Edebiyatımızın yüz akı ismi Ahmet Hamdi Tanpınar hakkında söz söyleyecek olduğumda Ahmet Haşim'in, şiire dair, "musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisan" değerlendirmesini karşımda buluyorum nedense. Bu şiirsel belirsizlikte, benim Tanpınar okumalarımın payı var kuşkusuz ancak Tanpınar'a dair yazılanların da bu yönelişimi desteklediğini söylemeliyim. Farklı türdeki onca yazının sahibi Tanpınar; şair, öykücü, romancı, denemeci, edebiyat hocası gibi vasıflarının ötesinde yazan 'insan' olarak "Kendisinde başlar, kendisinde biter." dediği 'şiir' benzeri bir insandır benim gözümle. Hakkındaki yazılara dikkatle bakıldığında ondaki bu yoruma müsait olma durumu görülür. Bu yazıyı yazarken Ahmet Oktay'ın dönüp yeniden okuduğum "Tanpınar: Bir Tereddütün Adamı" (Entelektüel Tereddüt, 2003) yazısının izinde yürüdüğümü söylemeliyim.
"Dönmeyen gemiler olduk açıktan/ Adımızı soran arayan var mı" içtenliğiyle 24 Ocak 1962'de dünyaya veda eden Tanpınar için sözünü ettiğim 'şiir' tanımlamasındaki 'musiki' ile 'söz' kelimelerinin yerine hangilerini yazıp aralarına da Tanpınar yerleştireceklerimi ve onları nasıl anlatacağımı düşünmedim değil açıkçası. Neyse ki kendisi, 1 Haziran 1961 tarihli günlüğüyle geldi yardımıma. "Sağcılar yalnız Türkiye, gözü kapalı, ezberde kalmış öğünmenin ötesine geçmeyen bir Türk tarihi, yalnız iç politika ve propaganda diyor. Sol, Türkiye yoktur ve olmasına da lüzum yoktur diyor; yahut benzerini söylüyor; her gün kıvırdığı, biraz daha kırılan, kendisini entité'ler içinde bir entité olarak alanların ortadan kalkacağı Türkiye istiyor, razı oluyor. Ben ise dünya içinde, ileriye açık, mazi ile hesabını gören bir Türkiye'nin peşindeyim. İşte memleket içindeki vaziyetim."
Abdullah Efendinin Rüyaları kitabının öykü kişileriyle ilgili 'tez' çalışmamla 80'li yılların başlarında 'edebiyat' bölümünden mezun olurken Tanpınar'ın, "memleket içindeki vaziyeti" hakkında benim de pek bilgim yoktu açıkçası. Okuduğum hatırı sayılır lisede, edebiyat ders kitabında (haz. Mehmet Kaplan) Tanpınar vardı lakin edebiyat öğretmeninin Tanpınar'dan haberi olmadığından olmalı, bizi de haberdar etmemişti. Sonrasında, "netekim" yıllarındaki üniversitede edebiyatımızın büyük ismi Tanpınar hakkında 'bitirme tezi' hazırlamanın mutluluğu vardı içimde o kadar. Söylemek bile fazla, ölümünden yirmi yıl sonrayken bile Tanpınar'ın kitaplarının derli toplu baskılarının olmadığı ve onun hakkındaki kayda değer yazıların oldukça sınırlı olduğu yıllardı o yıllar. Bir ömür, 'geç kalmış' olmaktan yakınan Tanpınar'a benim gibi Türkiye'nin de geç kaldığını söylemekte bir sakınca yoktur.
Tanpınar ölçüsünde, yazdıklarının toplamını kendisi sayacağımız başkaları var mıdır bizde, hiç olmazsa benim için belirlenmesi hayli güçtür bunun. Sanki onun her bir yazdığı, yazdıklarının bütünüdür de biz bu iç içe oluşta parçayı ya da bütünü okuduğumuzu ayırt edemeyiz. Bu böyle de yazdıklarından herhangi birini okumamış olmak, bütünü kavramadaki eksikliğimizi fark ettirir bize. Yazdıklarının toplamı ve onların eksiksiz okunması; şair, öykücü, romancı, denemeci, öğretici yazar Tanpınar'ın yarım kalmışlığını tamamlar mı, sanmıyorum. Bu, neden böyledir sorusuna nesnel bir karşılık veremeyeceğimi bildiğimden Haşim'in "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" yazısına müracaat edip 'şiir' ile 'Tanpınar' benzerliğine vurgu yaptım. Bana öyle gelir ki "şiir, anlaşılmak için ruh ve zekâ istidadından başka çetin bir hazırlanma ve hatta ziya, hava ve zaman şartları gibi müşkil birtakım haricî avâmilin de yardımını ister" ise Tanpınar da öyle 'anlaşılmak için' ne çok hazırlık bekler okurundan. Yıllar önce yayımlanan yazımda bir kişinin Tanpınar'ı anlamak ve anlatmak işinin üstesinden gelemeyeceğini yazmıştım ki adına 'enstitü' kuruldu onun. Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman III (1990) kitabına, 'şişirilmiş yazar' olduğu gerekçesiyle Tanpınar'ı almayan Cevdet Kudret, bugünlere gelebilseydi kitabının yeni baskılarında değişiklik yapardı muhtemelen. Nurullah Ataç da vazgeçerdi alaysı tavırlarından.
