KANDİL, Şehit Sara Akademisi
Sabah saat beşe geliyordu, Erbil’den Kandil’e doğru yola koyulduk. Güneş tam karşımızdan ateşten bir top gibi doğuyor.
İlk soru:
“Barış geliyor mu? Gelecek yıl Türkiye’de görüşebilecek miyiz Hasan Abi?..”
Dukan taraflarından geçiyoruz. Baraj su tutmuş, koca bir göl olmuş.
Kürt lider, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin memleketidir Dukan. Kaç zamandır Berlin’de bir hastanede ölümle boğuşuyor Mam Celal... Geçen Kasım ayındaki son görüşmemizde, “PKK bana geldi silah bırakmak için” demişti. Barış için bir yol haritası çizerken de eklemişti:
“Barış için diyalog kapısını tek bir adam açabilir, Öcalan... Ancak o, dağdakileri indirebilir.” (Milliyet, 16 Kasım 2012)
Karşımızda karlı sıra dağlar beliriyor. “Orası Kandil’dir, PKK’nin kalbidir, arkası da İran’dır” diye anlatıyor. Önce dağlara tırmanıyoruz, sonra ortasından gürül gürül sular akan yeşil vadilere iniyoruz.
İki gerilla, bir nöbet kulübesi ve direkte bir PKK bayrağı. “PKK cumhuriyetine hoş geldin Hasan Abi” diyor, “Burada Medya Savunma Alanları başlıyor, yani PKK’nin kontrolündeki topraklar...”
Karşıdaki dağın yamacına, beyaz taşlar üstüne kocaman bir siyah beyaz Öcalan portresi çizmişler. Simsiyah pos bıyıklarıyla Öcalan ve güneşin altında göz alıcı bir nokta...
Cep telefonu çalıyor. Kürtçe konuşuyor. “Tepemizde insansız keşif uçağı dolaşıyormuş. Heron mu, Predatör mü bilmiyorum, ama hayra alamet değildir” diyor. Başımı gökyüzüne çeviriyorum, bir şey göremiyorum.
Bir köy evinde mola veriyoruz. Yer sofrasında kahvaltı ve sohbet... Adı Botan, 29 yaşında, on yıldır dağda. Kucağında silahıyla karşımda oturuyor. Van taraflarından. Okula birkaç yıl gitmiş. Ne oluyor süreç, çekilme nasıl gidiyor sorusunu gayet kayıtsız yanıtlıyor:
“Biz zaten 30 yıldır hep girip çıkıyoruz. Bizim için yeni bir şey değil ki. Bu topraklar kuzeyiyle, güneyiyle zaten Kürdistan...”
Babasının varlıklı olduğunu söylüyor ve dağ yolunun kendisine nasıl açıldığını şöyle özetliyor:
“Savaş hayvancılığı bitirmişti. Kaçakçılık tek geçim yolu kalmıştı. Köylerimiz mecburi göçe tabi tutuldu, boşaltıldı, yakıldı. Faili meçhul cinayetler yüzünden babam İstanbul’a kaçtı. Bu neyin savaşıdır, diye kendi kendime sorduğum zamanlar başladı. 1996 ya da 1997 yılı olmalı. Köydeki bir baskında jandarma karakoluna çekilen 18-20 yaşındaki gençlerin serbest bırakıldıktan sonraki o feci, insanlıktan çıkmış hallerini görünce, analarının yürek parçalayan haykırışlarını işitince dağa karar verdim.”
Süreçten umutlu musun, sorusuna Botan’ın yanıtı kısa:
“Top hükümette! Gereğini yapmazsa felaket savaş olur. Psikolojik olarak da hazırız bu ihtimale...”
“Nedir gereği?”
“Önderliğimize (Öcalan’a) özgürlük olmazsa olmazımız, kritik nokta budur. Sonra ana dilde eğitimdir, kültürel ve siyasal haklarımızdır, bunların tanınmasıdır işin gereği...”
