Hudut İhlali’ne Ortadoğu’dan başlayalım. Suriye meselesinde geçen hafta isyancılar cephesinden önemli haberler var. Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi için son rötüşler atılıyor. Filistin başbakan Selam Feyyad’ın istifasıyla yine alt üst oldu. Arap isyanlarının dikkatle izlenen ülkesi Mısır’da ekonomik ve siyasi cephede hareketlilik eksik olmadı. İran dünyaya nükleer meydan okumasında yeni adımlar attı…
Suriye’deki ‘insani trajedi’ ve ‘jeopolitik faciada’ önemli gelişmelerin yaşandığı bir haftayı geride bıraktık. Bu kanlı iç savaşın ‘ideolojik-mezhepsel takıntıları’ üzerinden verilen ‘vekalet savaşlar’ açısından özellikle dikkat çekici gelişmelerdi bunlar. Suriye’de en başınden beri etkili rol oynayan radikal İslamcı unsurların, Batılı güçler tarafından ‘görünür’ kılındığı bir ortamda, ‘el Kaide’ unsuru tam manasıyla işin içine katıldı. ‘Irak İslam Devleti’ diye anılan El Kaide’nin Irak kanadı, Suriye’deki el Nusra Cephesi ile birleştiğini duyurdu.
ISD adına Ebu Bekir el Bağdadi’nin açıklamasında iki grubun isimlerinin artık ‘Irak’ta ve Levant’taki (Şam) İslam Devleti’ olarak anılacağını ilan etti. Bağdadi’nin açıklamasında, el Nusra Cephesini en başından bu yana desteklediklerini söylemesi de dikkat çekiciydi. Gel gör ki, el Nusra Cephesi bir gün sonra biraz da ‘karmaşık’ bir yanıt verdi. Grup adına internetten bir videoyla ortaya çıkan Ebu Muhammed el Golani, Bağdadi’nin sözlerini ilk kez işittiğini söyledi ve Irak İslam Devleti’nden destek alsalar dahi ‘kendi başlarına’ hareket edeceklerini belirterek aralarına adeta ‘mesafe koydu’. Ancak asıl manidar olanı, Golani’nin açıklamasında El Kaide’nin Usame bin Ladin’den sonra liderliğe geçen Ayman el Zevahiri’ye verdiği mesajdı. Golani, ‘cihat şeyhi’ diye andığı Zevahiri’ye bağlılıklarını beyan etti. Zevahiri de bir hafta kadar önce internetten yaptığı açıklama ile Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi sonrası İslam Halifeliği’nin kurulması çağrısında bulunmuştu.
Radikal İslamcı güçlerin acımasızlığı, daha ‘ılımlı’ addedilen muhalefet için de artık bir ‘sorun’ haline geliyor. Nitekim 20 İslamcı grubu şemsiyesi altında toplayan Suriye İslami Kurtuluş Cephesi, son birleşme beyanları üzerine Nusra cephesi’ne çok sert çıkan bir açıklama yaptı. Suriye Ulusal Koalisyonu, ‘Suriye’yi demokratik ve çoğulcu bir sivil devlete dönüştürmeyi hedefleyen devrimci güçlere destek ve yardım için çalışıyoruz’ açıklaması yaptı. Hür Suriye Ordusu’nun sözcüsü Luay Mikdat da “Nusra’nın ideolojisini desteklemiyoruz” dedi. Bu açıdan geçen hafta muhaliflerin Londra’daki sesi olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nden gelen rapor da bir ilk niteliği taşıyordu. Suriye yönetiminin acımasızlıklarını ortaya sermesiyle öne çıkmış olan Gözlemevi’nin başındaki Abdurrahman, radikal İslamcı örgütlerden Ahrar el Şam’a bağlı Bedr Şehitleri taburunu sivillere işkence etmek ve paralarını çalmakla suçladı. Raporlarının geniş çaplı tanıklıklara dayandığını ekledi. Nusra Cephesi uzun süredir büyük kentlerdeki bombalı saldırılarla sivillerin can kaybının artmasından sorumlu tutulmuştu.
