Dünya çapında Amerika’dan Mısır’a, Fransa’dan İsrail’e, Suriye’den Kore Yarımadası’na hareketli bir hafta yaşadık. Peki ne gibi gelişmeler oldu, neden oldu, bütün bunlar ne manaya geliyor? Türkiye’yi en yakından ilgilendiren Ortadoğu coğrafyasından başlamak üzere, 168 saatte dünyada olup bitenler…
Türkiye-Amerikan ilişkileri açısından Ortadoğu’da olası yeni girişimlerin önünü açacak dirsek temasının arttığı bir dönemden geçiyoruz. ABD Başkanı Barack Obama’nın mart sonundaki İsrail ziyaretinde, Türkiye’nin beklediği ‘Mavi Marmara özrü’nün dilenmesine vesile olmasının ardından diplomatik trafik bir hayli hızlandı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mayıs ortasında beklenen Amerika ziyareti açıklandı. Başbakan 14 Mayıs’ta Washington’da olacak, 16 Mayıs’ta ise Obama ile görüşecek. İşte bu ziyaret öncesinde ise ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bir ay içinde ikinci kez Türkiye’yi ziyaret ediyor. Batı Avrupa ve Asya’ya uzanacak turunun ilk durağı İstanbul’da, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüşecek. Elbette ana gündem Suriye, Ortadoğu barış süreci, Türkiye-İsrail ilişikleri, Irak ve Kıbrıs.
Kerry ardından kutsal topraklara geçecek, pazartesi ve Salı günleri Kudüs ve Ramallah’ta. Bu bölgeye bir ay içinde üçüncü ziyareti. Fakat Amerikan yönetimi ziyare öncesinde Kerry’nin koltuğunun altında yeni bir barış planı olmadığını ısrarla vurguladı, hedefi İsrail ve Filistinlilerin barış müzakereleri ‘yoklamak’ olarak koydu.
İsrail’den gelen ‘özür’ sonrasında olası yeni müzakerelerde Türkiye’nin öne çıkan bir rol oynaması bekleniyor. Özellikle de Hamas’ın ikna edilmesinde. Ancak bunun için özür sonrası ‘güven tesisinin’ tamamlanması gerekiyor ki Kerry’nin ziyaretinde bu mesele de önemli. Özellikle Başbakan Erdoğan’ın Hamas kontrolündeki Gazze Şeridi’ni ziyaret planını açıklaması, Washington’da rahatsızlık yaratmış gibi görünüyor. Nitekim Türkiye’nin ‘ilişkilerin normalleşmesi’ koşullarından birisi olan Gazze ablukasının kaldırılması henüz gerçekleşmiş değilken, İsrail geçen hafta kasımdaki 8 günlük savaştan bu yana ilk kez Gazze’den atılan havan toplarını gerekçe göstererek bölgeye hava saldırısı düzenledi.
Kerry gelmeden Filistin özerk Yönetimi lideri Mahmud Abbas’tan dikkat çekici bir çağrı geldi. Abbas, İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu’ya olası müzakerelere başlamadan ‘1967 sınırlarında iki devletin sınırlarını çizme’ çağrısında bulundu. Bu hareketliliğe paralel olarak Hamas’ın da barış müzakerelerinin parçası kılınması çabalarını ihmal etmemeli. Zira Kahire’de düzenlenen Şura’da Hamas liderliğine Katar, Mısır ve Türkiye’nin bastırmasıyla geçen yıl emekliye ayrılma kararı vermiş olan Halit Meşal yeniden seçildi. Müzakerelerin yolunu açmak için en başta el Fetih’le uzlaşma gerekirken, bu uzlaşmaya karşı çıkan örgütün güçlü ismi Mahmud Zahar’ın dışlanması dikkat çekti. Ve Meşal’ın el Fetih ile ‘birleşme’nin ardından daha ılımlı bir rota tutturarak 1967 sınırlarını örgüte kabul ettireceği beklentileri dile getirilmeye başlandı.
