Afrika dünyanın geri kalmış ve sorunlu kıtası konumunu korumaya devam ediyor. Günümüzde Afrika denince, iç savaşlar, açlık, kıtlık, hastalıklar, demokrasi ve hukuk alanındaki eksiklikler, velhasıl azgelişmişliğin onlarca yüzü aklımıza gelmektedir. Libya’daki dengelerin, Arap baharı ertesinde, batının askeri müdahalesiyle yıkılmasının ardından, Afrika’nın ürkütücü görüntülerine, Libya kıyılarından Avrupa istikametinde denize açılan tıka basa dolu intihar tekneleri de ilave olunmuştur.
2018 yılı itibarıyla, merkezi devlet otoritesinin yıkılması/zayıflaması nedeniyle, çeşitli silahlı grupların, meşru yönetimin güçleriyle çatışmayı sürdürdüğü üç ülke mevcuttur: Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Somali. (Sahel ülkelerinde terör gruplarına karşı mücadele batı desteği ve bölgesel işbirliği temelinde devam ettiğinden kapsam dışı tutulmuştur.) Her üç ülkede de barış, istikrar ve huzurun geri gelmesinin yıllarca sürebileceği tahmin ediliyor. Somali’de yaşanan kaosun 1991 yılında Siad Barre hükümetinin devrilmesinden bu yana devam ettiğini hatırlarsak, söz konusu ülkelerin istikrara ve barışa kavuşmalarının ne denli zor olduğunu daha rahat kavrayabiliriz.
Yukarıda değindiğimiz koşullar dikkate alındığında, Afrika kıtasında barış ve demokrasi istikametindeki seyrek ve cılız gelişmelerin dahi öne çıkarılması, teşvik edilmesi ve uluslararası toplum tarafından takdir edilmesi önem arz etmektedir.
Dikkat çekmek istediğimiz olumlu gelişmeler Afrika Boynuzu’nun kilit ülkesi Etiyopya’da meydana gelmektedir. T24 okurları bu ülkeye dair son 6 ay içinde kaleme aldığımız 2 yazıyı hatırlayacaklardır: Afrika’nın bu çok etnili, gergin, ikinci kalabalık ülkesinde son 3 yıldır sokağa yansıyan protestolar sonucunda başbakan Hailemariam Desalegn şubat ayında istifa etmiş, nisan ayında göreve getirilen genç politikacı Abiy Ahmed, köklü reformlar yapmak suretiyle muhalefet üzerindeki baskılara son vermiş, af ilan ederek 6 bin civarındaki tutuklu/hükümlüyü salıvermiş, merkezi hükümete karşı silahlı mücadeleyi benimseyen kurtuluş örgütleriyle (Ogaden ve Oromo kurtuluş cepheleri, Patriotic Ginbot 7 vs.) anlaşma sağlamış, devletin işkence yaptığını kabul etmiş, özetle, yılların baskıcı rejimi yerine, demokratik değerlere saygılı bir yönetimi yerleştirmeye başlamıştır.
Abiy Ahmed’in en beklenilmedik açılımı ise dış ilişkiler alanında gerçekleşmiştir. Sınır anlaşmazlığı nedeniyle 1998 yılında savaş açtığı komşu ve kardeş ülke Eritre’ye, 2000 yılında imzalanan Cezayir anlaşmasını uygulayacağını taahhüt ederek barış elini uzatmıştır. Bu barış adımlarının ardından, 20 yıllık düşmanlık son bulmuş, iki ülke liderleri karşılıklı ziyaretler gerçekleştirmiş, Adisababa ile Asmara arasında uçak seferleri başlatılmıştır.
Etiyopya ile yapılan barışın, Afrika’nın en çok eleştirilen, kıtanın en kapalı ve katı rejimleri arasında yer alan Eritre’de, hem ülke içi durumun iyileşmesi, hem de dış ilişkilerin düzelmesi açısından katalizör görevi yapması beklenilmektedir. Bölgede ve kıtada tecrit edilen Eritre’nin, Abiy Ahmed’in dirayet ve cesaret dolu adımları sayesinde, normal bir ülke haline dönüşme sürecine girmesi, bölgenin ötesinde, Aden Körfezini de kapsayacak biçimde iyi komşuluk ilişkileri sağlayabilecektir.
