O dünyanın en güzel çocuğuydu. Işıl ışıl gözleriyle güldüğünde adeta güneşten bir parçaydı. Doğduğundan beri dünya güzelleşmişti. Ailesinin büyük umutları vardı onunla ilgili. Babasının prensi, anneannesinin nazardan sakındığı, dedesinin gözbebeği, annesinin canıydı. Bir başkası, evin prensesi, annesinin sırdaşıydı.
O gözler, dünyanın en güzel gözleriydi! Doktor olacaktı, belki yazılımcı. Ne olursa olsundu, mutlu ve sağlıklı olsundu. Belki zorluklar yaşayacaktı toplumda, belki onu bekleyen acılar vardı ama ailesi arkasındaydı, hepsini aşacaktı.
O dünyanın en güzel çocuğuydu.
Depremde ölen her bir çocuk, dünyanın en güzel çocuğuydu. Yaşayacak çok güzel günleri vardı. Ailesine evlat, kardeş, torun acısı yaşattılar. Aynı şekilde, ailesini kaybeden, öksüz/yetim kalan her bir çocuk, o küçücük kalbine sığmayacak acılarla, gözlerine yerleşen umutsuzluk ve korkuyla bitirdi çocukluğunu.
Depremde ölen her bir insan ailemizden biriydi, arkadaşımızdı, dostumuzdu, komşumuzun akrabasıydı, iş arkadaşımızın ablasıydı, bakkalın çırağının amcasıydı...
Hepimizin evinden en az bir cenaze çıktı diyoruz ya... On binlerce cenaze, milyonlarca acılı ev ve tek suçlu var ortada: Açgözlülükle, nefretle örülü korkunç bir saygısızlık.
İnsan hayatına saygısızlık. Hukuka saygısızlık. Doğaya saygısızlık. Tarihe saygısızlık. Dünyaya saygısızlık. Alınan oylara saygısızlık. Kazanılan mertebelere saygısızlık. Halka saygısızlık. İnançlara saygısızlık. Varoluşa saygısızlık. Yaşama saygısızlık. Ülkeye, vatana, millete, bayrağa saygısızlık.
Şimdi tüm bu çöken binaların müteahhidlerinin peşine düşüldüğü haberleri gelirken savcılar, bu yapılara izinleri veren, tek bir sütunu olmayan binaya turizm belgesi, "güvenlidir" belgesi veren kişiler hakkında soruşturma başlatmıyor -başlatamıyor. Çünkü saygının olmadığı yerde hukuk da yok. Esasında bu soruşturmaları beklemeden izinleri veren kurumların başındaki kişilerin ve hatta onları oralara getirenlerin istifa etmesi, yüzlerinin kızarması, sokağa çıkamamaları, aynaya bakamamaları, uyku uyuyamaları haber olmalıydı. O zaman vicdanları olduğuna dair bir işaretimiz olurdu.
Oysa saygısızlıkta en büyük mertebe onursuzluktur. Onursuz insanlardan başkalarının hayatlarına, acılarına saygı bekleyemeyiz. Aynada kendilerini göremez onlar, olur da görürlerse aynayı suçlarlar.
Dünyanın en güzel çocukları öldü depremde. Sadece Türkiyeli ailelerin çocukları değil; Türkiye'yi "anavatan" olarak belleyen KKTC'nin sporcu çocukları, pırıl pırıl gençleri… Türkiye'yi "güvenilir" bilerek savaştan kaçan acıyı acıyla bileyen mültecilerin çocukları…
Orta Doğu'nun kaderi acıdır. Ne savaşı biter ne yoksulluğu. Bakmayın Arap dünyasının zenginliğine, o zenginlikten Orta Doğu'nun ihtiyaç sahipleri değil; haysiyetsizce paraya aç olanları nemalanır. Acıların coğrafyasında, gelişmiş ülkelere oranla her gün daha Orta Doğulu, daha zavallı, daha fakir oluyoruz biz de.
On binlerce vatandaşını göz göre göre ölüme terk eden bir ülke, acıların coğrafyası değil; acınası bir coğrafyadır. O ülke, anavatan değil, masallardaki kötü kalpli üvey anadır. Devleti devlet baba değil; cahil çıplak kraldır.
Hepimizin çocukları öldü. Hepimizin çocukları öksüz kaldı. Hepimiz acılı, öfkeli, utanç doluyuz. Utanması gerekenler ise biz değiliz.
Başımız sağ olsun. Sadece Türkiye'nin değil; tüm dünyanın, tarihe, doğaya, insana, hayvana değer veren herkesin başı sağ olsun. Çünkü bu depremde sadece insanlar ölmedi. Bu depremde tarih öldü, hayat öldü, devlete güven öldü.
Bunların hiçbiri unutulmasın, unutulmasın ki daha büyük acılar yaşanmasın, ölen çocuklarımızın kanı, annelerin ahı yerde kalmasın.
Başımız sağ olsun.