Bu gelişmelerden yola çıkarak Amerikan yönetiminin yeni müzakere süreci arayışında olduğu söylenebilir. Obama’nın Başbakan Erdoğan’ın hemen ardından Birleşik Arap Emirlikleri vehiaht prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan, Katar Emiri Hamad bin Halife el Thani ve Ürdün Kralı Abdullah’ da Beyaz Saray’da ağırlayacağını not düşmeli. Elbette bu diplomatik hareketliliğin bir türlü çözülemeyen Suriye meselesine yansımaları da olacak. Bu açıdan dikkat çekici bir diğer tarih de 17 Nisan. Zira Batı’nın Suriye politikalarına set çeken Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov bu tarihte Türkiye’yi ziyaret edecek.
Hal böyleyken, Ortadoğu’da küresel enerji piyasalarını da yakından ilgilendiren en önemli gelişmesi, İsrail’in Doğu Akdeniz’deki Tamar deniz platformundan Aşdod limanındaki istasyona doğazgaz akışına başlamasıydı. İsrail ‘enerji yoksulu’ bir ülke ve Doğu Akdeniz bu ülke için yeni fırsatlar yaratıyor. Nitekim İsrail Enerji Bakanı Silvan Şalom, yeni doğalgaz kaynaklarının çıkarılmasını, ‘İsrail’in enerji özgürlük ve bağımsızlık günü’ diye niteledi.
2009’da keşfedilen Tamar yatakları İsrail kıyılarına 90 kilometre uzaklıkta ve 10 trilyon metreküp doğalgaz bulunduğu hesap ediliyor. Yani Tamar, İsrail’in ihtiyacını onyıllarca karşılayacak nitelikte. Üstelik Kıbrıs Rum Kesimi ve Lübnan ile ‘paylaşılan’ Levant ve Leviathan gibi yataklar da eklendiğinde bu ülkeler kısa sürede ‘ihracatçı’ konumuna gelebilir. Zira Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre, kaynaklar hesaplananın çok üstünde. 2010 itibariyle 130 trilyon metreküplük çıkarılabilir doğalgaz bulunduğu söyleniyor. CIA Factbook’una göre İsrail dünyanın kanıtlanmış doğalgaz rezervleri arasında 46. sıraya girdi.
Bu gelişmeler dünya enerji piyasasında yeni bir aktörün girişi. Tamar’la ilgili şimdiden önemli anlaşmalar yapıldı. Teksas merkezli Noble Eneji Tamar’ın yüzde 36’sını elinde tutuyor. İsramco Negev yüzde 28.7’sini, Delek Grubu yüzde 15.6’sını. Dor Gas da yüzde 4’ünü...
Türkiye açısından bu gelişme İsrail ile yeni bir enerji işbirliği anlamına gelebilir. İsrail’in doğalgazı dünya pazarlarına ulaştırması açısından Türkiye rotasının önem kazandığı yorumları şimdiden öne çıkıyor. Bu durum da bölgesel siyasi denklemi etkileme potansiyeline sahip. Türkiye açısından olası ilk sonuç da Rusya ve İran doğalgazına ihtiyacın azalacak olması.
Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Irak merkezi yönetimi arasında sessiz fakat derinden gelişmeler yaşanmakta. Irak’ta Şii Arapların egemenliğindeki merkezi yönetim ile Kürtler arasında yavaş yavaş ülkenin dağılmasına giden bir süreç yaşanırken, Amerikan yönetimi adeta bu süreci ‘yavaşlatma’ görüntüsü çiziyor. Bunun bir tezahürü olarak Washington’ın telkinleriyle Ankara-Bağdat ilişkilerinin yeniden rayına oturtulması çabaları ‘fısıldanıyor’. Irak Başbakanı Nuri el Maliki’den Cuma günü Türkiye ile yeniden ‘uzlaşma sağlanmasını’ memnuniyetle karşılayacakları açıklaması geldi. Maliki’nin web sitesinden yayınlanan açıklamada, “Irak ortak çıkarlar temelinde karşılıklı saygı ve iyi komşuluk ilişkilerinin tesis edilmesi için Türkiye ile uzlaşma yolunda herhangi bir adımı memnuniyetle karşılar” denildi.
