Terörist tarihçiler! Tarihçi teröristler! Bu sözler, Paris’te geçen pazartesi günü l’Ecole des Hautes en Sciences Sociales’de bir Arnavut tarihçiyi dinlerken kulağıma çalındı. Arnavutluk’ta bir zamanlar, çok da uzak olmayan bir geçmişte, ‘resmi tarih’in kırmızı çizgilerini ihlal eden tarihçilerin nasıl cehennem çukuruna itildiklerini bazı hazin örneklerle anlatıyordu. Kendisini dinlerken, Arnavutluk’ta resmi tarihin yalanlarını deşifre ettiği için ömrünün 17 yılını hapiste geçiren bir Arnavut tarihçiden söz ederken, İsmail Beşikçi’yi andım. Kürdistan Günlükleri isimli son kitabımı ithaf ettiğim İsmail Beşikçi de, çocukluğumuzdan itibaren beynimizi durmaksızın yıkayan, hâlâ da yıkamaya devam eden ‘resmi tarih’in, ‘resmi ideoloji’nin yalanlarıyla mücadele ettiği için hayatının 30 yılını mahkeme kapılarında, 17 yılını hapiste geçirmişti.
Paris’te, ülkesindeki kırmızı çizgilere meydan okuyan tarihçilerin yakın geçmişte nasıl cehennem çukuruna atıldığını anlatan Arnavut tarihçiyi dinlerken İsmail Beşikçi’yi andım
Arnavut milliyetçiliğinin, ‘resmi tarih’e meydan okuyan Arnavut tarihçilerini terörist ilan etmiş olması beni pek şaşırtmadı. Buna alışkındım. Kendi ülkemde de gazeteciler, yazar çizerler terörist olarak yargılandılar. Bunu mümkün kılmış olan Terörle Mücadele Kanunu hâlâ yürürlükte. “Onlar gazeteci değil militan; onlar gazeteci değil terörist” diyen iktidar sahipleri dün de vardı, bugün de var. 1990’larda Demirel vardı. Bugün de Tayyip Erdoğan... Dünden bugüne yasalar da değişmedi, kafalar da. Hatta son ‘yargı-güvenlik paketi’yle demokrasi karşıtı zihniyet daha pekişti. Lafı uzatmak yersiz: Cumhuriyet dün de demokratik değildi, bugün de değil. Cumhuriyet devleti, dün olduğu gibi bugün de demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile doğru dürüst tanışmadı, tanıştırılamadı. İktidardaki kafalar değişmedi çünkü.
Tarih hâlâ paçalarımızdan çekiyor. Cumhuriyet’in kuruluşunda yapılan ve kökleri Osmanlı’nın İttihat ve Terakki dönemine uzanan bazı vahim hatalar, bu topraklarda bugün hâlâ birinci sınıf demokrasi ve hukuk devletinin kurulmasını engellemeye devam ediyor. 91 yıl geçti. Ama hâlâ gerçek barış kapımızı çalmış değil. Gerçek huzur hâlâ yakalanmadı. Kürtler mutlu değil. Aleviler mutlu değil. Laik dünya görüşünü savunanlar mutlu değil. Kutuplaşma, cepheleşme keskinleşerek devam ediyor. Hayat tarzları hâlâ tartışma konusu, hâlâ gerekli saygı ve tahammülü görmüyor. Etek boyuna, çocuk sayısına, içkiye kadar her şeye karışabilen muktedirler yönetiyor bugün Türkiye’yi...
Dünden bugüne yasalar da değişmedi, kafalar da. Cumhuriyet dün de demokratik değildi, bugün de değil
Kökleri Osmanlı’ya uzanan ve ‘Batılılaşma’dan kaynaklanan kültürel ikilik 91 yıldır yumuşatılamadı. Diyalog-uzlaşma-hoşgörü-tahammül diye tarif edilebilecek demokratik bir çerçeve 91 yıl geçti ama hâlâ kurulamadı Türkiye’de. İki taraf da kendi değerlerini öteki tarafa demokrasi adına dayatmaya, dikte etmeye çalışıyor. Yıllardır böyle bir süreçte kıvranıyoruz. Şimdi de bir uçtan diğerine savruluyoruz. ‘Askeri vesayet’ten ‘sivil vesayet’e... Tayyip Erdoğan, demokrasiyi engelleyen ‘asker freni’ni çekerek, yerine kendi ‘sivil freni’ni koyuyor.
İptal edilmiş olmasaydı da, 29 Ekim resepsiyonuna davet edilseydim, gitmezdim o otoriter rejimlere mahsus özenti ‘saray’a
Şöyle de diyebilirsiniz: ‘Apoletli Kemalizm’den ‘cübbeli Kemalizm’e... Çünkü Türkiye demokratikleşme yolunda değil. Türkiye hukukun üstünlüğü yolunda değil. Türkiye özgürlük yolunda değil. Türkiye insan hakları yolunda değil. Kısacası: Bugün kurulmakta olan ‘Erdoğan devleti’dir. Ve bu ‘yeni devlet’in simgesi de Ak Saray’dır. 29 Ekim resepsiyonuna davet edilseydim, Ermenek’teki maden faciası nedeniyle son anda iptal edilmiş olmasaydı da, yine gitmezdim o diktatörlüklere ya da otoriter rejimlere mahsus özenti ‘saray’a...