçlarım verilmemiş... Dört aydır hastaneye kontrole gidemedim."
Mahkeme Başkanı, sen diyerek, devam et, toparla diye hitap ederek konuşmasını kesiyor. Kaba ve tatsız bir muamele... Şükrü Tuğrul, sağlık nedeniyle tahliyesini isterken şunu söylüyor: "Yarınlar için hayaller kuramıyoruz." Başbakanlık'tan gelen talep okunuyor: Sanıkların mal varlıklarına tedbir konulması... Saat 15.40. Ahmet Altan söz alıyor: "Mala mülke el koymak mı çözüm?.. 15 ay geçtikten bunun gerekçesi nedir? Bu, yargıyı kötü niyetle kullanmaktır. Öç almaktır. Sizi aç bırakırım demektir." Mahkeme Başkanı sesi kısıyor, sevgili Ahmet'i güçlükle duyabiliyoruz. Ahmet Altan, resmi evrak üstünde tahrifat yapan bir savcıyla karşı karşıya olduklarını belirtip ekliyor: "Bu bir suçtur!" Mehmet Altan sesini yükseltiyor: "15 aydır Silivri zindanlarında tutuluyoruz. Adalet bunun neresinde? Ve resmi evrakta tahrifat yapan bir savcıyla karşı karşıyayız." Avukat Ergin Cinmen söz alıyor: "Savunma hakkı baştan beri sürekli kısılıyor. Bu ciddi bir hak ihlalidir." Altan'ların avukatı Figen Çalıkuşu söz alıyor: "Müvekkillerimi içeride tuttuğunuz her saniye haksızlıktır. Bunun hukuksuzluğu yanında vebali vardır. Derhal, hukuka dönülerek tahliye istiyorum." Saat 17.10, duruşma devam ediyor. Tahliye çıkabilir mi? Keşke bir mucize olsa... Ama ihtimal vermiyorum. Saat 18:40. Mucize gerçekleşmiyor. Dava, 12-16 Şubat'a erteleniyor. Bu arada sanıkların mal varlıklarına tedbir konulmasına ilişkin Başbakanlığın talebi reddediliyor. Sabah 10:55'te başlayan dava, akşam 19:45'te noktalanıyor. Mahkeme koridorlarında hüzünlü bir gün daha akşam vakti bitiyor.