Maliki’nin bu çıkışının Türkiye’nin KBY ile enerji anlaşmalarının ardından gelmesi dikkat çekici. Ankara ve KBY, geçen yıldan bu yana petrol çıkarılmasından ihracatına uzanan geniş çaplı enerji anlaşmasını müzakere ediyor. Bağdat, dünyanın dörtüncü büyük petrol rezervlerinin tüm kontrolünün merkezi hükümette olması gerektiğini savunurken, Iraklı Kürtler federal anayasanın kendilerine doğal kaynaklarını işletme hakkını verdiğini söylüyor. Ham petrol akışının Kerkük-Ceynhan arasındaki Bağdat kontrolündeki hattan akması planlanmıştı fakat ödeme sorunları yüzünden bu hat aralıkta kesildi. KBY şimdilik ham petrolü küçük kamyonlar yoluyla Türkiye’ye aktarıyor ve kendi boru hattını inşa etmekten söz ediyor. Bu da Bağdat’ın Ankara’ya yönelik ithamlarına yol açıyor.
Bu arada bu hafta uluslararası pazarlara ilk ham petrol sevkiyatının yapıldığını da not edelim. Irak Kürdistan’ındaki Tak tak yatağından Genel Enerji tarafından çıkarılan piyasa fiyatı 22 milyon dolar olan 30 bin tonluk petrol, Türkiye üzerinden yollandı. Türkiye üzerinden kamyonlarla yapılan doğrudan ham petrol ticareti günlük 50 bin varile ulaşmış durumda. Bu ticaretin 2014 itibarıyla boru hattı yoluyla yapılması hedefleniyor.
Ortadoğu’nun giderek ‘derinleşen yarası’ Suriye’deki iç savaş tüm hızıyla sürerken, mart ayı ‘en kanlı’ ay olarak tarihe geçti. Muhalefet yanlısı Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre mart ayında 6 bin kişi öldü, bunların üçte biri sivillerden oluşuyordu. Ölen çocukların sayısı ise 300 olarak açıklandı. Gözlemevi’nin başındaki Rami Abdülrahman’ın verilerine göre, iki yılı aşan iç savaştaki toplam ölü sayısı 62 bin 554. Fakat Gözlemevi’ne göre, iki taraf da ölü sayısını düşük gösterdiği için aslında bu rakam çok daha yüksek hatta iki katı. Abdülrahman, Suriye’ye ‘cihat’ için gelen ve hayatını yitiren 2 bin 250 yabancı savaşçıdan söz etti, rejim yanlısı ‘şebbiha’larda ise ölü sayısını en az 12 bin olarak verdi.
Bu hafta Suriye’den gelen diğer haberler ise ülkenin tarihi mirasıyla alakalı. Son olarak Ortadoğu ve Suriye’yi ziyaret eden turistlerin uğrak noktası olan Romalılardan kalma Palmira antik kentine çatışmalar yüzünden havan topları düştüğü, taşlarda şarapnel izlerinin oluşmaya başladığı haberi geldi. Palmira yakınındaki Tadmur kasabası sakinleri, muhaliflerin çölde gizlendiklerini, Suriye ordusunun antik kente konuşlandığını aktardı. Diğer yandan hırsızlık ve çatışmalar yüzünden Şam’da bulunan ve dünyanın en eskilerinden sayılan 2 bin yıllık Cobar sinagoğunun da zarar gördüğü belirtiliyor.
Suriye’de iki yılı aşan iç savaşta çalınan tarihi eserlerin değeri 2 milyar dolarla ifade ediliyor. Tarih mirası geri getirilemez zararlar görmüş durumda. Ağustos 2012’de UNESCO dünya mirası listesinde bulunan Halep’teki eski çarşıda yangın çıkmıştı. Suriye’deki pek çok tarihi cami, türbe ve kilise hasar görmüş durumda. Suriye insanlık tarihinde ilk geniş çaplı tarım yaptığı, şehirlerin kurduğu antik bir medeniyet üzerine kurulu. Antik Mısırlılar, Persler, Büyük İskender, Romalılar, İslam Halifeleri, Moğollar, Osmanlılar, Fransız ve Britanyalılar bu bölgeden geçerken kendilerinden izler bırakmış durumda.
Bu hafta dikkat çekici bir gelişme de Suriye Kürdistan’ından geldi. PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin, muhaliflerin Hür Suriye Ordusu (HSO) ile işbirliğine gittiği, bunda da Türkiye’de Kürt meselesindeki ‘çözüm sürecinin’ etkili olduğu iddiaları art arda geldi. Fakat gelişmelerin perde arkası biraz karışık.
