Türkiye’nin kafası fena hâlde karışmaya başladı. Ortalık toz duman. Kimse kimseyi dinlemiyor. Dinleyeceği de yok. Aklın değil silahın, sağduyunun değil şiddetin ağır basacağı bir döneme doğru hızla kaydığımıza dair işaretler çoğalıyor. Ne yazık ki öyle. Güney sınırında savaş tamtamları çalıyor. Türkiye günbegün korkutucu bir şiddet ve terör dalgasının içine çekiliyor. Katliamlar, şehitler, cenazeler... Suriye’deki hedeflere şafak vakti füze yağdıran Türk savaş uçakları...
Aklın değil silahın, sağduyunun değil şiddetin ağır basacağı bir döneme doğru hızla kaydığımıza dair işaretler çoğalıyor
Şehirlerde gittikçe yaygınlaşan büyük gözaltı operasyonları... Devlet büyüklerinin en ciddi, en asık yüz ifadeleriyle Ankara’da üst üste yaptıkları güvenlik toplantıları, kriz masaları... Ve bütün bunlar seçim sonrası istifasını vermiş geçici bir hükümetle yapılıyor. 7 Haziran’dan bu yana bir buçuk ay geçti, daha hâlâ yenisini kuramadık hükümetin. Oyalanıyoruz. Belki de, koalisyona dönük nafile turlarla erken seçim yolu zorlanıyor. Bilemiyorum. Oyun içinde oyun belki de... Bugün kendimi biraz çaresiz hissediyorum. İçimden yazmak gelmiyor. Yazma, mecbur musun? Galiba haklısın. Ama buz üstüne yazı yazmak hiç hoş bir his değildir. Şimdilerde bir ‘büyük koalisyon’u aklın yolu olarak savunmaya devam ettiğim için mi öyle?.. Veyahut: Bugünkü siyaset sahnesini izlerken, ben bu filmi çok görmüştüm duygusunun içimde yine uyanması mı?.. Hiçbir şey yabancı gelmiyor. Farkındayım. Böyle zamanlar aklın ekmek peynirle yenildiği zamanlardır. Basiretin bağlandığı zamanlardır. Her tarafta ‘büyük laflar’ın prim yaptığı zamanlardır. Çünkü artık silahlar konuşmaya başlamıştır. Ellerinde çekiç olanlar sahne almıştır. Sahneyi onlar kaplayınca, onların gözünde her şey çakılacak çivi gibi görünür. Türkiye böyle zamanları az yaşamadı. Ana baba günlerinden, altüst oluşlardan çok geçtik. Büyük acılar çekildi. Kan ve gözyaşı aktı. Sonra yine başladığımız noktaya, klasik deyişle, o ilk kareye geldik. Yaşananlardan ders çıkaramadığımız için böyle oldu. Diyaloğa, uzlaşmaya aklımız yatmadığı için böyle oldu. Yine böyle bir dönem mi?.. Aklın, mantığın değil, silah ve şiddetin damgasını bastığı acılı zamanlar mı geri geliyor?.. Ne hazin!
Bugün kendimi çaresiz hissediyorum. İçimden yazmak gelmiyor... Siyaset sahnesini izlerken, ‘bu filmi çok görmüştüm’ duygusunun içimde yine uyanması mı?..
Başbakan Davutoğlu televizyonda. Sanki bir tiyatro sahnesinde... ‘Devlet-i âli’nin o malum ciddiyet ve kararlılığı yüz çizgilerine oturmuş hâlde konuşuyor. Huzur operasyonu... Barış operasyonu... Ne kadar çok dinledik ‘devlet-i âli’den bu büyük lafları... Yorum yapmak içimden gelmiyor. Zaten bir işe yarayacağını sanmıyorum. Ortalık öylesine toz duman. Kafalar karışık, gittikçe de karışıyor. Kimsenin kimseyi dinleyeceğine ihtimal vermiyorum. Geçmişte de hep böyle oldu. Silahların konuşmaya başladığı bir ortamda aklın, sağduyunun esamesi okunmaz. Devlet klişeleri bir anda egemen söylem hâline gelir. İnşallah yanılıyorumdur. Ama yazı yazmak içimden gelmiyor. Haftaya buluşmak üzere...
DİPNOT Bu yazıyı noktaladıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cuma çıkışı yaptığı açıklamaları televizyonda izledim. Tayyip Erdoğan'ın sözleri yukarıdaki yazımın çerçevesine oturuyor, herhangi bir ek yapmaya gerek yok.