Tanpınar, düşünce/edebiyat dünyamızda bir üniversitedir ki okumayanı eksik kalır ancak mezuniyet töreni olmayan bir üniversitedir o. Ülke için savunduğu 'devam fikri' asıl onun kendisi için geçerlidir. Giorgio Manganelli, "bir yazın uygarlığı okumalardan oluşmaz yeniden okumalardan oluşur" (Düzyazının İnce Sesi; 2002; çev. Şadan Karadeniz) yargısıyla Tanpınar'ın yazdıklarını işaret etmiştir sanki. Mevlânâ'nın, "Şimdi yeni şeyler söylemek lazım." uyarısı, Tanpınar'ın her seferinde "yeniden" okunuşundaki esin kaynağıdır besbelli. Acelesi olmamış Tanpınar, aceleye gelmez çünkü dikkat ve zaman ister okurundan.
Edebiyatın sanatçı yazarları, 'ne' yazdıklarıyla değil de 'nasıl' yazdıklarıyla onay alırlar edebiyat ortamından. Hikâyeler (Abdullah Efendi'nin Rüyaları ile Yaz Yağmuru kitaplarına ekli iki öykü), Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ve Aydaki Kadın romanlarının yazarı 'şair' Tanpınar, edebiyatımızda adından kendisine özgü üslubuyla söz ettirmiştir, bu ayrıcalık tartışılamaz bir gerçektir. Buna karşılık; Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Yaşadığım Gibi, Beş Şehir, Edebiyat Üzerine Makaleler, Mücevherlerin Sırrı, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Namık Kemal Antolojisi, Hep Aynı Boşluk ile 'Mektuplar' ve 'Günlükler' yazarı Tanpınar, 'ne' söylediğiyle de öne çıkmış bir isimdir, dolayısıyla onun metinlerini kategorize etmek de güçleşir. Oktay'ın, "bana öyle geliyor ki Tanpınar kalbi, şiirinden çok romanlarında öykülerinde ve ne tuhaftır ki, düşünce yazılarında çarpıyor" belirlemesine dikkat edilmeli. Sartre'ın deyişiyle yazarak kaldıracağı bir "örtü" olması gereken yazarlardandır 'yaratıcı' ve 'düşünen' Tanpınar.
Kendi yüzyılının tam ortasındaki, "Sanki asrımızın insanına rahat hakikaten nasibmiş gibi düşünüyoruz. Rahat, ferdi saadet, kaygısız baş, bunlar on dokuzuncu asrın kısa rüyalarıydı. Doğrusunu isterseniz bizlere hiç nasip olmayan rüyalar…" (18 Ocak 1951) sözleriyle Tanpınar, ne'yi yazacağının işaretini vermiştir. Yabancı bir araştırmacının belirlemesiyle "eskinin ölmeyi reddettiği ve yeninin doğum sancıları çektiği bir dünyada" (Carter V. Findley, Modern Türkiye Tarihi, 2011; çev. Güneş Ayas) yazmış Tanpınar, "devam ederken değişmek değişirken devam etmek" felsefesinin devamcısıdır. Kurmaca metinleriyle diğerlerini severek ve dikkatlice okuyanlar, onun aradığı 'insan' ile varlığının anlam kazandığı zengin âlemi görebilirler. Öykü ve romanlarından bizde kalanların 'olaylar dizisi' değil de 'insanlar' oluşunu, bu sözüme kanıt gösterebilirim. Andığım 'edebiyat tarihi' kitabının hayli uzun "Giriş" yazısı ile üç ayrı başlıkla oluşan "Garplılaşma Hareketine Umumi Bir Bakış" bölümü, bu değişim-devam ilişkisiyle ve ayrıca sanat metni özeniyle okunabilir.