Halep’in Kürt mahallesi Şeyh Maksud’taki olaylar Suriyeli Kürtler ile rejim arasındaki çatışmaları tetikledi. Kürt kaynaklara göre, HSO’nun 29 Mart Pazar günü Halep’in ‘Çamlıcası’ denilebilecek olan ve Arapların da yoğun yaşadığı Şeyh Maksud’da rejim yanlısı el Mardinli ailesine saldırısı çatışmaların pimini çekti. Suriye rejimi, yanıt olarak Şeyh Maksud’a saldırdı. Kürt kaynakları, HSO’nun PYD’ye bilgi verdiğini, ancak PYD’nin HSO operasyonunu desteklemediği söylüyor. Buna rağmen rejimin yanıtı sert oldu ve PYD kontrolündeki bölgeleri de bombalayarak yüzlerce Kürt’ün Afrin ve Kobani’ye kaçmasına yol açtı.
ANF, çatışmaların PYD’nin HSO’ya bölgeye giriş izni vermesi sonrası patladığını kaydetti. Lübnan gazetesi Daily Star ise YPG'nin, HSO ile birlikte hareket etmeye başladığını öne sürdü. Bu iddia 1 Nisan pazartesi günü New York Times sütunlarına da taşındı. Ancak PYD internet sitesinde HSO ile işbirliği iddialarını net bir dille yalanladı.
Hal böyleyken PYD ile rejim arasındaki çatışmalar haftasonuna doğru Kamışlı’ya sıçradı. 4 Nisan’da Suriye Kürdistan’ının resmi başkenti konumundaki Kamışlı’da havaalanı yolunda en az üç PYD’li ve üç Suriye askerinin öldüğü haberleri geldi. Kamışlı’nın bulunduğu Haseke bölgesinde böylesi bir rejim saldırısı bir ilk niteliğinde ve Suriyeli Kürtler rejimin Kamışlı’yı bombalamasından çekiniyor. Fakat Kürtlerin henüz uzun süredir devam eden ‘tarafsız’ pozisyonlarını değiştirmediği söyleniyor.
Bu çerçevede en dikkat çekici gelişme de 2 Nisan Salı günü Suriye parlamentosunun Kamışlı’yı da ‘eyalet’ ilan etmesi. Kamışlı artık Der el Zor, Rakka ve Haseke gibi eyalet statüsü kazandı. Yani rejim bir yandan Kürtlere aba altından sopa gösterirken diğer yandan da taviz sinyal veriyor. Kamışlı’nın güney ve doğu kesimlerinde HSO varlığı artarken ve gidaşat Kürtlerle Suriye yönetimi arasında adeta bir ‘tampon bölgeye’ doğru evrilirken, Suriye yönetimi Kürtlere HSO ile fazla yakınlaşmaları halinde ‘hava bombardımanından’ muaf olmayacakları mesajı gönderiyor. Suriye yönetiminin Fırat’ın doğusunu yitirmesi, Irak’taki Şii hükümet ile de temasının kesilmesi manasına gelecek.
PYD ile HSO’nun 17 Şubat’ta ateşkes imzaladığı haberleri Türk medyasına da yansımıştı. Ancak Kürt kaynaklar bunun ‘işbirliği anlaşması anlamına gelmediğini belirtiyorlar. Bölgeyi yakından izleyen uzmanlar ise henüz bir anlaşmadan söz etmek için ‘çok erken’ olduğunu belirtiyor. Nitekim 4 Nisan’da bir açıklama yayınlayan YPG komutanı Sipan Hamo, “Kürt halkı adına hiç bir tarafla pazarlık yapmayacağız. Hala tarafsızız” dedi.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Türkiye’deki Ulusal Kanal ve Aydınlık gazetesinin temsilcileriyle yaptığı söyleşi de dünya medyasına yansıdı. Esad, özellikle Türkiye’ye ve Körfez ülkelerine ağır suçlamalar yöneltti. Reuters haber ajansı söyleşiyi dünya çapındaki abonelerine, ‘Esad, isyancıların zaferi Ortadoğu’yu istikrarsızlığa sürükler’ başlığıyla duyurdu.
