Dünyanın hâlleri hiç iyi değil. Karanlığa doğru bir koşu var. Çünkü 'milliyetçilik'ler yarıştırılmaya başladı. "Benim milliyetçiliğim seninkinden daha iyidir" tam tamları çalınıyor ki, hiç hayra alamet değil. Kulakları tırmalayan bu uğursuz havalar tarihte insanlığın başına büyük felaketler açtı. Dünya savaşlarının birincisi, ikincisi böyle geldi, soykırımlar böyle yaşandı, özgürlükleri boğan rejimler böyle kuruldu. Bu açılardan günümüz dünyası da korkutucu. Milliyetçilik yükseliyor. Popülistlik yükseliyor. Tek adamlık yükseliyor. Çarlık yükseliyor. Padişahlık yükseliyor. Dünyada yeniden 'tek adamlar'ın yıldızı parlamaya başladı. Soru burgaç gibi oyuyor zihinleri: Dünya tek adamlara mı kalacak? Trump'lara mı, Putin'lere mi, Erdoğan'lara mı kalacak? Geleceği geçmişte arayan tek adamlar, diktatörler mi damgasını basacak dünyaya?
Oysa, Berlin Duvarı 1989'da çökerken ne kadar iyimserdik geleceğe dair. Büyük umutlar besliyorduk. Tarihin sonu geldi, liberal demokrasi, özgürlük kazandı çığlıklarıyla çınlıyordu dünya. Pazar ekonomisi tek yoldu, liberal demokrasinin alt yapısıydı, ikisi birbirini besliyordu. Batı kapitalizminin küreselleşmesi de dünya nimetlerini arttırmaya başlamıştı, dünya zenginleşiyordu. Bunda gerçek payı vardı. Küreselleşme, dünyada yoksulluğu geriletmişti, geriletiyordu. Ama bir başka gerçek daha vardı. Nimetler, adaletli bir biçimde paylaşılmıyordu. Zenginle fakir arasındaki uçurum, gelir eşitsizliği büyüyordu. Kurulu düzende kaybedenler, kendini dışlanmış hissedenler gitgide çoğalıyordu. Ayrıca, küreselleşmenin ağa babaları fena halde 'kibir'liydiler. Burunlarından kıl aldırmayan, açgözlülükleri sınır tanımayan şişkin egolu küresel kapitalistler, sistemin nereye doğru yol aldığını göremediler, gerekli reformları yapamadılar. Küresel elitler, demokrasi ve özgürlüğü konu alan yol haritaları yazamadılar. Batıda 2008 krizi böyle geldi. Kapitalizm krize girdi. Liberal demokrasi krize girdi. Demokratik değerler sorgulanmaya başladı. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, milliyetçilik ve sistem karşıtlığı Amerika'da, Avrupa'da yükselişe geçti. Demokrasiyi sadece seçim sandığından çıkan çoğunluk olarak belleyen siyasal akımlar güçlenmeye başladı. Demokratik değerleri zerre kadar önemsemeyen, kendini kurtarıcı, koruyucu ya da kahraman olarak görmeye başlayan, özgürlüklerin kolunu kanadını kıran, hukuk devletinden nefret eden Trump gibi, Putin gibi, Erdoğan gibi milliyetçi-popülist liderler siyaset sahnesinde yerlerini aldılar. Dünya bunlara mahkûm mu? Dünya bu liderlere mi kalacak?
Osman Ulagay yeni çıkan kitabı "Dünya Trump'a mı Kalacak"ta bu soruya hayır yanıtını veriyor. Trump'ların, Putin'lerin, Erdoğan'ların çare olamayacağını sergilerken, bu liderlerin dünyanın geleceğini temsil edemeyeceğini söylüyor. Aynı zamanda, yukarıda özetlemeye çalıştığım dünyanın karanlık hâllerini ve bugünlere nasıl geldiğini anlatıyor Osman Ulagay son kitabında. Bugünün dünyasını ve Türkiye'sini anlamak açısından zihin açıcı, düşündürücü, güzel bir kitap. Bir yerinde şöyle diyor: "Tek adamların mutlak hakimiyetine dayanan çarlık ve padişahlık rejimlerinin yüzyıllarca hüküm sürdüğü ve demokrasinin ruhunun yerleşmediği Rusya ve Türkiye'de, Putin ve Erdoğan'ın bu noktaya gelebilmiş olması çok şaşırtıcı değil aslında. Onlara taparcasına destek verenlerin tavrı da koşulsuz biat geleneğinin izlerini taşıyor." (sayfa 72)
Geleceği geçmişte arayan tek adamlar, diktatörler mi damgasını basacak dünyaya?
Osman Ulagay gelecek konusunda iyimser. "Çözümü geçmişte değil gelecekte arayanlar"ın dünyanın geleceğine ilişkin yeni bir yol haritası yazabileceklerini düşünüyor. Trump gibi, Putin gibi, Erdoğan gibi liderlerin aslında birer palavracı olduklarının zaman içinde ortaya çıkacağını, 'yeni hikâyeler'in yazılacağını, 'herkese cazip gelecek ortak yaşam model'lerinin oluşturulacağını söylüyor. Osman Ulagay'ın şu satırlarının altını da çiziyorum: (1) "Batı'nın bilim ve teknolojideki üstünlüğü ve her şeye karşın örnek alınan bir yaşam tarzına sahip olması, ona yeni kurulacak bir düzene öncülük etme şansı tanıyor. Ancak bu şansın kullanılabilmesi için iş dünyasından başlayarak topluma yayılan ahlak erozyonunun durdurulması şart." (2) "Küresel ekonominin bugün içine düştüğü çıkmazdan çıkabilmesi için gelirin daha adil dağıtıldığı, daha eşitlikçi ve daha kapsayıcı bir küresel sisteme geçilmesi gerekiyor. Bunun olabilmesi için de, Nobel Ödüllü iktisatçı Stiglitz'in vurguladığı gibi, küresel kapitalizmin kurallarının yeniden yazılması şart." (3) "Kontrolden çıkmış görünen dünyaya yeniden yön verecek, bütünleştirici bir küresel gelecek vizyonu..." Osman Ulagay'ın kitabından yola çıkarak şu son noktayı özetle belirtmekte yarar var. Geleceği geçmişte aramayan... Bunun yerine 'gelecek vizyonu'nu büyük kitlelere satan... Teknoloji ve bilimin değerini bilen... Ekonomide rekabetçiliği kabul ederken, 'piyasa'nın her şey demek olamayacağını da bilen... Demokratik değerlere bağlı, siyasal lider ve oluşumlara dünyanın ve Türkiye'nin büyük ihtiyacı var. İyi pazarlar!