Hudut İhlali’ne yine Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “iç işimiz” saptamasının bu kez maalesef Reyhanlı’da onlarca kişinin öldüğü terör olayıyla doğrulandığı Suriye ile başlayacağım.
Suriye etrafındaki uluslararası resimde ‘kimin nereye oturduğunu’ iyi anlamak gerekiyor. Yine Irak’ta Kürt Bölgesi ile Bağdat yönetimi arasında yeni ‘yakınlaşma’ dikkat çekici bir diğer gelişme.
Amerikan yönetiminin İsrail-Filistin müzakerelerini canlandırma çabası, İran’da cumhurbaşkanlığı seçimi yarışında safların belirginleşmeye başlaması, Pakistan seçimlerinin Newaz Şerif’i yeniden iktidara taşıması bölgenin öne çıkan gündem maddeleri.
Avrupa’da ise AB’nin kuruluş kutlamalarına karışan ‘ayrılıkçı’ sesler öne çıkıyor. Britanya’da Muhafazakâr Parti’de başlayan ‘AB’den çıkma referandumu’ isyanı dikkat çekici. Merkel’in Hıristiyan Demokratları vergi kaçırma ve nepotizm skandallarıyla 22 Eylül seçimleri öncesi tökezliyor. Bulgarlar yeni seçime rağmen siyasi krize çözüm bulmaktan uzak... Asya’dan da notlar eksik değil...
Önce Suriye’deki son duruma bakalım...
ABD ve Rusya dışişleri bakanları John Kerry ile Sergey Lavrov, geçen hafta Moskova zirvesinde, iki yılda uzlaştıkları tek ‘yol haritasını’, Haziran 2012 tarihli Cenevre mutabakatını canlandırmak için ‘mayıs sonunda’ yeni uluslararası konferans toplamakta anlaştılar. Konferansa Suriye yönetimi onay verdi. Arap Birliği destek açıkladı. İran memnuniyetini dile getirdi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Cevad Muhammedzade “Biz barışı yeniden temin edecek bir sürecin parçası olmayı isteriz” dedi. Britanya Başbakanı David Cameron Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüştü ve BM’nin daimi üyesi beş ülkenin bu sürecin yürütülmesine yardımcı olmasında mutabık kaldı. Açıklamadaki vurgu, BMGK’nın ‘geçiş hükümetinin şekillenmesine yardımcı olmasıydı’.
Gel gör ki, konferans için mayıs sonu tarihinin gerçekçi olmadığını Kerry de Lavrov da teslim etmişti. Niekim dikkatler bölünmüş haldeki muhaliflere çevrilirken, Suriye Muhalefet Koalisyonu’nun 23 Haziran’da İstanbul’da toplanarak sürece katılıp katılmayacaklarına karar vereceği haberi geldi. Bu durumda bir konferans olacaksa bunun hazirana kalması daha gerçekçi görünüyor. 60 üyeli koalisyon aynı zamanda yeni lideri seçecek ve ABD arzusuyla atanan Teksaslı sürgün başbakan Hasan Hitto’nun kaderine de karar verecek. Suudi Arabistan’ın desteğiyle Hitto yerine liberallerle yakın çalışan bağımsız bir İslamcı olarak anılan Ahmed Tuma Heder’in ismi de geçiyor. El Hatip yerine ise emektar Hıristiyan muhalefet lideri George Sabra’nın...
Cenevre-2 konferansı Esad yönetimi ile Suriye muhalefeti temsilcilerini buluşturup kurulacak geçiş hükümetiyle siyasi çözüm sağlamayı hedefliyor. Diplomatik hesap, muhaliflerin (ve elbette Katar-Suudi-Türkiye ‘Sünni üçgeninin’) ABD baskısı ile başta Esad’ın temsilcileri ile buluşmaya yanaşması halinde, Rusya’nın geçiş hükümeti kurulması noktasında ‘Esad’sız çözüme razı gelmesi. Fakat muhalifler ‘başta Esad’lı çözümle masaya oturmakta bölünmüş görünüyor; sahadaki komutanlar ise bunu kesinkes reddediyor. Bu aşamada, Amerikalıların konferans için daha önce ‘Esad’la bile müzakere edeceğini’ söylemiş olan Muaz Hatip’in de bulunduğu isimlere yöneldiği söyleniyor. El Hatip istifasını sunmuş olsa da henüz kabul edilmiş değil. Suriye yönetimi konferansa onay verdi fakat Rusya’nın sürecin devamında Esad’ı çekilmeye ikna gücü de tartışmalı.