Tırmandıkça tırmanıyoruz dağlara. Elimi şöyle bir uzatsam, masmavi gökyüzünde avare avare dolaşan bembeyaz bulutlara dokunacağım duygusunu belki de hayatımda ilk kez hissediyorum, o kadar yükseklerdeyiz.
Dimdik arazide yokuş aşağı yürüyerek, dağların arasındaki bir uçurumun kenarına saklanmış Şehit Sara Akademisi’ne iniyoruz.
Bunu belirttikten sonra gülerek diyor ki:
“Ceplerde paramız da yok ki onları bir arada tutalım.”
Cemil Bayık, çekilen gerillanın başka güçlere karşı seferber edilmesi konusunda şunları ekliyor:
“Güçlerimizi savaş alanından çekerken, bir başka güce karşı kullanmak için çekiyor değiliz. Böylesine söylemler yanlış. PKK savaşacak olsa, temel savaş alanından çekilmezdi. Biz barış için çekiyoruz güçlerimizi...”
Suriye’de taraf mısınız, diye soruyorum Karayılan’a, “Muhalefetten mi, Esad’dan mı yanasınız?”
Yanıt şöyle:
“Biz üçüncü tarafız Suriye’de... Ne muhalefetten, ne Esad’dan yanayız. Ne müdahale eden güçlerden, ne de müdahaleye karşı direnen statükocu güçlerden yanayız. Biz üçüncü tarafız. Suriye’deki Kürtler de öyle, üçüncü taraf... Bölgede Suriye dâhil halkların kardeşliğini, özgürlük ve demokrasiyi savunuyoruz.”
Bölgede son derece oynak, her an değişebilen dengelerin her zaman bıçak sırtında olduğunu belirtiyorum.
Türkiye’si, İran’ı, Irak’ı, Suriye’si, İsrail’i, elbette Amerika’sıyla Rusya’sı derken, en büyük parçası Türkiye’de olmak üzere dört ayrı ülkeye dağılmış Kürtleri’yle dengeleri tutturmanın, ince ayar gerektiren ilmikleri atmanın hiç de kolay olmadığını, çünkü her devletin kendi hesaplarıyla bölgede kendince iş tutmak istediğini belirtiyorum.
Kürtlerin bölge tarihinden, özellikle Irak Kürtlerinden örnekler veriyorum. Molla Mustafa Barzani’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Moskova-Washington’la, Tahran-Bağdat’la ilişkilerinde yaşamış olduğu hayal kırıklıklarına kısaca değiniyorum.
Katılıyor Karayılan. “Bu kadar hesap içinde bağımsız siyaset yürütmek çok zor” deyince, Sabri Ok, “Ama değerli...” diye ekliyor. Ayrıca, bu coğrafyada PKK olarak uzun yılların, bu kritik dengeleri tutturmanın, bu dengelerle boğuşmanın çetin güçlükleri içinde geçtiğini belirtiyor.
Murat Karayılan şunları ekliyor:
“Demin sıraladığınız bütün bu güçlerin hepsiyle ilişkideyiz. Önder Apo’nun geliştirdiği bu yeni siyaset birçok kesimde panik yaratmış durumda... Şimdi herkes gözlüyor ne olacak diye... Diyorlar ki PKK, Türkiye tarafını seçecek; İran ve Suriye yandı diyorlar. Bu da doğru değil. PKK, bölge halklarının kardeşliğinden vazgeçmez. Bir tarafa geçip diğer tarafa savaş ilan etmek değildir PKK olarak amacımız. Bölgede barış dönemini başlatmak istiyoruz. Bu arada Kerkük dâhil gerekli izahatları Bağdat’a, Irak devletine de yapmış bulunuyoruz.”
Karayılan “30 yıldır Kandil’deyiz!” diyor ve Ankara’ya bazı yeni mesajlar veriyor.
Çekilme Günlüğü’nün 12. bölümü yarın yine bu köşede...
Twitter: @HSNCML
____________________________________________________________________________
Hasan Cemal'in Çekilme Günlüğü: