Vatan haini gazeteciler, Saray'daki Başkanı nasıl devirir, merak ediyor musunuz? Bakın anlatayım. Saray'ında Başkan bas bas bağırıyor:
- Bunlar gazeteci değil, bunlar vatan haini! - Yok edin bu gazeteyi! - Savcılar soruşturma başlatsın! - Derhal durdurun bu yayınları! - Bu haberler, ülkenin milli güvenliğini tehlikeye attı! - Bu gazete, bu gazeteciler Saray'a alınmayacak, hiçbir faaliyetimizi izlemelerine izin verilmeyecek!
The Post filmi sinemalarda. Gidin, seyredin, vatan hainliği neymiş ne değilmiş biraz fikir edinin
Gazetenin yazı işlerinde, haber merkezinde sessizlik. Bütün gözler genel yayın yönetmeninde. Tamam mı, devam mı? Bunca zamandır kamuoyuna yalan söylemiş bir iktidara boyun mu eğilecek? Kirli bir savaş hakkında kendi ülkesinin vatandaşlarını sürekli yanıltmış bir iktidar karşısında susulacak mı? Kaybedileceğini bile bile, kendi evlatlarının pis bir savaşta ölmesine göz yuman bir iktidar karşısında geri mi basılacak? Bir başka deyişle: Gazeteci, kendi eliyle kendi mesleğine ölümcül bir darbe mi indirecekti? Gazeteci, kendi mesleğinden vaz mı geçecekti? Gazeteci, gazeteciliğin bağımsızlık ve özgürlüğüne tekmeyi vurup köşesinde sinecek miydi? Gazetenin mutfağı tam bir sessizliğe bürünmüştü. Bütün gözler genel yayın yönetmenine çevrilmişti. Haber merkezinin orta yerinde put gibi kımıldamadan duruyordu. Kararlıydı. Yayına devam edecekti. Ama tepesinde patron vardı, yalpalayan bir patron... Gazetenin yönetim kurulu üyeleri, avukatları yayına karşıydı. Çünkü yayına devam, gazetenin sonu olabilirdi. Tam halka açılmanın eşiğine gelmişti gazete, yayın devam ederse yatırımcılar kaçabilirdi, Saray'ın da baskısıyla... İflas vardı işin ucunda... Ayrıca, gazetenin patronu ve yöneticileri hapse atılabilirdi. İktidar çevreleriyle dostluk ilişkileri içindeki patron, iki arada bir derede kalmıştı. Tamam mı, devam mı? Linotipler, entertipler sessizleşmişti. Gazete dizilmişti. Provalar mutfaktaydı. Sayfa kalıpları çoktan takılmıştı makinalara. Baskı saati çoktan gelmişti. Sinirler yay gibiydi. Talimat gelmek bilmiyordu. Patron, genel yayın yönetmenine ve özgür gazeteciliğe inanıyordu. Yaptıkları işin vatan hainliğiyle ilgisi olmadığını, tam tersine kirli bir savaşın sona ermesinin vatan evlatlarının daha çok telef olmalarını engelleyeceğini çok iyi biliyordu. Bir anda gözleri doldu patronun, yanaklarından göz yaşları süzülürken, genel yayın yönetmenine döndü: "Yayına devam!" dedi. Genel yayın yönetmeni yay gibi fırladı yerinden, telefona asıldı ve haykırdı:
- Basın!
Dev rotatifler bir anda çok büyük bir gürültüyle dönmeye başlarken, gazete binası da sarsılıyordu. Vatan hainleri çocuklar gibi şendi. Şampanyalar patlıyordu mutfakta. Gazeteci milleti, makinanın ağzından taze taze aldıkları gazetelerinin manşetine bakıp bakıp, haber merkezinin ortasında dans ediyorlardı. Bu arada muhteşem bir haber de Yüksek Mahkeme'den geldi: Gazete vatan hainliği yapmıyordu, tersine basın özgürlüğünün gereğini yapıyor, kamuoyunu bilgilendiriyordu. Kazanmıştı gazeteci milleti! Bağımsız yargı, güçler ayrılığı ve özgür basın, hep birlikte bir ülkede demokrasi ve hukukun üstünlüğünü koruyor, gazetecilerin vatan haini olmadıklarını, gazeteciliğin suç olmadığını ele güne ilan ediyorlardı. Pentagon Belgeleri böyle yayınlandı Amerika'da. Yıl 1971'di. Gazete, Washington Post'tu. Beyaz Saray'da Başkan Nixon vardı. Aynı Washington Post, aynı patron ve vatan haini gazeteciler üç yıl sonra patlatacakları Watergate skandalı ile Başkan Nixon'ı devireceklerdi. The Post filmi sinemalarda.