Avrupa Birliği Bakanı Mevlut Çavuşoğlu açıklamasında, “Hükümetimizin 12 yıldan bu yana attığı kararlı adımlar sonucunda, Türkiye bugün hiç olmadığı kadar AB üyeliğine yakın bir noktaya ulaştı” demiş. Ya da diyebilmiş… Haberi okuyunca kendi kendime güldüm. AB üyeliğine hiç olmadığı kadar yakınmışız… “Şaka gibi” dedim. Ve Avrupa Birliği’yle yatıp kalktığımız bazı yıllar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti gitti. Özellikle 2000’lerin başları. AKP’nin 2002 yılı sonunda tek başına iktidara geldikten hemen sonra başlattığı ‘AB seferberliği’ni anımsadım.
AKP AB’ye asılırken, asker-sivil paşalar yıpratma kampanyası başlattılar
Tayyip Erdoğan, 2002 yılı Kasım ayındaki milletvekili seçimlerinden hemen sonra, daha başbakan değilken ilk yurt dışı turunu AB başkentlerine yapmıştı. Sonra Annan Planı sahneye çıkmıştı. Kıbrıs sorunuyla ilgili bu plan, AB konusunda Türkiye’yi olmak ya da olmamak diye tarif edilecek bir noktaya getirmişti. 2002 sonunda Erdoğan-Gül ikilisini AB’nin kritik Kopenhag Zirvesi’nde izlerken şunları yazmıştım:
Şimdi iki taraf var: Bir yanda Avrupa’yı isteyenler, AB projesini Cumhuriyet’ten sonraki en büyük çağdaşlaşma projesi ve Türkiye’nin yenilenme paketi olarak görenler... Öbür yanda Avrupa’ya karşı olanlar, Türkiye’yi tapon, sıradan bir Üçüncü Dünya ülkesi haline getirmek isteyenler ve Türkiye’yi dünyadan tecrit edip, içine kapatıp Kıbrıs Türkleri dâhil bütün Türklerin dünyasını karartmanın oyununu son bir çırpınışla kurmaya çalışanlar... Sayın Abdullah Gül’le Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı çözmek için niyet ve siyasal kararlılığa sahip misiniz? Yani gerçekten iktidar olmak istiyor musunuz?
Erdoğan-Gül ikilisi, Kıbrıs’a ilişkin kaçırdıkları bazı önemli fırsatlardan sonra 2003 ve 2004’te Annan Planı’na da sahip çıkarak AB’ye gerçekten asıldılar. Ama hiç kolay olmadı bu. AB üyeliği -ya da AB’deki kadar demokrasi- Türkiye’yi böler diye düşünen asker-sivil paşalar, AKP hükümetine karşı yoğun bir yıpratma kampanyası başlattılar. Temel hedef Kıbrıs’tı. Kıbrıs sorununu çözümsüzlük yoluna itip, Türkiye’nin AB yolunu kapatmaktı. Bunun için de en başta, Annan Planı’nı Kıbrıs Türk tarafında reddettirmek için ellerinden geleni yapmaya başlamıştı Denktaşgiller... Barikatlar Kıbrıs’ta kurulmuştu!
Asker içinde darbe tezgâhları vardı. Sarıkız’lar, Ayışık’ları… Genç subaylar rahatsız manşetleri… Balyoz hazırlıkları… Darbeci odaklar tarafından Annan Planı’nı destekledikleri için vatan haini ilan edilen gazeteci ve emekli diplomatlar… Bunların neredeyse hepsi 2003, 2004 yıllarına, Türkiye’nin AB’ye yaslanmaya başladığı döneme rastlar. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek Paşa’nın günlükleri ilginç ayrıntılarla doludur bu konularda. Heyecanlı bir dönemdi. Ankara’da cadı kazanları kaynatılıyordu. Büyük paşalar arasında darbe meselesi tartışmalı hale gelmişti. Özellikle zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, darbecileri etkisiz kılmaya ve askeri anayasal çizgide tutmaya çalışıyordu.
Öte yandan, Başbakan Erdoğan’la Dışişleri Bakanı Gül, müzakere tarihi almak, böylece AB trenine kancayı atmak için büyük bir mücadele veriyorlardı. 2004 yılı Ocak ayı sonunda Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu toplantısını anımsıyorum. Başbakan Erdoğan’ın BM Genel Sekreteri Kofi Annan’la yaptığı kritik toplantıda ince bir ayrıntı vardı: Annan’ın hakemlik yetkisi Ankara tarafından kabul edilecek miydi?.. Evet mi, hayır mı? Toplantı kulisinde bir diplomat arkadaşımın göz kırpmasıyla Erdoğan’ın evet dediğini öğrenmiş oldum. Bu devrimci bir adımdı. Ertesi günkü Milliyet’te manşet benim yazıdan çekilmişti: Kıbrıs’ta yeni film! İsviçre’nin önde gelen gazetelerinden Neue Zürcher Zeitung’un birinci sayfasında şu başlık dikkati çekiyordu: “Hükümet, generallerin uyarısına rağmen aldı bu kararı.” (2010’da çıkan Türkiye’nin Asker Sorunu isimli kitabımda bütün bunlar ayrıntılarıyla anlatılır.)
Heyecan sonra da devam etmişti. 2004’ün başlarında İsviçre’nin karlı dağlarındaki Bürgenstock Zirvesi… 2004 sonunda Brüksel’deki AB Zirvesi… Bu zirvede de Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın, Almanya Başbakanı Schröder’in, Britanya Başbakanı Blair’ın, İtalya Başbakanı Berlusconi’nin verdikleri destekler… Türkiye, heyecanlı geçen 48 saat sonunda AB’ye kancayı atmış ve tam üyelik müzakereleri 2005 yılı sonunda resmen başlamıştı. Bu süreçte, ‘ev ödevleri’ni yapmaya başlayan, AB’ye uyumun gerektirdiği demokratikleşme adımlarını hızlandıran AKP hükümeti, Türkiye’yi AB’ye gerçekten yakınlaştırmaya başlamıştı.
Sarıkız, Ayışığı, Balyoz hazırlıkları hep Türkiye’nin AB dönemine rastlar
Türkiye’nin yüzünün Doğu’ya değil Batı’ya dönük olmasını isteyenler, demokrasinin temel değerlerini savunan ve AB üyeliğinden yana olanlar açısından o yıllar güzel yıllardı. Bir de bugüne bakın. Türkiye AB’ye yakın mı, uzak mı? AB’ye yakınlaşıyor mu? AB’den uzaklaşıyor mu? Türkiye’nin yüzü AB’ye mi, yoksa Doğu’ya mı dönük? Bu soruların tartışılacak bir tarafı olduğunu sanmıyorum. İlahi Sayın AB Bakanı Çavuşoğlu; Hakikaten şaka gibi bir laf etmişsiniz, 9 Mayıs Avrupa Günü’nde, “Türkiye hiç olmadığı kadar yakın AB’ye” derken…