Merhum Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel'in unutulmayan sözlerinden biri de "Siyasette 24 saat uzun bir süredir" olmuştu. Galiba, artık bu sözü diplomasi için uyarlayarak da kullanabileceğiz. Uluslararası ilişkilerde dengeler alışılmadık bir süratle değişmeye başladı. Amerika, düne kadar devirmeye çalıştığı Venezuela Lideri Madura'ya heyet gönderdi. İran'la barışmanın eşiğinde. Almanya, birdenbire sıkı NATO'cu kesildi. Hem de gençliğinde NATO karşıtı makaleler kaleme alan Scholz'un şansölyeliği döneminde. Yılların tarafsızı Finlandiya, NATO'ya girmekten söz ediyor.
Sadece son bir hafta içerisinde, Türkiye'de yaşanan diplomasi trafiğine bakıldığında, değişen dünyanın yeni normalinde Türkiye, yıldızı parlayan ülkelerin ön sıralarında görülüyor.14 yıl aradan sonra İsrail Devlet Başkanı Herzog, Türkiye'yi ziyaret etti. Bir sonraki gün, Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev Ankara'ya geldi. Sam Amcamız bizi yeniden keşfetti. Başkan seçildikten ancak altı ay sonra Türkiye'yi hatırlayan Biden, önce Bakan Yardımcısı Sherman'ı gönderdi, ardından da kendisi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı telefonla aradı. Yunanistan Başbakanı Mitsotakis, İstanbul'da düzenlenen bir ayini bahane ederek apar topar İstanbul'un yolunu tuttu. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, AGİT Genel Sekreteri Schmid, AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell, Antalya Diplomasi Forumuna katıldılar. Son olarak da yıllardır yüzümüze bakmayan Avrupa Birliği'nin itici gücü Almanya'nın çiçeği burnunda Başbakanı Scholz, ilk yurt dışı seyahatlerinden birini Türkiye'ye yaptı.
İnsan, "Ne oldu da Türkiye birden bire bu kadar kıymete bindi?" diye sormadan edemiyor. İlk akla gelen, Ukrayna krizi dolayısıyla Türkiye'nin jeopolitik öneminin yeniden anlaşılması. Aslına bakılacak olursa, bence bu dönemde Türkiye'ye yapılan ziyaretlerin ortak paydası Ukrayna'dan ziyade enerji güvenliğinde birleşiyor. Gelişmelerin fitilini ateşleyen de bu yılın ilk haftasında Amerika'nın EastMed'ten desteğini çekmesi oldu.
9 Mart'ta Türkiye'ye gelen İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Yunanlıların ve Kıbrıslı Rumların endişelerini gidermek amacıyla, Ankara'dan önce, 25 Şubat'ta Atina'yı, 2 Mart'ta da Lefkoşe'yi ziyaret etti. Bu amacında ne kadar başarılı olur belli değil ama Atina ziyareti, tam da Rus saldırılarının başladığı güne rastlaması nedeniyle biraz güme gitti.
İsrail, dışarıdan göründüğü kadarıyla, Ankara ziyaretine daha iyi hazırlanmış. Herzog'u taşıyan uçağın Türkçe "barış", "işbirliği" ve "gelecek" sözcükleriyle süslenmesi, konuk cumhurbaşkanının basın toplantısına Türkçe konuşarak başlaması, konuşmada Nazım Hikmet'e, Hz. İbrahim'e yapılan atıflar ince düşünülmüş şirinliklerdi. Vücut dili itibariyle de Herzog, daha sıcak bir görüntü sergiledi.Tokalaşma sırasında cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elini iki avucunun içinde tutarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan tüm görüntülerde konuğuna dokunmaktan kaçındı. Adeta "Bitse de gitsek" der gibi bir havası vardı. Konuşmasının önemli bir bölümünü Filistin sorununa ayırdı. Belli ki Mavi Marmara lobisi hâlâ etkisini hissettiriyor.
Herzog'un konuşması içerik ve tonu itibariyle gayet diplomatik bir üslupla kaleme alınmış, vizyoner olduğu kadar da gerçekçi bir konuşmaydı. Öte yandan bir gün sonra Aliyev'i havaalanında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı karşılarken, Herzog'un Protokol Genel Müdürünce karşılanması herhalde İsrail Büyükelçisinin dikkatinden kaçmamıştır.
Kapalı kapılar ardında neler konuşuldu bilemeyiz. Ama görüşmelerin ağırlığını boru hatları projesinin teşkil ettiğini tahmin etmek mümkün. Önümüzdeki nisan ayında, Dışişleri Bakanından sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının İsrail'i ziyaret edeceğinin açıklanması, yeni dönemdeki işbirliğinin bel kemiğini enerji konularının oluşturacağına işaret ediyor.
Herzog'un Ankara ziyareti, ilişkilerdeki psikolojik bariyerin kaldırılması açısından iyi bir işlev gördü. Bundan sonrasını söylemler değil, karşılıklı eylemler belirleyecek.
