Mütareke basını... İlhan Selçuk pek severdi bu deyişi... Ergenekoncular da öyle... 2000’lerin ilk yarısında Türkiye’nin AB yolunu savunanlar, ‘mütareke basınının Ali Kemal’leri diye hedef gösteriliyordu. Bazı askeri odaklarda hazırlanan ve içinde benim adımın da bulunduğu bir vatan hainleri listesi el altından medyaya dağıtılıyordu.
Gün geldi Erdoğan da İlhan Selçuk’la aynı ağzı kullandı ve ‘İşgal altındaki mütareke basını neyse, bazı medya kuruluşlarının durumu da bu’ dedi. Erdoğan, geçmiş yıllarda AB yolunu savunanları suçlayanlar arasında bulunan Yiğit Bulut’u başdanışman olarak en yakınına aldı. Sorulabilir: Değişen kim? Erdoğan mı, Bulut mu?
Mütareke basını...
İlhan Selçuk pek severdi bu deyişi...
Ergenekoncular da öyle...
Ulusalcılar da yeri geldiğinde ‘mütareke basını' demeye hâlâ bayılır.
Avrupa Birliği’nden hiç hazzetmeyen asker de farklı değildi. Ama uzun zamandır sesleri çıkmadığı için, bilemiyorum hâlâ mütareke basını deyip demediklerini...
Daha çok militarist bir deyimdir ‘mütareke basını...’ Topraklar işgal altındayken bir kısım basının düşmanla işbirliği yapan hallerini anlatır. Bu çerçevede vatan hainleri de hiç eksik olmaz.
2003, 2004, 2005 yıllarını hatırlıyorum. AK Parti hükümetinin ilk yılları.
Başbakan Erdoğan - Dışişleri Bakanı Gül ikilisinin, AB’den tarih almak ve üyelik müzakerelerini başlatmak için büyük bir siyasal mücadele içinde oldukları dönem.
Bu mücadelenin önünü kesmek isteyenler, özellikle Kıbrıs meselesini bir engel olarak sahnede tutuyorlar. AB yolundaki engeller temizlenmesin diye en başta Kıbrıs’la topa vuruyorlar.
Bu konuda asker - sivil işbirliği yapılıyor perde arkasında. Genç subaylar tedirgin manşetleri atılıyor.
Eş zamanlı olarak asker içinde Sarıkız gibi darbe tertipleri tezgâhlanıyor. Bazı askeri odaklarda hazırlanan ve içinde benim adımın da bulunduğu bir vatan hainleri listesi el altından medyaya dağıtılıyor.
Türkiye’nin AB yolunu savunanlar, mütareke basınının Ali Kemal’leri diye suçlanıyor, hedef gösteriliyor.
Bütün bu oyunlara rağmen Erdoğan - Gül ikilisi Avrupa Birliği yoluna devam etmiş, AB’ye ‘uyum’la ilgili demokratikleşme adımlarını atmış, yani doğru olanı yapmışlardı. Bu yolda onları kalemiyle destekleyenler arasında ben de vardım.
Şimdi neden mi yazıyorum bu satırları?
Tayyip Erdoğan’dan dolayı...
Geçen akşam bir iftardaki konuşmasını gazetelerde okuyunca o dönem bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti gitti. (Bu filmi ayrıntılarıyla görmek isteyenler, 2010’da çıkan Türkiye’nin Asker Sorunu isimli kitabıma bakabilirler).
Başbakan Erdoğan iftarda demiş ki:
“Bu topraklara düşman girse, onları çiçeklerle karşılayıp bağrına basacak kadar gözü dönmüş olanlar var maalesef. İşgal altındaki mütareke basını neyse, bazı medya kuruluşlarının durumu da bu...”
N’apalım hayat böyle...
İnsanlar değişiyor, gelişiyor!
Gün geliyor, bir bakıyorsunuz, İlhan Selçuk’la Tayyip Erdoğan aynı ağzı kullanıyor.
Tarihin cilvesi belki de...
AB konusunda, karşı saflarda Yiğit Bulut da vardı. AB yolunu savunanları ‘vatan hainliği’ne kadar varan suçlamalarla karşı çıkardı. Ve bu yakınlarda Yiğit Bulut’u Başbakan Erdoğan başdanışman olarak en yakınına aldı.
Sorulabilir:
Değişen kim?
Tayyip Erdoğan mı, Yiğit Bulut mu?..
Yasemin Çongar geçen hafta Yiğit Bulut’la ilgili güzel bir yazı yazdı Al-Monitor’da. Başlığı Erdoğan'ın yeni danışmanı, şaka değil olan ve Türkçesi T24’te çıkan yazının bazı bölümleri şöyle:
“Şaka diye bir şey yoktur. Kasıt içermeyen tek bir şaka örneği bulmaya çalışan Sigmund Freud nihayet teslim olmuş, onun yerine bizi her esprinin içindeki hakikati bulmaya davet etmiştir.
Viyanalı üstadın genel teorilerine katılın ya da katılmayın, siyaset şakalar konusunda onu haklı çıkarıyor: Siyaset dünyasında gülünecek gani gani malzeme bulunabilir ancak hiçbir şaka asla sadece bir şakadan ibaret değildir.
Başbakan Erdoğan’ın Yiğit Bulut’u başdanışmanı yapması da hiç şaka değil. Bulut’un atanmasını, Türkiye medyasındaki eleştirel seslerin susturulduğu bir dönemde arsız dalkavukluğun ödüllendirilmesi olarak görenlerin öfkesine, inanamamasına ve bunu alaya almasına rağmen Erdoğan’ın seçimi, bu hususta bir noksanlıktan ziyade keskin bir siyasi hesap içeriyor.
Aslında Bulut’un 2007’den bu yana yazdığı köşe yazıları ve yaptığı televizyon programları, ulusalcı retoriği benimsemiş genç bir finans uzmanının Erdoğan’ı kötülemekten Erdoğan’a tapmaya evrilişinin hikâyesi idi zaten.
Bunu muazzam bir U dönüşü olarak nitelemek ne kadar cazip gelse de, Bulut’un o zamanki ve şimdiki köşe yazılarına yakından bakıldığında aslında pozisyon değiştirenin Başdanışman değil, Başbakan’ın kendisi olduğu görülüyor.
Kendi payına Yiğit Bulut, her daim Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakmıştı, 2003’ten 2009’a kadar, onun öfke duyduğu AB yanlısı reformlara hevesle önderlik eden ise Erdoğan’ın ta kendisiydi.
Türkiye’deki liberal demokratlar, reform yanlısı AK Parti’ye yönelik kapatma davasına karşı Kemalist yapılanmayı protesto etmek için seslerini yükselttiğinde, Bulut tavrını savcıdan yana koymuş ve ‘Devlet hükümete yeter dedi’ diye yazmış, ‘yeni bir milli irade tesis etmek’ten söz etmişti.
2009’dan sonra Erdoğan yavaş yavaş AB perspektifiyle arasına mesafe koyup reformlar konusunda frene basınca, vaktiyle destekçisi olan liberal demokratlar en sert eleştirileri yapmaya başlarken, eski rakibi Yiğit Bulut ise emsalsiz bir tutkuyla saflarına katılmıştı.”
Evet, değişen kim?
Yiğit Bulut mu, Tayyip Erdoğan mı?..
Twitter: @HSNCML