Geçtiğimiz hafta, Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki İsveç Büyükelçisi, yukarıdaki başarıları nedeniyle Abiy Ahmed’in eylül ayında New York’ta düzenlenecek BM olağan genel kurulu sırasında en başarılı devlet adamı muamelesi görmesi yönünde telkinlerde bulundu. Nobel ödülleri İsveç tarafından seçilir, dağıtılır, ancak Nobel barış ödülü Norveç’te yerleşik bir komite aracılığıyla belirlenir. Diplomaside kazandığımız tecrübe ve öngörüyle, Abiy Ahmed’in Norveç Nobel komitesinin ön listesinde bulunabileceğini tahmin edebiliyoruz. 2008 yılından itibaren Afrika’ya açılan ,Büyükelçilik sayısını üç katına çıkaran, her yıl Afrika’ya üst düzey ziyaretler gerçekleştiren Türkiye’nin Abiy Ahmed’in bu kıymetli ödüle aday gösterilmesi yönünde işaretler vermesi, önümüzdeki BM genel kurulu çalışmalarında bu amaçla faaliyetler düzenlemesi, Davutoğlu döneminin Orta Doğu politikası nedeniyle “değerli yalnızlığa” maruz bırakılan Türk diplomasisine itibar kazandıracaktır.
Global düzeydeki olumlu gelişmelere bakarken, kötüye giden ilişkileri ve ihtilafları göz ardı edersek değerlendirme eksik kalır.
Bu açıdan bakıldığında “kötü figür” konusunda hâlen dünyada mutabakat mevcut. ABD başkanı Trump dünyayı şaşırtmaya ve sarsmaya devam ediyor. Önceki cumhuriyetçi başkanlar “şer ekseni” olarak adlandırdıkları Kuzey Kore, Sudan, İran, Küba gibi ülkelere ambargo ve yaptırım uygular, bu ülkelerle iş yapan firmaları cezalandırırlardı. Trump, serbest ticaret anlaşması imzaladığı iki komşusu, (Meksika ve Kanada) 2. Dünya savaşından sonra komünizme karşı ittifak kurduğu müttefikleri (NATO ve AB ülkeleri) dâhil olmak üzere, onlarca dost ülkenin ayağına basmaya devam ediyor. Kanada’da düzenlenen son G-7 zirvesi adeta Trump ve diğer 6 ülke arasında boks maçı gibiydi.
Trump’ın tehdit ve yaptırımlarından ülkemiz de payını alıyor. Tutuklu ABD vatandaşı rahip Brunson meselesi yüzünden Türk lirası büyük kayıplara uğruyor, ekonomik krize sürükleniyor. Sorunun özünde haklı olmamız bir şey değiştirmez, karşınızda süper güç varsa, hak ve adalet kavramlarını unutmak gerekir. Ekonominiz dış etkenlere karşı kırılgan ise, ana hedef dışarıdan gelebilecek saldırıların siyasi ve ekonomik istikrara zarar vermesini önlemek olmalıdır. Bu çerçevede hem ABD makamlarıyla, hem de Avrupalı müttefiklerimizle basın önünde tartışmak, meydan okumak, hakaret etmek gibi, sıkça tekrarladığımız alışkanlıklarımızdan vazgeçmek zorunludur, akl-ı selimin gereğidir. AB ile ilişkilerimiz iyi durumda olsaydı, Trump’ın son tehditlerine karşı AB liderleri muhakkak kuvvetle yanımızda dururdu. Zira Trump’dan Türkiye ne kadar rahatsızsa, AB ülkeleri de bir o kadar rahatsız.
Global karıştırıcı Trump’a karşı Avrupa’lı müttefiklerimizle dayanışmayı güçlendirmek piyasaların ihtiyaç duyduğu güveni geri getirecektir. İçinden geçtiğimiz ekonomik zorlukların çözümü ve ülkemizin orta ve uzun vadedeki ekonomik ve siyasi istikrarı için Avrupa Birliği hedefi, ( sözde değil özde) en gerçekçi reçetedir. AB’nin ülkemize karşı adil davranıp davranmadığı ayrı bir konudur, uygun zeminde ve zamanda tartışılmalıdır. Ancak, halen, ekonomimizin güçlendiği dönemlerde AB standartlarından uzaklaşmanın veya AB taahhütlerimizi ertelemenin bedelini ödemekte olduğumuzun farkına varalım. Bu şekilde döviz ve enflasyon krizine karşı ilk olumlu adım atılmış olur.
ABD seçmeninin, küreselleşme karşıtı ve sorunları körükleyen bir işadamını başkan yapacağını, Etiyopya'da eleştirilerin odağı iktidar koalisyonunun dünya çapında takdir gören, yapıcı ve sağduyulu bir başbakan atayacağını kim tahmin edebilirdi
Eylül ayında toplanacak 73. Dönem BM genel kurulunun iyi ve kötü liderlere layık oldukları biçimde muamele etmesini, Abiy Ahmed ve ülkesinin ise hak ettikleri takdirle ödüllendirilmelerini diliyorum.