Radikal İslamcı grupların Suriye içindeki sayıları bir hayli tartışmalı. Suriye’nin uluslararası planda tanınan muhalefeti Ulusal Koalisyon topu topu yüzde 10’luk bir oran veriyor. Amerikan medyası HSO’nun savaşçı sayısını 140 binle ifade ederken, Nusra Cephesi için 8 bin savaşçıdan söz ediyor. Yine de askeri uzmanlar, bu sayıların savaş deneyimi ve organizasyon kapasitesinin de hesaba katılarak değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Sahada muhalif güçlerle birlikte hareket eden pek çok gazeteci, İslamcı grupları Hür Suriye Ordusu gibi giderek ‘daha ılımlı’ kategorisine alınan unsurlardan daha etkili buluyor.
Bütün bu gelişmeler Batı’nın Suriye’nin ve bölgenin geleceğine yönelik kaygılarına ‘temel teşkil ediyor’. Kimileri de Batı’nın ‘hareketsizliğini’ ‘radikal İslamcı tehdit’ gerekçesine dayandırmasının sağlandığını dile getiriyor. Nitekim geçen çarşamba günü Londra’da bir araya gelen G8 dışişleri bakanları, Suriye’yle ilgili somut hiç bir adım atmadı. Bakanlar, zirvenin paralelinde ‘Amerika’nın adamı’ olarak görülen Ulusal Koalisyonun yeni başbakanı Hassan Hitto ve George Sabra ile de buluştular fakat insani yardım vaadinin tekrarından öte bir sonuç çıkmadı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, muhaliflere yönelik desteği daha da artırmaya dair açıklamayı yapmanın Beyaz Saray’a düştüğünü belirtti, “Fakat bütün bu çabaların geçen hafta Washington’daki tartışmalarımızın odağında olduğunu da söyleyeceğim. Zamanlamanın ne olacağından emin değilim fakat inanıyorum ki bizim için önemli olan Başkan Esad’a baskıyı südürmeye çalışmak” demekle yetindi.
Öyle görünüyor ki, Batılı devletler, Suriye’nin Dürzi, Hıristiyan, Alevi ve ılımlı Sünnilerinin Taliban tipi bir yönetim kurulacağı endişelerini derinden paylaşıyor; devlet yapısını tümüyle çökertmeden ve bölgeyi radikal İslamcılara teslim etmeden bir formül yaratma derdi taşıyor. Nitekim, Batı cephesinin ılımlı muhalefete desteğini artırdığı ve silah tedariki konusunda örtülü operasyonlar düzenlendiği ve Ürdün’de ılımlı muhaliflerin eğitildiği haberleri yoğunlaşıyor. Bu ay sonuna doğru ABD Başkanı Barack Obama’nın, Başbakan Tayyip Erdoğan dışında Ürdün, Katar ve BAE liderleriyle yapacağı Washington temaslarının sonuçlarına dikkat kesilmek icab eder.
Suriye üzerinden ‘vekalet savaşının’ diğer cephesi olan Şii unsuruna dair de yeni haberler var. İran, Irak ve Lübnan’dan gönüllü Şii grupların Esad’ın birlikleriyle yanyaşana savaşmak yahut Şam’ın güneyindeki Seyidde Zeyneb’in türbesi gibi Şii kutsal mekanlarını korumak amacıyla sınırı geçtiği haberleri gelmişti. Şimdi ise Irak’ın Amerikan işgaline karşı da savaşmış önde gelen Şii gruplarından Asaib el Hak ve Kataib Hizbullah ile Mukteda el Sadr’a bağlı eski savaşçıların çatışmalada yer aldıklarına dair iddialar ortaya atıldı. Bir internet sitesini kaynak gösteren iddiaya göre militanların liderlerinden Ebu Mücahid, “Şimdi Şiiler Suriye’deki savaşın çok daha meşru olduğunu hissediyor. Bunun Şii kutsal mekanlarını korumak olsun Esad askerlerinin yanında savaşmak olsun fark etmez” ifadelerini kullandı. Asaib el Hak, Mehdi Ordusu ve Ebu el Fadıl el Abbas Tugayı’nın web sitesinde Iraklı, Suriyeli ve Lübnanlı Şii savaşçıların görüntüleri yayınlandı. Ancak Asaib sözcüsü Adnan Fiyhan, grubun belirtilen militanlarla bağlantısını reddetti. Ancak Irak’taki Hizbullah Tugayları, geçen hafta ilk kez militanlarından birinin Suriye’de öldüğünü kabul etmişti. İranlıların ayrıca Şebbiha’ların dışında yerel halk komiteleri oluşturup silahlı eğitimden geçirdikleri de belirtiliyor.
*****
Türkiye, bir ay içinde ikinci kez Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry’yi ağırladı. Üçüncü ağırlayışı da 20 Nisan’daki ‘Suriye’nin Dostları’ grubu toplantısı vesilesiyle olacak. Geçen hafta sonu gerçekleşen ziyarette Kerry, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Suriye’den Filistin-İsrail arasında olası yeni barış sürecine uzanan pek çok meseleyi görüştü. Fakat ziyarete daha ziyade Türkiye-İsrail ilişkileri açısından öne çıkan mesajlarla yüklü geçti. Kerry’nin ortak basın toplantısında da vurguladığı üzere Amerikan yönetimi Türkiye-İsrail ilişkilerinin tam manasıyla normalleşmesini istiyor. Bu açıdan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 16 Mayıs’ta Beyaz Saray’da ABD Başkanı Barack Obama ile yapacağı görüşme de önem taşıyor. Fakat bu süreçte bir minik ‘retorik’ mani var gibi. Erdoğan’ın Gazze’yi ziyaret edeceğini açıklamış olması.
Kerry, İstanbul’da geçen Pazar günü düzenlenen basın toplantısında “İsrail Türkiye ilişkilerinde koşulları dikte etmek Washington’a düşmez..” vurgusu yaptı. Fakat arzularını net ortaya koydu: “Bu ilişkinin Ortadoğu’da istikrar için önemli olduğunu, barış süreci için kritik olduğunu ve tam manasıyla ilşikilerin rayına oturmasını görmek istediğimizi belirtmeliyim. Bunun için tazminatların ödenmesi zaruri ve büyükelçilerin görevlerine geri dönmesiyle tam diplomatik ilişkilerin tesisi gerekiyor.”
Ancak Kerry’nin hemen ardından Salı günü tazminat anlaşmasının detaylarını görüşmek üzere Türkiye’ye gelmesi beklenen İsrail heyetinin ziyareti ertelendi. İsrail Başbakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili, toplantı tarihinin hazırlıkların tamamlanmadığı gerekçesiyle Türk tarafının isteği üzerine 23 Nisan’a ertelediğini söyledi.
Bu açıdan dikkat çekici bir gelişme de Mavi Marmara kurbanlarının açıklaması. İsrail özür anlaşmasının parçası olarak İsrail askerleri hakkındaki davaların düşürülmesini talep etmişken, Mavi Marmara’da yaralanmış olan Musa Coğaş, “İsrailli askerler ve komutanlara açtığımız suç davası devam edecek. Tazminatlar karşılığında davaların kapatılmasını kabul etmeyeceğiz” açıklaması yaptı. Coğaş, “Çabalarımız ablukanın tümüyle sona erdirilmesi içindi. Kimse tazminat istemiyor özrün diplomatik anlamları olsa da kurbanlar için hiç bir şey ifade etmiyor” diye ekledi.
Ancak Türkiye ile İsrail arasında normalleşme için karşılıklı arzular güçlü görünüyor. Bir formül olarak Gazze’ye abluka’nın sona ermesine dair ortaya bir program konulması ve davaların bu çerçevede düşmesi mevzu bahis olabilir. Bütün bu gelişmelerin Başbakan Erdoğan’ın ‘yakında’ yapacağını söylediği Gazze ziyaretine etkileri de önümüzdeki dönemde anlaşılacak. Ancak İsrail basını İsrail tarafının bu ziyaret konusunda çok rahatsız olduğunu yazıyor.
Kerry’nin ziyaretinden sonra Ankara’nın ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’ı da ağırlayacağını eklemeli. Kerry’nin Suriye’nin Dostları Grubu toplantısı için Türkiye’ye geleceği tarihlerde Hagel da 21-23 Nisan’da İsrail’ı ziyaret edecek. Türkiye için ortaya henüz bir tarih konulmasa da Erdoğan’ın 16 Mayıs’taki ABD ziyaretinden öncesine planlama yapılacağı basına yansıdı. Hagel’in Türkiye ziyaretinde özellikle de Türkiye ve İsrail’in tatbikatlar ve savunma ihalelerin de içerecek şekilde askeri işbirliğine yeniden başlanması konusunda cesaretlendirileceği belirtiliyor.
*****
ABD yönetiminin tam da İsrail ile Filistin arasında yeni müzakere zemini yokladığı bir dönemde, Filistin yönetimi sarsıntılara teslim oldu. Filistin Başbakanı Selam Feyyad, mart başından bu yana süren söylentilerin ardından Özerk Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a istifasını resmen sundu. Abbas bu kez istifayı kabul etti ve Feyyad’dan yeni hükümet kurulana kadar görevde kalmasını istedi. Filistin yasaları başkanın iki hafta içinde yeni bir başbakan atamasını gerektiriyor. Feyyad’a en büyük destek bağışçı Batı ülkelerinden gelirken, Filistinli kaynaklar bir ihtimal Feyyad’ın görevinde kalabileceğini dahi söylüyor.
Abbas’ın Amerika eğitimli eski Dünya Bankası ekonomisti olan başbakanıyla arasındaki gerilim, mart başında maliye bakanı Nebil Kassis’in istifası üzerine yaşanmıştı. Feyyad, Abbas’ın yokluğunda Kassis’in istifasını kabul etmişti. Abbas’ın da buna sinirlenip Feyyad’I ‘görevden almaya’ karar verdiği öne sürülmüştü. Feyyad, Kassis’in atandığı Mayıs 2012’ye kadar hem başbakanlık hem de maliye bakanlığı görevini yürütmekteydi.
Filistin’in geçen eylülde BM’deki statüsünün ‘üye olmayan devlet’ statüsüne yükseltilmesi sonrasında İsrail’in Filistin bölgelerindeki vergilerden özerk yönetimin payına düşen miktarı kesmesi gerilim yaratmıştı. Kamu kesiminin maaşları ödenemez haldeyken, sonbahardan bu yana Batı Şeria’da ekonomik kriz temelli protesto gösterileri de eksik olmamıştı. Feyyad, gelen dalgayı görememek ve önlem alamamakla suçlanmıştı. Filistin’de resmi işsizlik yüzde 25’ten fazla. Ayrıca Hamas’la ‘uzlaşma’ görüşmeleri sürerken, hareket, fazla Batıcı bulduğu Feyyad’a şüpheyle yaklaşıyordu. El Fetih de Feyyad’ın ekonomi politikalarını sert biçimde eleştirmeye başlamıştı.
Amerikan yönetimi Filistin için ‘devlet inşasında gerekli olan kurumların oluşturulmasında’ önem atfettiği Feyyad’ın işbaşında kalmasını istiyordu. Batılıların Filistin’e yardımlarının devamında da Feyyad’ın başta bulunmasına önem atfediliyordu. Dışişleri Bakanı John Kerry de bu arzularını Abbas’a telefonda aktarmıştı. Amerikan yönetimi geçen ay sessiz biçimde Filistin’e bloke edilmiş 500 milyon dolarlık yardımı serbest bırakmıştı. Feyyad’ın istifasının Kerry’nin geçen hafta kutsal toprakları ziyaretinde açıkladığı İsrail ile ‘Batı Şeria’da yeni ekonomik kalkınmayı teşvik’ projesine darbe vuracağı söyleniyor.
*****
Arap isyanlarının kilit ülkesi Mısır’da Müslüman Kardeşler yönetimi iç huzursuzluklar ve ekonomik sorunlarla başetmeye çalaşıyor. Bir yandan sol ve seküler muhaliflerle yeni anayasanın kadın hakları ve sivil özgürlükleri boğan unsurlarının yanı sıra ekim ayına ertelenen seçimlerle ilgili pazarlıklar sürerken; diğer yandan da IMF’den alınması planlanan 4.8 milyar dolarlık kredinin pazarlıkları yürütülüyor. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve Müslüman Kardeşler yönetimi için geçen hafta ekonomi cephesinde hayırlı haberler geldi. Katar ve Libya, Kahire’ye ‘kesenin ağzını açtı’. Ancak ülkede bütün gözler özellikle ifade özgürlüğü konusundaki vahim duruma çevrildi.
Başkanlıkta bir yılını doldurmayan Mursi, gazetecilere yönelik olaak Hüsnü Mübarek’in 30 yılda yapamadığını yapmış, dört katı davalar açmışken, mevzu geçen haftalarda Amerikalı komedyene atfen ‘Mısır’ın Jon Steward’ı lakabı takılan Bassam Yusuf hakkında açılan davalarla dünyanın gündemine oturmuştu. Mursi’den geçen hafta farklı bir çıkış geldi ve sözcüsü aracılığıyla Yusuf dahil, gazeteciler hakkında açtığı tüm davaları geri çektiğini duyurdu, “Cumhurbaşkanı’nın ifade özgürlüğüne sayılı olduğunu” kaydetti. Ancak bu kararın çerçevesi net değil. Nitekim, Mursi’nin sözcüsünün ‘tüm davaların düşürüldüğünü’ duyurmasından kısa süre sonra cumhurbaşkanlığı ofisi Youm gazetesi genel yayın yönetmeni Halid Salah ve gazeteci Ola el Şafie hakkında bir yorum yazısından ötürü Mursi’ye ‘hakaret ettikleri’ gerekçesiyle şikayette bulunulduğunu duyurdu. Şafie’nin yazısında cumhurbaşkanlığı önündeki protestolarda altı kişinin ölümünden, çok sayıda aktivistin yaralanmasından Müslüman Kardeşler sorumlu tutuluyordu. Bu bile itham edilmesine kafi geldi. Mursi’nin de mensubu olduğu Müslüman Kardeşler’in üyeleri de çok sayıda gazeteci hakkında özel davalar açmış durumdalar. Bunların çoğu ‘cumhurbaşkanını aşağılamak, dine hakaret, kamu güvenliğini ortadan kaldırmak’ gibi gerekçelere dayandırılıyor.
Dolayısıyla Gazetecileri Koruma Komitesi, Musri’nin ‘tüm davaları geri çektiği’ açıklamasını ‘memnuniyetle karşıladığını’ duyursa da bu temkinli bir tavır takındı. Komite, bu açıklamayı ‘cesaret verici bir işaret’ olarak nitelese de, gazeteciler hakkında tüm şikayetlerin geri çekilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Siyasi cephede Müslüman Kardeşler hükümeti, bağımsız hukukçu uzmanlardan oluşan bir heyete, yeni anayasadaki olası değişiklikler için başvuruda bulundu. Bu girişimle, özellikle kadın hakları ve azınlıklar konusunda liberal ve solcu muhalifleri teskin hedefleniyor. Muhalifleri şemsiyesi altında toplayan Ulusal Kurtuluş Cephesi geçen yıl anayasayı yazan komiteden çekilmişti. Anayasa sadece İslamcı güçler tarafından yapılmış ve tartışmalı bir referandumla onaylanmıştı.
İslamcıların çoğunlukta olduğu meclis, ayrıca ekim ayında başlaması umulan seçimler için yeni seçim yasasını çıkarttı. Fakat muhalefet yeni yasanın da taleplerini karşılamadığını, İslamcıların kazançlı çıkacağı bir formül benimsediğini, devletin de adil bir seçim için tarafsız rol bırakmadığını söyleyip boykottan söz ediyor. Yasa Yüksek Anayasa Mahkemesi’ne gönderilecek, 45 günlük gözden geçirme süresi var. Dini sloganların kullanılmasına yönelik yasağın kaldırılması en rahatsız eden hususlardan birisi.. Özellikle Kıptilerle yeni çatışmaların yaşandığı bir dönemde, din istismarına kapı açıldığı eleştirisi getiriliyor.
Ve ekonomik duruma gelince… Mısır’ın bütçe açığı tavan yapmışken, artan yakıt ve gıda fiyatlarının da derinleştirdiği sosyal huzursuzluk kaygı verici. Cumhurbaşkanı Mursi, önümüzdeki günlerde Rusya’yı ziyaret ederek uygun koşullarda buğday ve yakıt temini dahil olmak üzere yeni anlaşmalar yapmaya hazırlanırken, Kahire’ye iki Arap ülkesinden yardım eli uzandı. Katar Şeyhi Hamad bin Yassim el Thani, Mısır Başbakanı Hişam Kandil ile görüştü, Kahire’ye verilen 5 milyar dolara ek olarak 3 milyar dolarlık daha yardım sunulacağı ve bu yaz doğalgaz tedarik edileceği açıklandı. Libya da Mısır’a 2 milyar dolarlık faizsiz kredi vereceğini duyurdu.
IMF ile 4.8 milyar dolarlık anlaşma için pazarlıklar da sürüyor. Batılı diplomatlar Katar’dan alınan yardımın IMF’nin yerini tutmayacağını söylüyor. Kahire’nin 4.8 milyar dolarlık kredinin artırılmasını da talep edeceği belirtiiyor. Ancak IMF kredisinin koşulları ve sosyal bedelleri olacak. Zira yakıt ve gıda sübvansiyonlarının kesilmesi ile vergi artışları içeren bir reform programı şartı yer alıyor.
