Türkiye-Yunanistan ilişkileri tarihi, iniş çıkışlarla doludur. İki ülke arasında zaman zaman bahar havası yaşanırken, bazen de savaşın kıyısından dönülmüştür. Atatürk-Venizelos dostluğu, Özal ile Baba Papandreou'nun başlattığı Davos ruhu, merhum İsmail Cem ile George Papandreou dönemindeki Türk Yunan yakınlaşması ilişkilerin parlak yılları olarak hatırlanır. Bunlara Ahmet Davutoğlu ile George Papandreou'nun kısa süren ikinci dışişleri bakanlığı dönemini de eklemek mümkündür.
Beş yıllık bir aradan sonra Ege sorunlarının ele alındığı istikşafi görüşmeler, 25 Ocak'ta İstanbul'da yeniden başlamıştı. 16 Mart'ta Atina'da yapılan, yeni adıyla istişari görüşmelerin hemen ardından dışişleri bakanlıkları arasındaki siyasi istişareler yine Atina'da gerçekleştirildi. Geçen hafta içerisinde de Bakan Çavuşoğlu, Yunan mevkidaşı Dendias'ı, 14 Nisan'da Türkiye'de ağırlayacağını açıkladı. Dendias'tan sonra Başbakan Mitsotakis'i de Ankara'da görürsek şaşırmamak gerek. En kötü ihtimalle Erdoğan-Mitsotakis görüşmesi önümüzdeki Haziran ayında Brüksel'de düzenlenmesi öngörülen NATO Zirvesi marjında gerçekleşebilir. Askeri makamlar arasında yürütülen güven artırıcı önlemler mekanizmasının da tekrar canlandırılması bekleniyor. Böylece zor geçen bir yıldan sonra Yunanistan'la tüm diyalog kanalları açık hale geldi.
16 Mart'ta Atina'da düzenlenen toplantıdan önce, 20 yıllık istikşafilerin ismi sessiz sedasız bir şekilde istişarilere çevrildi. Bu değişikliğin hangi nedenle yapıldığı anlaşılamadı. Yunan tarafında toplantıların gerek Yunanca gerek İngilizce isimlerinde herhangi bir değişiklik yapılmadığı görülüyor. Anlaşılan istikşafilerden istişarilere geçilirken önceden Yunanistan'la bir mutabakat sağlanmamış. Aslında keşfetmek kökünden gelen istikşafi kelimesinin kimin işine daha fazla yaradığı da ayrı bir tartışma konusu. İstişarelerin istikşafilere göre daha kuvvetli olduğunu söyleyen de var; istikşafilerin Türkiye'nin tezlerine daha yakın olduğunu savunan da. Kimsenin bu kadar ince düşünerek bu kararı aldığını sanmıyorum.
Kamuoyuyla paylaşılan görüntülerden 16 Mart toplantısında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın masada yer almadığı görülüyor. Böylece istikşafilerin 1+2 formatına geri dönülmüş oldu. Yunan basınındaki, görüşmelere siyasi bir içerik kazandırılmaması için Kalın'ın Atina'ya gelmesinin tercih edilmediğine ilişkin haberler doğru ise, bu şekilde bir ülkenin karşı tarafın heyetinin oluşumuna karışması diplomatik teamülle bağdaşmıyor. İstanbul'daki 61. toplantıya Kalın'ın katılmış olması Yunan basınında Türkiye'nin sürece cumhurbaşkanı düzeyinde verdiği önemin bir göstergesi şeklinde algılanarak memnuniyetle karşılandığı hatırlanacak olursa, demek ki Yunanlılar yine fikir değiştirmiş.
Görüşmelerin içeriğine ilişkin gizlilik kuralı devam ettiği için Atina toplantısında bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediği bilinmiyor. Ancak masanın devrilmeyerek sürecin devam edecek olması olumludur. İstikşafilerin ismi değişti diye kimse sonuca daha çabuk yaklaşılacağını sanmasın. Rusya ile Norveç arasındaki deniz yetki alanları ihtilafının çözümlenmesi tam 45 yılda mümkün olabilmiştir. Dendias'ın Atina toplantısından sonra görüşmelerde deniz yetki alanlarının ele alındığına ilişkin açıklamaları, Yunan tarafında kamuoyunu aldatmaya yönelik tek sorun söyleminin devam ettirildiğini de göstermektedir.
Yılbaşından bu yana Doğu Akdeniz'de tansiyonun düşmüş olmasının, Türkiye ile diyalog kanallarının yeniden açılmasının Yunanistan'ın hafta içinde yapılan AB Konseyi toplantılarından beklediği neticeyi alamamasına yol açtığı anlaşılıyor. Yüksek Temsilci Borrell ile Komisyonun konseye sunduğu Türkiye raporunda Doğu Akdeniz'le ilgili olarak daha ziyade bölgede yaşanan gerilimin tarihçesi özetlenerek son dönemde tansiyonun düştüğüne dikkat çekiliyor. Hemen ardından da Türkiye'nin tutumunu değiştirmesi halinde kısıtlıyacı önlemlerin yeniden gündeme geleceğinden söz ediliyor. Yunan Dışişleri Bakanı Dendias, Brüksel'e vardığında verdiği demeçte raporun eksikliklerinden söz ederek Yunanistan'ın memnuniyetsizliğini gizlemedi. Raporun Türkiye açısından göze çarpan önemli bir özelliği de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısında dile getirdiği Doğu Akdeniz Konferansı'nın diplomatik bir dille kabul görmediğinin ifade edilmiş olmasıdır.
Yunanistan'ı Türkiye ile arasını düzeltmeye iten başlıca neden ekonomik kaygılardan kaynaklanıyor. Devam eden pandemi sebebiyle bu yılın da Yunan ekonomisinin bel kemiğini oluşturan turizm sektörü için kayıp bir sezon olacağı anlaşılmaktadır. Ege'de askeri faaliyetlere ara verilmesi bir nebze de olsa turizme can suyu olabilecektir.
Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları Ege'deki ihtilaflar, Kıbrıs ve azınlık meseleleri olarak üç başlık altında toplamak mümkündür. Son yıllarda bunlara bir de yasadışı göçle mücadele eklendi. En zoru olsa da kanımca öncelikle çözümlenmesi gereken Ege sorunlarıdır. Aksi halde ilişkilerdeki iniş çıkışların sona erdirilerek kalıcı bir türk-yunan yakınlaşmasından bahsetmek kolay olmayacaktır.