Reuters’in haberinde Suriye liderinin, isyancıların kendisini devirmeyi başarması halinde Ortadoğu’nun onyıllar sürecek bir istikrarsızlığın içine düşeceği iddiasını başa çekmesi dikkat çekiyor. “Eğer Suriye’deki huzursuzluk ülkenin bölünmesine yol açar yahut terörist güçler kontrolü ele geçirirse, bütün bölge ülkelerine yayılacak ve domino etkisi yaratacaktır” sözlerine vurgu yapılıyor. Suriye liderinin ‘Katar’ın parasıyla isyancıları silahlandırmakla’ ve ‘yalancılıkla’ itham ettiği Başbakan Tayyip Erdoğan için de “Suriye’deki yangın Türkiye’yi yakacak. Ne yazık ki kendisi bu hakikati göremiyor” ifadeleri aktarıldı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Malili meslektaşını kabulünde Esad’ın bu sözlerine sert yanıt verdi, Esad’ın ‘hayal aleminde yaşadığını’ söyledi, özellikle de Suriye konusunda İsrail ile işbirliği yapıldığı iddiasını yalanladı. Davutoğlu, “Bu türden suçlamalar temelsizdir ve Türkiye bunları ciddiye almaz. Bu suçlamalar Suriye’deki kan banyosundan başka bir yere çekmeyi amaçlıyor” ifadelerini kullandı.
Diğer yandan Esad, ülkesindeki iki yıllık çatışmanın barışçı protestoları çatışmaya çeviren bölgesel güçler tarafından körüklendiğini savundu, Arap komşularını isyancıları silahlandırmakla suçladı, muhaliflerini ‘mezhepsel sloganlar’ kullanmakla itham ettti ve ülkeyi ‘tarih öncesine götürmeye çalışmakla’ suçladı. Suriye lideri ülkesinin sandalyesini sürgündeki muhaliflere veren Arap Birliği’nin de meşruiyetini kaybettiğini ve Arap halklarını temsil etmediğini öne sürdü. Esad, Batılı ülkeleri de ‘ikiyüzlülükle’ suçladı. Britanya ve Fransa’nın ABD’nin desteğiyle Libya’da katliamlara imza attığını öne sürdü.
Esad son dönemde sıklaşan suikasta uğradığı söylentilerini de yalanladı ve “Bir sığınakta saklanmıyorum. Bu söylentiler Suriye halkının moralini bozmak için çıkartılıyor. Ne bir Rus savaş gemisinde ne de İran’da yaşıyorum. Suriye’de yaşıyorum, her zaman yaşadığım yerde” ifadelerini kullandı.
Ve ‘Minyatür Ortadoğu’ diye anılan Lübnan… Suriye’deki iç savaş yüzünden nüfusunun onda birine yakın Suriyeli mülteciye (400 bin kadar) evsahipliği yapmak zorunda kalan Lübnan’da, Necip Mikati hükümetinin istifası sonrası çabuk bir uzlaşma sağlandı. Ve Mikati’nin istifasından iki hafta sonra Sünni Tammam Salam’ın başbakanlığı üstlenmesi kararlaştırıldı. Farklı etnik ve mezhep yapıları üzerinde yükselen siyasi sistemde başbakanlık makamı Sünniler’e ayrılmışken, Hizbullah’ın 8 Mart koalisyonunun da ülkeyi ‘tarafsız’ halde seçimlere götürmekle mükellef olan Salam’a onay verdiği belirtiliyor.
128 sandalyeli Lübnan meclisinde Salam’ın 80 desteği garantilediği belirtiliyor. Sünnilerin ve Hıristiyanların 14 Mart koalisyonunun 60 sandalyesi var. Salam mecliste dengeleri yedi sandalye ile elinde tutan Dürzilerin lideri Velid Jumbolat’ın da desteğini aldı. Geri kalan 8 Mart koalisyonu ise Hizbullah, Emel ve Michel Aoun’un Hür Yurtsever Hareketi dahil Hıristiyan ortaklardan oluşuyor. Aslında 8 Mart Salam’a açık destek vermese de ismini bloke de etmiyor.
Salam’ın en önemli vazifesi ülkeyi haziranda genel seçimlere taşımak. Bu açıdan en dikkat çekici husus ise yeni seçim sistemi. Selefi Mikati’nin iki yıl önce hükümet kurması beş ayı bulmuştu ve istifasına yol açan mesele yine Salam’ı da zorlayacak olan yani seçim yasası. Tartışmalar yeni seçim yasasının nisbi temsil mi yoksa, kazananın tüm oyları alacağı bir sistem mi getirmesi üzerrine yoğunlaşıyor. Lübnan hala 1930’lardan kalma nüfus sayımına göre seçimler düzenleniyor ve Şiilerin nüfus artışı hebasa katılamıyor.