Bu yüzden bir diplomatik atak yapılsa da ‘şahin’ kanat seçilmiş isyancı grupların silahlandırılması, ‘uçuşa yasak bölge’ kurulması ve Suriye hava savunma sisteminin vurulmasına dayalı ‘askeri seçeneği’ canlı tutuyor. Rusya da buna karşı Suriye yönetimine silah tedariki meselesini. En son Rusya’nın 2010 tarihli parası ödenmiş anlaşma icabı S300 savunma sistemlerini teslimi gündemde. ABD ve İsrail, teslimatın yapılmamasını talep etti. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise yeni silah anlaşması planları olmadığını söylese de S300’ler için kapıyı açık bıraktı:
“Rusya yeni silah satışı planlamıyor. Bunları çok önceden satmıştı. Anlaşma uyarınca teslimat tamamlanıyor. Bunlar Suriye’nin kendisini hava saldırılarından -ki bunlar hiç de fantastik senaryolar değil- korumasını amaçlıyor.”
S300 sistemleri Suriye’nin elini güçlendirecek nitelikteyken, silahlı muhaliflerin sahadaki durumu parlak görünmüyor. Bizzat muhalif Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verdiği bilgiler, Suriye ordusunun lojistik öneme haiz yerleri geri almaya başladığı yolunda. Süreci etkileyecek asıl önemli husus da bu. Sahadaki silahlı isyancılar başarısız oldukça radikallerin baskın çıkması. The Guardian’ın geçen hafta sahada pek çok komutanla hazırladığı haber başta olmak üzere Batı medyası, Hür Suriye Ordusu’na bağlı isyancıların kitlesel halde el Kaide’ye biat ettiğini duyuran radikal İslamcı Nusra Cephesi’nin saflarına geçtiklerini yazdı. Buna karşı ABD içindeki ‘şahin’ kanat, Britanya ve Fransa gibi ülkeler, bir an önce laik muhalefetin silahlandırılmasını vaaz ediyor. Fransa, Nusra Cephesi’nin BM tarafından ‘terör örgütü’ listesine konulmasını talep etti, Dışişleri Bakanı Laurent Fabius, açıkça ‘bunu diğer laik grupları ayırt etmek için istediklerini’ söyledi. Britanya ve Fransa, AB’nin 1 Temmuz itibariyle süresi dolacak silah ambargosunun, laik isyancılara silah teminini mümkün kılacak şekle sokulması için bastırıyor. Amerika’da da ‘Afganistan’da 1980’lerde Taliban’ı biz yarattık’ ikazlarına aldıran yok. Senato Dışişler Komitesi’nin Demokrat başkanı Robert Menendez, ‘bazı’ isyancı unsurları silahlandırmayı içeren tasarıyı gündeme aldı. “Nusra kontrolü ele geçirirse bu Esad’dan da beter olur” diyen Komite Sekreteri Bob Corker’ın “Kısa süre içinde muhalefeti silahlandıracağımızı düşünüyorum. Zaten sahada bilinenden çok şeyler yapıyoruz” sözleri de dikkate şayan.
Ancak Obama yönetimi son derece temkinli. Suriye ile ilgili İsrail istihbaratı kaynaklı kimyasal silah kullandığı iddiaları ortaya atıldığında bizzat Obama, “Şüpheler var ama sağlam kanıt yok. Kim kullanıyor bilmiyoruz” dedi, şaibeli iddialarla karar almayacağını belirtti. Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Rolling Stones dergisiyle söyleşisini özellikle not etmeli. Biden, kitle imha silahları iddialarını sıcak tutup Bush yönetiminin Irak savaşı öncesi yaptığını yaparak, dünyada güvenilirliklerini yitirmek istemediklerini söyledi. Üstelik bu silahları rejimin mi, yoksa el Kaide ile bağlantılı muhaliflerin mi kullandıklarını bilmediklerini söyledi.
Bu süreçte ortalık toz duman olmuşken, BM İnsan Hakları Komsiyonu’nun üyesi olan eski Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısı Carla Del Ponte’nin kimyasal silahları asıl ‘isyancıların kullandığı’ iddiasının ise ‘savuşturulmuş olunması’ dikkat çekici.
Kimsenin fazla hesaba katmadığı Suriye müttefikleri İran ile Lübnan’daki Hizbullah’a gelince... İran, Cenevre-2 konferansına açık destek verdi, konferansta yer almayı umduğunu da duyurdu. Hizbullah lideri Nasrallah’dan son gelen çıkış ise çok sert. Nasrallah Kusayr bölgesindeki çatışmalara müdahil olduklarını açıkça söyledi, muhaliflerin Esad yönetimini silah zoruyla devirmesine izin vermeyeceklerini belirtip, “Biz daha sahaya inmedik ki” dedi.
Irak’ın Şii ağırlıklı merkezi hükümeti ile Kürt Bölgesel Yönetimi arasında yeni yakınlaşma dikkat çekici. Geçen hafta Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani bir heyetle Bağdat’a gitti, Irak Başbakanı Nuri el Maliki ve üst düzey yetkililer ile görüştü. Görüşmelerde kilit önemdeki petrol anlaşmazlığı dahil olmak üzere pek çok mesele ele alındı, ortaya 7 maddelik bir uzlaşma planı çıktı. Bu ‘yakınlaşmada’ Amerikan yönetiminin arabuluculuğu, İran yönetiminin de Suriye’deki durum ile Irak’taki yeni Sünni direnişini hesaba katarak Bağdat’a yaptığı telkinlerin rol oynadığı belirtiliyor.