13 Mart'ta İstanbul'a gelen Mitsotakis'in bu, başbakan sıfatıyla Türkiye'ye yaptığı ilk ziyaret. İki lider daha önce New York, Londra ve Brüksel'de uluslararası toplantılar marjında üç kez bir araya geldiler. Her üç görüşme de kalabalık heyetlerle, kasvetli toplantı odalarında gerçekleşmişti. İstanbul'daki görüşme ise, bu kere muhteşem Boğaz manzaralı Vahdettin köşkünde, çalışma yemeği formatında, kravatlar fora edilerek rahat bir ortamda yapıldı. Erdoğan-Papandreou yakınlaşması da 2010 yılında Boğaz'ın diğer yakasındaki Dolmabahçe sarayında başlamıştı. Gittiği tavernalardaki garsonlara bile Türkiye'yi şikayet eden Dışişleri Bakanı Dendias'ın heyette yer almamış olması mutlaka olumlu havaya katkıda bulunmuştur.
Ukrayna krizi ekonomik açıdan Yunanistan'ı şimdiden vurmaya başladı. Geçen sene 1.35 Euro'ya satılan benzinin litresi, bu ay 2 Euro'yu geçti. Kısa bir süre öncesine kadar elektrik giderleri için 100 Euro ödeyen Yunanlı'nın elekrtik faturası 200-250 Euro'ya çıkmış. Savaşın devam etmesi asıl Yunanistan'ın en önemli gelir kaynağı turizmi etkileyecek. Yunan medyasında mayıs ayında erken seçim lafları dolaşıyor. Bu şartlarda Mitsotakis, Türkiye ile gerginlik politikasını bir süre için bir kenara bırakmayı tercih etmiş olabilir.
Mitsotakis'i Türkiye'ye getiren esas neden ise, Doğu Akdeniz'de yeniden şekillenmeye başlayan enerji denkleminin dışında kalmamak olmalı. Yunanistan'da EastMed'in yerine, İsrail-Türkiye-Yunanistan hattını gündeme getirmek isteyenler var.
Türk-Yunan ilişkilerinin seyrinde genelde yaza doğru gerilim düşer. Denizde tatbikatlara, NAVTEX'lere ara verilir. Turizm, her iki ülke için de önemli. Umarım Mitsotakis'in ziyareti bu sefer kalıcı bir yakınlaşma sürecinin başlangıcı olur. Türkiye açısından da Yunanistan olmadan," sorunsuz çember" eksik kalacaktır.
Olaf Scholz, Şansölye koltuğundaki üçüncü ayını henüz bir hafta önce tamamladı. Sosyal Demokratların seçim kampanyasındaki Türkiye söylemleri ve koalisyon ortağı yeşillerin Türkiye'ye bakışı, Merkel sonrası dönemde Türk-Alman ilişkileri için pek ümit vaat etmiyordu. Scholz'un ani bir kararla Ankara'ya gelmesi bu açıdan sürpriz oldu.
Ukrayna savaşının çıkmasından Batı'da en fazla olumsuz etkilenenlerin başında Almanya geliyor. Alman enerji firması UNIPER'e göre, geçtiğimiz ay Almanya, doğal gazı ihtiyacının yarısını Rusya'dan karşılamış. Doğal gazın ısınmadaki payı yüzde 41. Rus gazının kesintiye uğraması olasılığı Scholz'a eminim karalar bağlatıyordur. Bu nedenle Scholz son dönemde Türkiye ile birlikte savaşın sona ermesi için yoğun uğraş veriyor. Üç ay içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan sonra Putin'le en fazla konuşan lider herhalde Scholz olmuştur.
Yapılan açıklamalardan, Scholz-Erdoğan görüşmesinde, ağırlığı Ukrayna savaşının teşkil ettiği anlaşılıyor. İkili ilişkiler bağlamında, Almanya savaş bölgesine gönderdiği bunca silahlardan sonra müttefiki Türkiye'ye hangi gerekçeyle üstü kapalı bir ambargo uyguladığını izah etmekte zorlanacaktır. Nitekim basın toplantısında Altay tanklarının motoruyla ilgili yöneltilen bir soruda topu taca attı. Avrupa Birliğine katılım sürecinde iki taraf da iştahını kaybetti. Görüşmelerde, ne Almanya'nın tutum değiştirdiğini, ne de Türkiye'nin bastırdığını sanıyorum.
Son bir haftada yaşananlar, Doğu Akdeniz'de bölgesel işbirliği açısından yeni bir fırsat penceresi doğuruyor. Önümüzdeki dönemde, gerek EastMed'in tarih sayfalarına kalkması, gerek Rus gazına bağımlılıktan kurtulmanın yolunun yine Türkiye'den geçecek olması Türkiye'yi kilit ülke durumuna getiriyor. Yeter ki önceki hatalarımıza tekrar düşmeyelim, bu sefer oyunu iyi oynayalım.