Çok yönlü yazar Tanpınar, yalnızca edebiyatın diliyle okunamaz bu nedenle hiç olmazsa tarihin, felsefenin, psikolojinin, estetiğin yardımına gereksinimi vardır okuyanlarının. Osmanlının, Batılılaşma sürecindeki modernleşme-gelenek çelişkisi başat konulardan biri, belki birincisidir Tanpınar'da. Onun sanat ve kurmaca metinlerinde 'tarih-kültür-medeniyet' kavramlarının, kavrayış gücümüzü zorlayacak ilişki biçimlerine tanık oluruz. Yaşadığım Gibi ve Edebiyat Üzerine Makaleler kitaplarının yalnıza 'içindekiler' kısmına bakmakla resimden müziğe, şehirden ekonomiye, mimariden edebiyata, eğitimden çalışma yaşamına, dilden şiire, Doğu'dan Batı'ya ne tür bir zengin düşünce coğrafyasında dolaşacağımızı görebiliriz.
Tanpınar'daki bu çeşitliliğin zenginliğini bir iki örnekle somutlaştırayım. "Geçmiş Zaman Elbiseleri" öyküsünü, Tanpınar'ın sanat metinlerine yansıyan 'zaman-kadın-rüya' estetiğinin özeti olarak görüyorum. Yaşadığım Gibi içindeki "Medeniyet Değiştirmesi ve İç İnsan" (2 Mart 1951) ile "Asıl Kaynak" (16 Nisan 1943) başlıklı iki yazı, kendi içinde derinleşen ve birbirinden ayrı iki dünyaya dikkatle bakmayı başarmış, düşünen yazarın insan-toplum felsefesini özetler. Edebiyatımızın 'en güzel aşk romanı' olup olmadığı tartışılan Huzur'un İhsan'ı bir modernleşme projesi anlatır: "Bir taraftan bir medeniyet ve kültür buhranı içindeyiz; bir taraftan da bir iktisadi reforma ihtiyacımız var. İş hayatına açılmamız lazım. (…) Kendi piyasamızı kendi istihsalimize açacağız. Aileyi, evi, şehri ve köyü tekrar kuracağız. Bunları yaparken insanı da yapmış olacağız." Beş Şehir yazarının Paris gözlemlerini okurken Kubilay Han'ın gözdesi, "her şeye bakan ve her şeyi kaydeden gözleri" (Eileen Power, Ortaçağ İnsanları, 2019; çev. İslam Kavas) olan Venedikli genç Marco Polo'yu anımsarız.
Olduğu gibi yani kendisi olmuş Tanpınar, 'o' olmadığı gibi 'bu' da değildir. "Asıl Kaynak" yazısının, "Bizim için asıl olan miras ne mazidedir, ne de Garp'tadır; önümüzde çözülmemiş bir yumak gibi duran hayatımızdadır." cümlesi, onun duruş yerini gösterse de kategorize ederek/sahiplenerek 'anlama' çabasını göz ardı edenler için Tanpınar 'sorunlu' bir isimdir her zaman. Kendisi de farkındadır bu durumun: "Sağcılara göre benim angajmanlarım -Huzur ve Beş Şehir- hilafında sola kayıyorum, solu tutuyorum. Solculara göre ise ezandan, Türk musikisinden, kendi tarihimizden bahsettiğim için ırkçıların değilse bile, sağcıların tarafındayım." Oktay'ın deyişiyle "hiçbir imana sığınmamayı seçmiş" Tanpınar, yine onun belirlemesiyle "retle kabulün arasında" bir yerdedir. Selahattin Hilav'ın açıklamaları bu bağlamda kayıtlara geçmelidir. "Tanpınar, kapitalizmin darbesi altında ufalanan geleneksel Asyaî- Osmanlı-Türk toplumunun maddî ve manevî parçalanışına, bir kültür yokluğuna mahkûm oluşuna çare ararken, yıllardır ileri sürülen ve genellikle kabul edilen ideolojik reçetelere kanmıyor. Tanpınar'ı bu reçeteler açısından değerlendirecek olursak, kaybolmuş bir dünyanın özlemini çeken, geçmişe dönük ve kötümser bir yazar olarak görmemiz mümkündür. Hatta, anlamları üzerinde, ancak resmi ve ideolojik görüşün elverdiği ölçüde düşünmek şartıyla (yani eleştirici ve bilimsel düşünceyi bir yana atarak) 'sağcı' ve 'gerici' kelimelerine sarılıp Tanpınar'ın 'sağcı' ve 'gerici' bir yazar olduğunu da söyleyebiliriz. Ama böyle bir iddia, yalınkat bir değerlendirme olmaktan kurtulamaz." (Edebiyat Yazıları, 1995)
Yayımlandığı ilk günlerde 'öküz öldü, ortaklık bozuldu' sözünü anımsatır biçimde kırılmalara neden olan Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa (2007; haz. İnci Enginün-Zeynep Kerman) kitabı, 'Tanpınar'ı tanıma kılavuzu' bilinmelidir. Kitapta, Hilav'ın tespitini bu kez karşı yönden doğrulayan birçok durum söz konusudur. Onun 'Günlükler' kitabını okuyunca 'başkalarını konuşurken her birimiz çok cesuruz lakin sıra kendimize bakmaya geldiğinde çok azımız Tanpınar içtenliğiyle dürüst davranabiliriz' dememek olmaz. Yayımı sonrasında gönüllerdeki tahtı sarsılmış olsa da bizi şaşırtan Tanpınar için kitap okunmalı.
