Albert Camus’nün Veba adlı çok okunan eserinin geçtiği Oran şehri, başkentin ardından, Cezayir’in ikinci büyük yerleşim merkezidir. Geçtiğimiz mayıs ayında, bu şehirdeki Fas konsolosunun, Koronavirüs kaynaklı sorunlardan rahatsız olarak ülkelerine dönmek üzere Konsolosluğa gelen Faslı vatandaşlarına hitap ederken, "düşman bir ülkede bulunduğunuzu aklınızdan çıkarmayın" şeklinde bir ifade kullandığı Cezayir basınına yansıyınca, iki komşu ülke arasında yeni bir krize daha şahit olduk. Fas Büyükelçisi'nin, başkent Cezayir’de Dışişleri Bakanlığı'na çağrıldığını, Faslı konsolosun Oran’da telaffuz ettiği ifadelerin diplomatik nezaket ve geleneklerle bağdaşmadığına dikkat çekilerek duyulan derin rahatsızlığın kendisine iletildiğini basında okuduk.
Türkiye’nin yakın dostluk ilişkileri içinde bulunduğu üç Magreb ülkesi arasından, Fas ve Cezayir, 1750 kilometre uzunluğunda bir kara sınırını paylaşırlar. Bu sınırın 1994 yılından bu yana kapalı kaldığını, kaçakçılık hattına dönüştüğünü çoğumuz bilmeyiz. Sınırın yakınlarındaki şehirlerde ikamet edenlerin, zaman zaman gerçekleştirdikleri, sınırların açılmasına yönelik insani gösteriler dikkatimizi çekmez. Bağımsızlıklarını neredeyse 60 yıl önce kazanan Fas ve Cezayir’in, kuruluşlarından itibaren itişip çatıştıklarını, karşılıklı güveni bir türlü tesis edemediklerini, birbirlerini daimi rakip ve hatta "düşman" gördüklerini fark edenlerimiz azınlıktadır.
Cezayir halen derin ve olumlu bir değişim/dönüşüm süreci içindedir. Yolsuzluklardan yılan Cezayir halkının azim ve cesaret yüklü barışçıl tepkisi neticesinde 20 yıllık Abdülaziz Bouteflika dönemi sona ermiştir. Cezayir halkı, 2019 şubat ayından itibaren, her cuma günü sokakları ve meydanları doldurarak dinazor ekibini iktidardan indirmiş ancak orduyu kışlasına henüz gönderememiştir. Ülkeyi 60 yıldır yöneten ordunun, istihbaratın ve Ulusal Kurtuluş Cephesi veya türevlerinin iktidardan tamamen uzaklaştıklarını söylemek mümkün değildir. Çoğunluğun boykot ettiği aralık 2019 seçimlerini kazanan yeni Cumhurbaşkanı Tebboune’un işi hayli zor gözükmektedir. Bir yandan acil çözüm bekleyen devasa ekonomik sorunları aşması gerekmekte, öte yandan seçimleri boykot eden çoğunluğun şeffaf, demokratik ve sivil bir yönetim beklentisini karşılaması icab etmektedir.
1950’li yıllarda, ulusal kurtuluş mücadelesi vererek Fransız yönetiminden kurtulan Cezayir, kuruluş döneminden itibaren, liberal batı dünyasına mesafeli (Türkiye dahil), SSCB önderliğindeki Doğu Bloku'na nisbeten yakın, Bağlantısız Ülkeler Grubu bünyesinde aktif ve öne çıkan bir dış politika izlemiştir. İç çalkantılar nedeniyle bazı dönemler uluslararası sahneden kaybolsa dahi, bölgesinde, Orta Doğu’da ve Afrika’da, krizlerde arabuluculuk yapabilen, çözüm üretebilen bir ülke profili çizmiştir. Cezayir lehindeki bu genellemenin yegane istisnası komşusu Fas ile ilişkileridir. Biri 42 diğeri 36 milyon nüfuslu, aynı dini, aynı dili, aynı kültürü ve gelenekleri paylaşan, Afrika’nın ve Müslüman dünyanın önde gelen bu iki komşusunun, ilişkilerini rayına koymaları zamanı çoktan gelmiştir. Cezayir’in içinden geçtiği değişim süreci bu açıdan ümitleri arttırmaktadır. Geçen sene sonunda yapılan seçimleri kazanması üzerine, Fas Kralı Muhammed VI, Abdülmecid Tebboune’a mesaj göndererek, seçim zaferini tebrik etmiş, iki ülke arasında karşılıklı güven ve diyaloga dayalı yeni bir sayfa açılmasını temenni etmiştir. Yeni Cezayir yönetimi Fas Kralı'nın temennisi sessizce geçiştirmeyi yeğlemiştir. Öte yandan, Fas makamları, Cezayir’de dengeleri değiştiren halk hareketine dair yorum ve eleştiri yapmaktan kaçınmakta, komşunun iç işlerine karışmayı uygun bulmamaktadır.
Cezayir ile Fas arasındaki iyi ilişkilerin önündeki en büyük engel Batı Sahra sorunudur. 45 yıldır devam edegelen ve Cezayir’in başarılı dış politika vitrininde defolu mal gibi duran bu kronik meselenin bugünden yarına çözülmesi beklenilmemektedir. İki komşu ülkenin iç dinamikleri ve bölge gerçekleri çözüme engel oluşturmaya devam etmektedir. Batı Sahra krizinde, hayati menfaatleri söz konusu olmamasına karşın, Cezayir yönetiminin (özellikle ordunun) Polisario Cephesi'ne koşulsuz desteği fasılasız sürmektedir.
1975 yılı sonlarında, İspanya’nın Batı Sahra’dan çekilmesiyle birlikte, Batı Sahra krizi, uluslararası toplumun gündemine yerleşmiş ve yıllar içerisinde dünyamızın dondurulmuş krizlerine dahil olmuştur. Batı Sahra’yı, kendi topraklarının güney istikametindeki tarihi devamı mahiyetinde kabul eden Fas, vatandaşlarının buralara yerleşmesini teşvik ederek bölgenin üçte ikisine (Atlas Okyanusu'na bakan 1100 km kıyı şeridinin neredeyse tamamına) fiilen hakim hale gelmiştir. Polisario Cephesi’nin önderliğinde, Cezayir ve Moritanya’nın desteklerini arkasına alarak örgütlenen yerli halkın, ülkenin tamamının tam bağımsız hale gelmesi amacıyla başlattığı silahlı mücadele, 1991 yılında birleşmiş Milletler’in gayretleriyle imzalanan ateşkes ile sona ermiştir. 1976 yılında Polisario Cephesi’nin girişimiyle kurulan Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti (SDAC), Cezayir ve Güney Afrika’nın teşvikiyle, 80 kadar devlet tarafından tanınmıştır. Bilahare, Rabat’ın lobi faaliyetleri neticesinde, 40 kadar devlet, tanıma kararını geri çekmiş ya da dondurmuştur. Fas’ın Batı Sahra’yı tek yanlı ilhak kararını resmen tanıyarak duyuran ülke bulunmamaktadır.
SDAC’nin, 1984 yılında, Cezayir ve Güney Afrika’nın gayretleriyle Afrika Birliği üyesi kabul edilmesi üzerine Fas, aynı tarihte Afrika Birliği üyeliğinden çıkmış, ancak bu yanlış adımdan 2017 yılında geri dönerek Afrika Birliğine tekrar dahil olmuştur. Afrika Birliği, Batı Sahra sorununa, sömürgeciliğe son verilmesi ve ulusların kaderlerini kendileri tayin etmeleri prensibi açısından yaklaşmakta, bölgenin SDAC yönetiminde tam bağımsızlığını savunmaktadır. Fas ise, Afrika Birliği’nin bu sorunda tarafsız davranmadığını ileri sürerek, konunun BM’in yetki alanına dahil olduğunu vurgulamaktadır. Yıllar içerisinde, 44 başkenti, SDAC’nin tanınması kararından vazgeçirmeye muvaffak olan Rabat yönetimi, son dönemde, Fildişi Sahili, Komor Adaları, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Gambiya, Gine ve Sao Tome’nin, Fas hakimiyetindeki Batı Sahra şehirlerinden Laayoune veya Dakhla’da konsolosluk açmalarını sağlamak suretiyle, Cezayir ile sürdürdüğü amansız rekabette bir adım daha öne geçmiştir.
1991 yılında, Batı Sahra’da, taraflar arasında ateşkes ilan eden BM Güvenlik Konseyi kararı ile teşkil edilen barış gücü MINURSO, çatışmasız geçiş döneminin ardından, bölgede referandum düzenlenmesi ve halkın bağımsızlık veya Fas’a katılma konusunda karar vermesi hedefi doğrultusunda görev yapmakta, ancak referandum sırasında kimlerin oy kullanacağına ilişkin çıkmaz nedeniyle amacına bir türlü yaklaşamamaktadır (Batı Sahra’nın toplam nüfusu halen 600 bin civarında olup, bu rakamın üçte ikisi Faslı göçmenlerden oluşmaktadır). Uluslararası toplumun ilgisinin, günümüzde, Libya krizi, Sahel’deki terör dalgası, Güney Sudan barışı gibi, Afrika’nın diğer sıcak noktalarına kaydığını, mevcut statükonun Fas lehinde olduğunu, öte yandan batılı devletlerin sorunda Rabat’tan yana olduklarını dikkate aldığımızda, Batı Sahra’daki çözümsüzlük halinin, uzunca bir süre daha devam edeceği sonucuna varılmaktadır.
Sene başından itibaren gezegenimizi fena sarsan Koronavirüs salgını gerçeği, dünyanın farklı bölgelerindeki tüm silahlı çatışmaların ve dondurulmuş krizlerin ivedilikle sona erdirilmesini zorunlu kılmıştır. 45 yıllık Batı Sahra sorununun parametrelerinde bir diğer değişiklik ise Cezayir’in içinden geçtiği demokratikleşme sürecidir. İnandığı prensipler istikametinde ve derin Fas karşıtlığı dürtüsüyle, Polisario Cephesi'ni yıllarca gözü kapalı destekleyen farklı Cezayir hükümetleri önünde, bu defa, hesap soran, demokrasiyle yönetilmek isteyen, çok güçlü, örgütlü ve barış yanlısı bir sokak hareketi (HİRAK) mevcuttur. İki komşu ülke arasındaki manasız düşmanlığa son vermenin anahtarı belki de HİRAK’ın cebinde durmaktadır.