Peki Maliki ile Barzani’nin üzerinde uzlaştığı 7 maddelik plan neleri içeriyor, ona bakalım:
1 - Enfal saldırılarının, kimyasal saldırıların kurbanları ile mültecilere ve yerinden yurdundan olmuş insanlara ödemeleri içeren yeni bir yasa hazırlanacak.
2 – Güvenlik işbirliği için yüksek güvenlik komitesi kurulacak.
3 – Ortak güvenlik idaresinin detaylarını ortaya koymak ve tartışmalı bölgeler için özel bir mekanizma oluşturmayı da içeren konuları açıklığa kavuşturmak üzere yeni bir komite oluşturulacak. Kerkük bölgesine yollanan Dicle Operasyon birliği de bu detaylara dahil. Sızan bilgilere göre Kerkük’te güvenlik peşmerge ile Irak ordu güçleri tarafından yarı yarıya bir formülle sağlanacak, masrafları merkezi bütçeden karşılanacak.
4 – Bölgelerin idari sınırlarını içeren yeni yasa taslağı için ortak bir mekanizma kurulacak ve kabineye sunulmuş olan devrim komuta konseyi kararlarını içeren yasa iptal edilecek.
5 – Yargı, gümrükler, sepahat ve sınırdan geçiş sorunlarını ele almak üzere bir komite kurulacak.
6 – Irak Meclisi 2013 bütçe yasasında değişiklikleri ele alacak.
7 – En büyük anlaşmazlık konusu olan petrol ve doğalgaz yasasının hazırlanması için teknik komite kurulacak. Kürt Bölgesi’ndeki Exxon Mobil, Total ve Chevron gibi şirketlerinin de müdahil olduğu işletme hakkı meselesi ve petrol ödemelerindeki anlaşmazlık üzerine Kürdistan petrolünün hükümet kontrolündeki boru hattından dünya pazarlarına akışını geçen aralıkta durdurmuştu. Kürt Bölgesel yönetimi de petrolü Türkiye üzerinden dünyaya açacak kendi boru hattının inşasına başlamıştı.
Hal böyleyken bu son uzlaşma ile federal meclisteki Kürt kökenli bakanlar ve milletvekilleri geçen mart ayında mecliste bütçe yasası çıkarken gittikleri boykota son vermiş oldu. Irak Başbakanı Nuri el Maliki’nin de en son 2010’da ziyaret ettiği Kürt Bölgesine gidecek. Fakat Erbil ziyareti ve görüşme tarihi henüz belli değil.
Peki bu uzlaşmanın perde arkasında ne var? Bölgedeki kaynaklar, uzlaşmayı ‘nihai’ olarak görmüyor, daha ziyade ‘buzları çözme çabası’ olarak nitelendiriyor. Kürt Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani de, ‘farklılıkların bir gecede gömülmesini beklemediğini’ söyledi. Ancak Amerikan yönetiminin şu aşamada Irak Kürdistan’ı ile Bağdat arasında bir uzlaşma bulunmasına çalıştığı biliniyor. İran’ın da özellikle de Suriye’deki hassas durum nedeniyle Maliki’yi uzlaşma için teşvik ettiği. Irak’ta gelecek yıl seçimler var ve bu kez sağlanan uzlaşmanın uygulanması için koşulların lehte olduğu yorumları yapılıyor. Bağdat yönetimini uzlaşmaya sevk edenin de yeni Sünni direnişi ve ‘iki cephede birden savaşmak istememek’ olarak değerlendiriliyor
Amerikan yönetimi Ortadoğu’da bir yandan da 2010’dan bu yana donmuş haldeki İsrail-Filistin müzakerelerini canlandırmaya çalışıyor.
Nisan sonunda ABD yönetiminin Mısır, Ürdün, Katar dahil Arap dışişleri bakanlarının katıldığı Washington toplantısında 2002 tarihli Arap Barış Girişimi’ni yeniden gündeme taşındı. Avrupa turunda Moskova’dan Roma’ya geçen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry burada son gelişmeyi ‘olumlu bulduklarını söyleyen’ İsrail yönetiminin başmüzakerecisi Adalet Bakanı Tzipi Livni ile görüştü. Kerry, İsraillilerle Filistinlilerin müzakereleri canlandırmakta ciddi olduğunu söyledi, mayıs sonunda da yeni bölge turuna çıkacağını duyurdu. Kerry, 21-22 Mayıs’ta bölgeye gidecek, İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu ve Filistin Özerk Yönetimi başkanı Mahmud Abbas ile görüşecek.
Washington’ın canlandırmaya çalıştığı, Arap Birliği’nin 2002 tarihli Beyrut zirvesinde ve 2007’de bir kez daha Riyad zirvesinde onaylanmış ve ‘Suudi girişimi’ diye de anılan Arap Barış Planı’nın farklı bir versiyonu. 2002 planı, 1967 sınırları temelinde bir çözüm karşılığında, İsrail’in tüm Arap devletleriyle ilişkilerinin normalleşmesini; başkenti Doğu Kudüs olacak bir Filistin devletinin kurulmasını; mülteci sorununa adil çözümü içeriyordu. Merhum Yaser Arafat, 2002 yılında Ariel Şaron’un tehditleri yüzünden Filistin topraklarına geri dönemeyeceği gerekçesiyle Beyrut’taki zirveye katılamasa da öneriyi resmen onaylamıştı. Ancak İsrail öneriyi reddetmişti. Aradan geçen 10 yılda Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşimcilerin sayısı 500 bine ulaşmışken, yeni plan, İsrail’in 1967 sınırları geri dönmesi değil, Batı Şeria’daki yerleşimleri gözetecek şekilde toprak takasına dayanıyor. İsrail’in ayrıca Doğu Küdus’ün Filistin devleti sınırlarında kalması ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkına da önemli itirazları bulunuyor. Zira İsrail, Filistinli mültecilerin geri dönüşünün İsrail’in ‘Yahudi devleti’ karakteri açısından sorunlar yaratacağını düşünüyor.
Kerry, bütün bu büyük sorunlara rağmen takasa dayalı yeni girişimi için Araplardan ‘yeşil ışık’ almıştı. Nisan sonundaki Washington toplantısı sonrası Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Yassim El Thani’nin “Arap Birliği heyeti bir anlaşmanın üzerinde anlaşılacak küçük çaplı toprak takası eşliğinde 4 Haziran 1967 sınırlarına dayalı iki devletli bir çözüm olması gerektiğinde hemfikir oldu” demişti. Filistin Özerk Yönetimi müzakere heyetinin başındaki Saeb Erekat da, el Thani’nin açıklamasının Filistin’in uzun dönemdir devam eden pozisyonunu yansıttığını söylemişti. Ancak Filistinliler arasındaki bölünmüşlük ve Hamas’ın tavrını da ihmal etmemeli. Gazze’yi yöneten Hamas’lı Başbakan İsmail Haniye, planı kabul etmeyeceklerini söyledi. Haniye, “Sözde Arap Birliği planı halkımız tarafından reddedilmiştir. Planı kimse kabul etmez. Bu girişim 1948 ve 1967’de toprakları işgal edilmiş halkımız ve sürgündeki insanlarımız açısından sayısız tehlike içeriyor” dedi. Bu tutum geçen hafta Gazze’yi ziyaret eden ünlü Sünni Şeyh Karadavi tarafından da desteklendi.
Hamas, Suudi girişimi 2002 yılında Beyrut zirvesine sunulmadan bir gün önce de 27 Mart tarihinde Netanya’da bir intihar saldırısı düzenleyerek 40 İsraillinin ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına yol açmıştı. Bu saldırıya tepkiler İsrail’in planı ta o tarihte reddetmesinde de etkili olmuştu.
Bu arada not edilmesi gereken bir başka gelişme İsrail’in Körfez ülkeleriyle ilişkisine dair... İsrail Maliye Bakanlığı’nın 2013-2014 ekonomik planlamasına dair belge, Körfez monarşilerinden birisinde diplomatik misyon açma planını içeriyor. Bu yeni misyon 2010 yılından bu yana dünya çapında açılan 11 misyondan birisi olacak. Daha önce Wikileaks belgelerine yansıyan bilgiler İsrailli diplomatların Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden diplomatlarla sık sık bir araya geldiğini ortaya sermişti.
İran’da 14 Haziran’daki cumhurbaşkanlığı seçimleri için geriye sayım başladı. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in en büyük derdi 2009’da Mahmud Ahmedinecad’ın tartışmalı biçimde seçildiği dönemdeki huzursuzlukların çıkmaması. Ancak aday adayları arasında Hamaney’i rahatsız edecek isimler eksik değil. Geçen haftasonu itibariyle aday adayı olarak kaydolan 400 kişi arasında yapılacak değerlendirme sonucunda Anayasayı Koruyucular Konseyi, bu ay sonuna doğru resmi adayları ilan edecek. Hamaney, Suriye’deki hassas durum, tartışmalı nükleer programa dair müzakereler ve Batı’nın İran için olası planlarına karşı seçimlerinin sessiz sedasız sonuçlanmasını istiyor. Hangi adayların onay sürecini aşacağı seçimin akıbetini de belirleyecek.
Hamaney için rahatsızlık verici iki aday var. Bunlardan birisi uzun vadede koltuğunda gözü olduğundan şüphe ettiği aslında pragmatik/merkezci konumda olsa da 2009’da reformcu cepheyi desteklemiş olan eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani. 78 yaşındaki Rafsancani, 1989-1997 yıllarında cumhurbaşkanlığı yürüttü, 2005’te Ahmedinecad’a yenildi, 2009’da ise reformcu cephenin adayları Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi’yi destekledi. ‘Karun kadar zengin’ olan merkezci siyasetçi 1997-2005 yıllarında cumhurbaşkanlığı yapmış Muhammed Hatemi’nin çağrısına uyarak son anda adaylığını koydu. Hamaney’in rızasını hissetmezse yarışa girmeyeceğini söylüyordu. İslam Cumhuriyeti’ni ‘sertlik yanlısı gidişattan kurtarmak istediğini’ vaaz etmesi, daha liberal ekonomi ve bölge ülkeleriyle ılımlı ilişkileri savunması Hamaney için rahatsızlık kaynağı. Geçen yıl 2007’den bu yana başkanlığını yaptığı Uzmanlar Konseyi’nden sessizce çıkarıldı. Kızı Faize reformcuları desteklediği gerekçesiyle hükümet karşıtı propagandadan suçlu bulundu ve altı ay hapis yaptı. Oğlu Mehdi de üç yıl aradan sonra İran’a dönüşünde tutuklandı. Reformcular aslında kendisinden hazzetmiyor, fakat güçlü reformcu aday yokluğunda bu cephe kendisine oy verebilir.
Hamaney için rahatsızlık veren ikinci aday muhafazakar/milliyetçi ve son dönemde kullandıkları ‘Çok yaşa bahar’ sloganı siyasi sistemde değişiklik için İslami teokrasiyle kapışan cepheden. Üçüncü dönem yarışa giremeyecek olan Ahmedinecad, dünürü Esfendiyar Rahim Meşai’yi yarışa soktu. Kurumsal yapıya bayrak açmış Ahmedinecad ve Meşai, son dört yılda sürekli dini liderin otoritesine meydan okudular. Dünürünü seçilir seçilmez yardımcısı yaptığı için Ahmedinecad Hamaney’le fena çatıştı, azilden zor döndü. Meşai hem İran milliyetçi tonlaması hem de dini tartışmalardaki tavrıyla Hamaney’i rahatsız ediyor, muhafazakâr kurumsal yapı tarafından ‘sapkın akımdan’ görülüyor. Meşai’yi tartışmalı kılan söylem ve tavırlarından örnek vermek gerekirse..İran’ın ABD ve İsrail’de yaşayan insanların dostu olduğunu söyleyerek muhafazakar siyasileri kızdırdı. British Museum’daki Perslerin Babil’i fethi döneminde İ.Ö 6. Yüzyıldan kalma olan ve İslam öncesi ilk ‘insan hakları bildirgesi’ sayılan ‘Sirius Silindiri’ni Tahran’da sergilemekle ilgili hararetli girişimiyle ulemayı şaşkına çevirdi; “İran olmadan İslam biter. Ülkeler İran’dan korkarlar zira hakiki İslam sadece burada var” sözleriyle İran milliyetçisi tonundan ötürü herkesi öfkelendirdi. Dolayısıyla Meşai’nin adaylığını koyması bile dini lidere doğrudan meydan okuma olarak algılandı. Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından onaylanmayacağı düşünülüyor. Fakat öte yandan Ahmedinecad’ın bazı güçlü kişiliklere dair zarar verici görülen muhtemelen yolsuzluklarla ilgili bilgilere sahip olduğunu söyleyerek adayının onayı için bunları kullanabileceğini şimdiden ima etti.
Üçüncü ayak ise Hamaney’e bağlı kurumsal yapının adayları yani ‘ilkeciler’. ‘İlkecilerin’ adayları Hamaney’in danışmanı Gulam Ali Haddad Adil, eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti ile Tahran’ın karizmatik Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf. Üçlüden kim öne çıkarsa diğerlerinin geri çekileceği söyleniyor. Listede 1980’lerdeki İran-Irak savaşının gazisi olan ve sertlik yanlısı muhafazakar cephenin adamı konumundaki Saed Celili de var. Yine ilkeciler grubundan Muhammed Hasan Ebu Turabi Fard ve eski sağlık bakanı Kamran Bakıri Lankarani de yarışa girdi. 2009’da Devrim Muhafızları’nın adayı olma iddiasıyla yarışa girip yenilen Muhsin Rızai de öyle..
Elbette karmaşık İran siyaset denkleminin adayları bunlardan ibaret değil. Ahmedinecad’ın çevresinden eski basın danışmanı Ali Ekber Civanfekr, ılımlı kanattan Muhammed Hatemi döneminin nükleer müzakerecisi Hasan Ruhani, eski reformcu milletvekilleri Mustafa Kavakebyan ve Hatemi’nin cumhurbaşkanı yardımcısı Muhammed Arif de adaylar arasında.
2009 seçimin mağlupları Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi’ye gelince.. Yeşil Hareket’in liderleri hala evhapsinde tutuluyorlar.
Pakistan, bağımsızlık tarihinin büyük kısmını darbe yönetimleriyle geçirdikten sonra 66 yıldır ilk kez sivil seçilmiş bir hükümetten bir diğerine iktidar transferini yaşıyor. Seçimleri 14 yıl önce Pervez Müşerref’in darbesiyle devrilmiş Nevaz Şerif’in Pakistan Müslümanlar Birliği kazandı. Kesin olmayan sonuçlara göre, kadınlar ve azınlıklar için ayrılmış 70 sandalye dışında doğrudan seçimle belirlenen 272 sandalyeden 115’i PMB’ye gitti. Ağır darbe yiyen iktadardaki Butto hanedanlığının ‘liderliğini’ Asıf Ali Zerdari’nin sırtladığı Pakistan Halk Partisi ile büyük çıkış yapan ünlü kritek yıldızı İmran Han, 40’dan az sandalyelerle ikinci sıradalar.
Rakamlar değişebilir fakat ülkenin yeni bir rotaya girdiği aşikar. 180 milyonluk ülkede yıllardır süren hanedanlık, yolsuzluk ve kötü yönetimin ardından siyasete güven az. Buna ve Taliban’ın 100’den fazla kişinin öldüğü saldırılarına rağmen katılım oranı son seçimlerdeki yüzde 44’ü aşıp yüzde 60’lara çıktı.
En son 1999’da devrilen, hapse atılıp sürgüne gönderilen Newaz Şerif’in şimdi tek başına ülkeyi yönetip yönetemeyeceğine bakılıyor. Şerif, bağımsızlarla kabineyi müzakereye başladı. Pakistanlıların pek sevdiği dünyaca ünlü kriket yıldızı, Oxford eğitimli 60 yaşındaki ‘playboy’ Imran Han, partisi Tehrik-i İnsaf (Adalet için Hareket) ile kilit muhalefet partisi konumuna geliyor. İmran han daha ziyade kentliler ve gençlik kesimini cezbediyor.
Herkesin umudu haftalar sürecek bir koalisyon arayışı ve istikrarsızlık ortaya çıkmaması. Zira çöküşün eşiğindeki ekonomide reformlara ihtiyaç var, tekstil gibi sektörlerin önemi ortadayken, pek çok kentte günde 10 saati bulan elektrik kesintileri yaşanıyor. Yakında IMF kurtarma paketine ihtiyaç duyulacak ve Şerif pazarlığa açık görünüyor. Pakistan ordusunun son beş yıllık dönemde siyasetten uzak görünümü dikkat çekiciydi. Şerif de ordunun siyasetten uzak durması çağrısını dilinden düşürmedi. Afganistan’dan yansıyan huzursuzluk Amerika’nan insansız uçaklı saldırıları eksik olmazken, bu konuda alacağı tavır da uluslararası toplumda dikkatle izlenecek.
Avrupa’da geçen hafta ‘parti vaktiydi’. ‘Yaşlı kıta’, iki kabul gibi savaşın ardından 63 yıl önce dünyanın ilk uluslarüstü entegrasyon projesinin temellerinin atıldığı 9 Mayıs’ı, ‘Avrupa Günü’ olarak kutluyor… Gerçi AB’yi AB yapan insan hakları, demokrasi, eşitlik fikrinin ilan tarihi 5 Mayıs olduğundan farklı etkinliklerle ‘kutlama haftasına’ dönüşüyor. Ancak euro krizinin ortasında kimsenin ‘parti yapacak hali’ yoktu. Nitekim bir gün önce AB kurumlarının 3 bin 500 çalışanı bile bütçe kesintilerine karşı bir günlük greve gitti. AB çapındaki borç krizinin tetiklediği resesyon ve işsizlik halet-i ruhiyeyi belirliyor. ‘Zengin Kuzey’-‘Yoksul Güney’ ayrımı başlamışken, entegrasyonun tersine dönmesi, milliyetçilik ve popülizm gündemin baş maddeleri.
Avrupalıların ‘AB aşkı bitti’ demek doğru değil. Fakat ‘tutkunun’ tükendiği aşikâr. Eurobarometre’nin nisan sonu anketine bakılırsa birliğe ‘güvensizlik’ tavan yapmış. Bankacılık ve konut krizine batmış işsizliğin yüzde 27’lere çıktığı İspanya’da beş yıl önce yüzde 65 olan AB’ye güven oranı yüzde 20’ye düşmüş. Şubat’tan sonraki derin krizin ardından nihayet geçenlerde yeni hükümet kuran ‘tutkulu AB yandaşı’ İtalyanlar’da yüzde 53’ten yüzde 28’e… Resesyondaki Fransa’da güvensizlik yüzde 41’den 56’ya çıkmış. Avrupa’ya şüpheci bakan Britanya’da güvensizlik yüzde 49’dan 69’a yükselmiş. Avrupa’nın hala en zengini ve çelik disiplinlisi Almanya’da güvensizlik oranı yüzde 59.
Britanya’da son yerel seçimlerde AB ve göçmen karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) partisinin geleneksel oy deposu olan kırsal kesimdeki kazanımlarıyle şok olan Başbakan David Cameron, Muhafazakâr Parti içindeki AB karşıtlarının isyanıyla karşı karşıya kaldı. Cameron’un parlamentoya sunduğu yasama planları arasında Britanya’nın AB üyeliğinin devamını referanduma sunması yer almayınca önde gelen üyeler adeta kazan kaldırdı. 100 Muhafazakâr vekil, planlarda değişiklik içeren önergeye destek verme kararı aldı. Üstelik isyancıların saflarında Cameron’un bazı bakanları da var. Bazı bakanların önergeye destek oyu vereceği anlaşılınca, ilginç bir yönteme başvuruldu, bakanlara oylamaya katılmayarak çekimser kalma şansı sunuldu. Bu şansı ilk kullanacağını duyuran ise önce önergeyi destekleyeceğini söyleyen Eğitim Bakanı Michael Gove oldu. Diğer bakan ise Savunma Bakanı Michael Hammond. Hammond BBC’ye konuştu ve bugün referandum düzenlense, Britanya’nın AB’den çıkması yönünde oy kullanacağını da söyledi.
Cameron, daha önce 2015’te yeniden seçilmesi halinde AB üyeliğini 2017’de referanduma taşıyacağını açıklamıştı. Fakat son dönemde tonunu yumuşatmış ve ‘AB’den ayrılmak’ yerine ‘AB’yi reforme etmek’ söylemini benimsemişti. Britanya’nın AB ile ilişkilerini yeniden müzakere edeceklerini söylemekle yetiniyordu.
Son olarak ‘Demir Leydi’ Margareth Thatcher’a maliye bakanlığı yapmış Nigel Lawson’un geçen hafta The Times gazetesinde yayınlanan makalesinde ‘AB’den ayrılmayı’ savunması tartışmaları körükledi. 500’den fazla işadamı Cameron’un AB üyeliğini yeniden müzakere etme tavrını destekliyor, daha az sıkı ilişkilerini Britanya ekonomisini canlandıracağını düşünüyor.
Anketlerde Muhafazakâr Parti, Ed Milibant’ın İşçi Partisi’nin 10 puan gerisinde görünüyor. Miliband, Britanya’nın AB üyeliğini destekliyor ve referanduma karşı çıkıyor. Ancak İşçi Partisi içinde bazı önde gelen vekiller de Muhafazakar isyancıların değişiklik önergesine destek veriyor.
Almanya’da Şansölye Angela Merkel’in lideri olduğu Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) 22 Eylül’deki seçimler öncesinde yedi aydır ilk kez geçen hafta anketlerde geriledi. Sebebi, Bavyeralı kardeş parti Hıristiyan Demokrat Birlik’teki (CSU) vergi kaçırma skandalları ve nepotizm tartışmaları... Bir hafta önceye göre puanları 3 puan düştü 37 çıktı. Bu ekim ayından beri en düşük rakam. Geçen ay Almanya’nın en sevilen spor idarecilerinden biri olan Bayern Münih başkanı Uli Hoeness hakkında vergi kaçırma soruşturmasına açılmıştı. Hoeness CSU yandaşı ve Merkel ile yakın bağları var. Merkel ve CSU liderleri Hoeness ile aralarına mesafe koydu. Fakat parti sorularla karşı karşıya kaldı. Spiegel dergisi Bayern Münih’in büyük sponsorları Adidas, Audi, Volkswagen ve Deutsche Telekom’un Hoenness’in başkanlığının mayıs sonundaki şampiyonlar ligi finalinin ardından askıya alınmasını istediklerini yazıyor.
Pazar günü Bild am Sonntag gazetesi CSU’lu federal parlamento üyelerinden birisinin eski nişanlısını işe aldığının ortaya çıktığını yazmıştı. CSU’nun parlamento liderlerinden birisi devlet fonlarını eşine de iş yaratıp para aktarmakta kullandığını söyleyip geçen ay istifa etmeşti.
CDU/CSU’nun Hür Demokratların 5 puanıyla birlikte oranı yüzde 42’de görünüyor. SDP’nin yüzde 27. 14 puanda görünen Yeşiller Merkel’e de yeşil ışık yakmıştı. Sol Parti’nin oranı 8.
Bulgaristan da hafta sonu seçime gitti. Enerji protestoları üzerine şubatta istifa edip erken seçim kararı alan Başbakan Boiko Borisov’un merkez sağcı GERB partisi karşısında, seçilse bile başbakan olmayacağını açıklamış olan Sergey Stepaşin’in Sosyalist Partisi (BSP) zemin kazansa da oy oranı kafi değil. Sandık çıkışı anketlerinde GERB’in yüzde 30-33 ile birinci, Sosyalist BSP yüzde 25-27 ile ikinci çıktı. Seçim öncesi tam 350 bin sahte oy pusulasının ortaya çıkarılması seçimlere hile gölgesi düşürdü. Üstelik seçim öncesi yapılan bir anket, Bulgarların yüzde 12’sinin oylarını para karşığı ‘satmaya’ hazır olduklarını ortaya koydu.