1945 doğumlu Tammam Salam’ın babası eski başbakanlardan Saeb Salam, büyükbabası ise Osmanlı ve Fransız koloni yönetiminde görev almış. 2008-2009 yıllarında kültür bakanlığı yapmış olan Salam, Batı destekli 14 Mart koalisyonu ile Suudi Arabistan’a yakınlığıyla tanınıyor. Kaynaklar, aslında Saad el Hariri’nin Salam’ın başbakanlığını istemediği ancak Riyad’ın bastırması sonucunda üzerinde uzlaşıldığını aktarıyor.
Bölgenin bir diğer önemli ülkesi Mısır’da bir yandan ekonomik kriz, diğer yandan da Müslüman Kardeşler’in yönetim biçimi tartışma konusu. Mısır bu hafta, 4.8 milyar dolarlık krediyi nisan sonunda sonuçlandırmak üzere IMF ile masaya otururken, ülkede en büyük tartışmayı ifade özgürlüğü ve mizahla alakalı.
Ülkenin ünlü Amerikalı mizahçısına atfen ‘Mısır’ın Jon Steward’ı denilen Bassam Yusuf hakkında Müslüman Kardeşler üyesi Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi aşağıladığı, İslam’ı lekelediği ve kamu düzenini bozduğu gerekçesiyle tutuklama kararı çıkartılmıştı. Yusuf geçen hafta kefaletle serbest bırakıldı fakat tartışmalar dinmedi. Yusuf, çıkar çıkmaz bir televizyon kanalına konuştu, “Biz dine hakaret etmiyoruz. Tek yaptığımız, dini kötüye kullananları afişe etmek. Dine asıl hakaret edenler, İslam’ı siyasi amaçlarla bir silah olarak kullananlardır” dedi. Bassam Yusuf hakkındaki soruşturmalara rağmen televizyon şovuna da devam edeceğini belirtti. Bunun üzerine Müslüman Kardeşler’le bağlantılı bir avukat Yusuf’un kanalının programına son vermesi aksi halde lisansının elinden açılması için dava açtı. Dava şimdilik yargıdan dönse de başka bireysel davalar bulunuyor.
Bassam Yusuf Mısır’da tek vaka da değil. Benzeri iki düzine dava var. Mursi’nin seçilmesinden sonraki ilk 200 gün içinde bu davalar açıldı. Bu rakam Mübarek’in 30 yıllık iktidarı boyunca açılanların dört katı. Önde gelen beş demokrasi aktivisti hakkında da şiddeti teşvik etmekten tutuklama kararı çıkartıldı.
Amerikan yönetimi yıllık 1.5 milyar dolar yardımda bulunduğu Mısır’da yaşananlardan ötürü kaygılarını dile getirdi. Dışişleri Bakanlığı, ülkede giderek ifade özgürlüğüne yönelik sınırlamaların arttığı eleştirisinde bulundu. Mısır’ın bir diğer büyük bağışçısı Avrupa Birliği de sivil topluma kısıtlamalar getiren yeni yasa tasarılarından duyulan kaygıları dile getirdi. Bu yasa tasarısı sivil toplum kuruluşlarına mali destek konusunda kısıtlamalar getiriyor, özellikle de Batı’dan alınacak fonlarla alakalı. özel onay mekanizması içeriyor. Mısırlı insan hakları savunucuları ise Mübarek zihniyetinin değişmediğini, sivil toplum örgütlerinin ‘aksi ıspatlanana dek suçlu’ kabul edildiklerini söylüyor.
Müslüman Kardeşler ise Musri yönetiminin medya, yargı ve sokaklardaki eylemlerle ‘sabote edilmeye çalışıldığını’ söyleyerek kendilerini savunuyor. Mursi de bir açıklama yayınlayarak Bassam Yusuf hakkında açılan davaların kendisiyle alakalı olmadığını, bireysel başvurular olduğunun altını çizdi.
Yarın: Uzak diyarlar...