Muhafazakâr çevrelerin gözündeki ilk vukuatı, 1930'daki Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi'nde 'divan şiiri' hakkındaki olumsuz görüşleri olan Tanpınar, 27 Mayıs1960 Darbesi'ni öven "Suçüstü" (14 Haziran 1960) başlıklı yazısıyla baltayı taşa vurmuştu. Huzur ve Beş Şehir yazarı, "Bursa'da Zaman" şairi Tanpınar, sonunda "orduya teşekkür" ettiği yazısını, "Bundan sonrasını sevinç gözyaşlarına bırakalım." cümlesiyle bitirir. Bu yazı, DP iktidarına yönelik, "Sahte havari ağzıyla geldiler, Kabakçı Mustafa'nın bile hayalinden geçmeyecek bir katliam teşebbüsünü arkalarında hüccet olarak bırakıp tarihin öbür kapısından geçtiler." cümlesinden de anlaşılacağı gibi Tanpınar'dan çıkmayacak sertlikte bir yazıdır. Günlükler kitabında, Darbe öncesinin olumsuz koşullarıyla sonrasındakiler eleştirilir.
Tuncay Birkan, "Kitapsız Kalmış Metinler - Ahmet Hamdi Tanpınar" (k24, 12 Mayıs 2016) yazısında Birol Emil'in, "Tanpınar'ın bazı yazılarını (özellikle de DP iktidarını yerden yere vurup 27 Mayıs'ı coşkuyla alkışladığı ünlü dört yazı ile yine DP aleyhinde sert laflar içeren "Hasan-Âli Yücel'e Dair Hatıralar ve Düşünceler" yazısını) uzun yıllar gözlerden saklama, yani Tanpınar'ı sansürleme hakkını kendilerinde görmüş" diyerek ekliyor: "Birol Emil sansürcü tavrını 1996 yılında yapılan 2. basımda kısmen hafifletmeye karar vermiş ve o baskıya hepsi de Atatürk'e mersiye niteliği taşıyan şu yazıları almış:" diyor. Adı geçen kitabın, tarihsiz ilk baskısıyla yeni baskısı da elimde, yazılan doğru. Akademisyen Birol Emil'in, iddiası için Tuncay Birkan'a cevabı varsa da göremedim, görmek isterdim doğrusu.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ı hatırla(t)ma yazımı, Ahmet Haşim'in cümlesiyle bitireyim: "'Mânâ' araştırmak için şiiri deşmek, terennümü yaz gecelerinin yıldızlarını râ'şe [ürperiş] içinde bırakan hakir kuşu eti için öldürmekten farklı olmasa gerek." Tanpınar için de 'şiir' yakıştırması yapmıştım ya işte o sebeple…
Hasan Öztürk kimdir? Hasan Öztürk 1961'de Trabzon'un Araklı ilçesinde doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Araklı'da okudu, ardından Trabzon Erkek Öğretmen Lisesini bitirdi (1978). Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983) Hasan Öztürk, yazıya 1980'li yılların ortalarında Yeni Forum dergisinde, 'kitap' eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda -bir ya da iki yazısı yayımlananlar kenarda tutulursa- Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Matbuat, Türkiye Günlüğü, Polemik, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh, Arka Kapak ve Cumhuriyet Kitap adlı dergiler ile 'Edebiyat Ufku' , 'K24' ve 'Gazete Duvar' adlı sanal ortamlarda yazıları yayımlandı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, kısa süreli (2018/2019; 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı 'kitap kültürü' dergisini yönetti ve dergide yazdı. Hasan Öztürk, 2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık, Edebiyat Nöbeti ve KE adlı dergiler ile 'T24 Haftalık' ve 'Aksi Sanat' sanal ortamlarında aralıklarla yazmaktadır. Edebiyatın, daha çok kurmaca metinlerine yönelik yazılar yazan Hasan Öztürk'ün; Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016), Gündem Edebiyat (2017) ve Üç Duraklı Yolculuk (2021) adlı kitapları yayımlanmıştır. |