AB’nin en yoksulu olan 7.3 milyonluk ülkede yolsuzluk, yükselen işsizlik, yüksek elektrik faturaları şubatta küçük çaplı isyana sebep olmuştu. Aylar sonra düzenlenen seçimlere ise katılım oranı sadece yüzde 41.3 çıktı. Pazar günü oy kullanan binlerce kişi, GERB’in yeniden hükümet kurma girişimine karşı başkent Sofya’da da gösteri düzenledi, ‘mafya’ sloganları attı.
GERB koalisyon anlaşmasına karşı çıkıyor. Daha fazla iş alanı yaratmak, vergilerde indirim vaad eden Sosyalistler ise Türk azınlığın Haklar ve Özgürlükler hareketiyle birlikte hareket etse de hükümet etmek için gerekli çoğunluğu elde etmeleri zor. Bu denklemde dördüncü parti aşırı milliyetçi ATAKA. Yüzde 4 barajını kılpayı aşarak parlamentoya girecek görünüyorlar. ATAKA AB karşıtı, Roman ve Türk karşıtı retoriğiyle öne çıkıyor, gayrı resmi olarak GERB ile dirsek temasında.
1972-1992 yıllarında yedi kez başbakanlık yapmış, İtalyan politikalarını on yıllarca etkilemiş ve savaş sonrası cumhuriyetin ‘kurucu babalarından’ sayılan eski Hıristiyan Demokrat Başbakan Giulio Andreotti, Roma’da öldü. Kalp ve solunum yolları rahatsızlığı vardı. İktidarı sonrası mafya bağlantıları ve yolsuzluk skandalları ile sarsılmıştı. Güçlü bir anti-komünist, Amerikan yanlısı ve NATO destekçisiydi. İtalya’yı Avrupa emtegrasyonuna sokan ve euro’ya girilmesine de destek olan bir isimdi. Aynı zamanda İtalya’da 1970 ve 1980’li yıllarda yüzlerce insanın kurban gittiği siyasi şiddet sırasında en önde gelen yetkililerden birisiydi. Mafya ile karmaşık bağlantıları ortaya çıkmıştı. 24 yıl ceza alsa da temyiz süreci sonucunda resmen suçlu bulunmadı.
Çin ile Amerika arasındaki ‘siber savaş’ta suçlamalar ‘havada uçuşuyor’. Amerikan Savunma Bakanlığı, Çin’in özellikle de askeri modernizasyonunu sanal alem üzerinden yürüttüğüne dair bir rapor yayınladı. Pekin buna ‘en büyük sanal korsan imparatoru Amerika’dır yanıtını verdi. Çin Dışişleri Bakanlığı, Pentagon’un iddialarını ‘temelsiz’ diye nitelendirdi, Çin Halk Kurtuluş Ordusu gazetesi de ‘Çin’in içişlerine ağır müdahale’ başlıkları attı. Pentagon raporunda dikkat çekilen bir unsur, Çinlileri gelişmiş hayalet uçağı ve uçak gemisi teknolojisini çalıntı bilgilerle geliştirmesi. Şubat ayında da Amerikalı bir internet güvenliği şirketi Mandiant, Çin’in sanal korsanlık için özel bir askeri birlik kurduğunu ve Amerika’yı hedef seçerek 100’den fazla şirketten bilgi çaldığını iddia etmişti.
Vietnam’da ilk kez Amerika eğitimli bir yetkili Komünist Parti politbürosuna üye yapıldı. Eğitim, sağlık ve teknolojiden sorumlu başbakan yardımcısı Nguyen Thien Nhan, ülkeyi 1975’ten beri yöneten partinin karar mekanizmasına girmiş oldu. 59 yaşındaki Nihan, Ho Şi Minh kentinin eski belediye başkanı yardımcısı. Ülkenin üst düzey yetkilileri genelde Sovyetler Birliği’nde eğitimden geçerken o 1993’te Oregon Üniversitesi’nden master yapmış. Vietnam, ekonomik meydan okumalarla karşıya, özellikle de bankacılık sistemi borç içinde, kötü yönetim devlet şirketlerini iflasın eşiğine sürüklemiş durumda.
Tibet’in 1959’daki Çin işgalinden bu yana sürgünde yaşayan 77 yaşındaki ruhani lideri Dalay Lama, Myanmar’daki Arakan müslümanlarına yönelik Budistlerin saldırılarını kınadı, din adına insan öldürmenin ‘düşünülemez’ olduğunu söyledi. Nobel barış ödüllü lider, Budistleri ‘Budha adına yeniden düşünmeye’ çağırdı. Mart ayında Arakan’daki şiddet en az 44 Müslümanın ölümüne 13 bin kişinin yerinden yurdundan olmasına yol açmıştı. Saldırılardı Budist rahiplerin de rol oynadıkları belirtiliyor. Müslüman Arakanlar, Myanmar nüfusunun yüzde 5’ini oluşturuyor. Myanmar’daki askeri cunta 50 yıllık diktatörlüğün ardından sivil yönetime geçmek üzere adımlar atsa da ülkedeki farklı etnik gruplar arasındaki çatşımalar bitmiyor.