*****
İran ile BM Güvelik Konseyi’nin beş daimi üyesi ile Almanya’dan oluşan 5+1 Grubu’nun Kazakistan’daki müzakereleri şimdilik sonuçsuz kalırken, nükleer cephede yeni adımlar atıyor. Tahran, iki yeni uranyum madeni ile uranyum geliştirmenin ilk aşamasında elde edilen hafif işlenmiş uranyum filizi olan ve ‘sarı kek’ diye anılan üretim tesisinin açılışını yaptı. İran Ulusal Nükleer Teknoloji Günü’nde Saghand 1 ve 2 uranyum madenlerinin Yezd şehri yakınlarında açıldığı duyuruldu. Yıllık 60 ton ‘sarı kek’ üretimi yapacak Şehid Recainecad fabrikasının da aynı bölgedeki Ardakan kasabasında açıldığı aktarıldı. İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini sürdüreceği de vurgulandı. Saghand bölgesinde uranyumun 1985’te keşfedildiği ancak derinliğinden ötürü çıkarılmasının uzun süre aldığı belirtiliyor.
Geçen hafta İran’ın güneyindeki Buşehr nükleer santralinin 89 km yakınında meydana gelen 6.3 büyüklüğünde deprem ise herkesi korkuttu. Depremde en az 37 kişi öldü 850 kişi yaralandı. Bir köy tümüyle yok oldu. Şok dalgaları Körfez’in öte yanında duyuldu. Ancak Rus yapımcı şirket Buşehr nükleer santralinin depremden hasar görmediğini duyurdu. Tahran da Eylül 2011’de faaliyete geçirilen Buşehr tesisiyle ilgili güvenlik kaygılarını reddediyor.
Batılı güçler ile İran arasındaki nükleer pazarlıklar, İran’da haziranda gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar alttan alta devam edecek. Ancak İranlılar Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) imzacısı olarak barkışçı nükleer enerji geliştirip yararlanmaya hakları olduğunu savunuyor, bir ‘nükleer güç’ olarak kabullenilmeyi istiyor. Batı ve İsrail ise İran’ın asıl istediğinin ‘atom silahı’ olduğundan şüpheleniyor.
*****
Kore Yarımadası’nda totaliter Kuzey Kore’nin de ‘düşman kardeşi’ Güney Kore ile sıkı müttefiki Amerikan yönetiminin de ‘caydırıcılıklarını sergileme’ öyküsü adeta yılan hikayesine dönüştü. Asya, geçen hafta Kuzey Kore’nin beş adet orta menzilli Musudan füzelerini Pasifik’e doğrultup ‘hazırola geçtiği’ veyahut dördüncü kez ‘nükleer deneme’ gerçekleştireceği iddialarıyla hop oturup hop kalktı. Kuzey’in 30 yaşındaki yeni lideri Kim Jong-un ülkenin en büyük destekçisi Çin’in sözünü dinlemediği ve ‘öngörülemez’ olduğu iddiaları eşliğinde gerilim tırmandı. Kuzey, savaş tehdidi nedeniyle tüm yabancıları Güney Kore’yi terk etmeye çağırdı, Güney Kore’yle barış müzakerelerinin sembolü olan Kaesong’daki ortak sanayi bölgesi 10 Nisan’da tümden kapatıldı, ardından da ‘termonükleer savaş’ tehdidi savruldu. ABD, Güney Kore ve Japonya, teyakkuza geçti.
Bütün bu gerilim içinde Kuzey’den 1948’den bu yana üç nesildir süren Kim hanedanlığının kutlama haberleri geldi. 15 Nisan 1994’de ölmüş olan ‘dede Kim’in (Kim İl-sung) doğum yıldönümüyken’, aynı zamanda 2011’de ölmüş olan ‘baba Kim’in (Kim Jong-il) iktidara gelişinin 20. yıldönümüydü’. Yoksul Kuzey’de kitlesel lidere tapma görüntülerinin vardığı histerik boyut, ‘baba Kim’in ölümüyle dünyaya yansımıştı. Bu kez de dev kutlama törenlerinin haberleri geldi. Kuzey Kore’de Kim Yong-un’un halası Kim Jong-hui’nin sözünden çıkmadığı rivayet ediliyor. Hala, ülkenin en güçlü kadını sayılıyor. Kocası Jang Sung-taek, baba Kim Yong-il tarafından 2011’deki ölümünden hemen önce seçilmişti. Enişte Jang da Çin ile yakın temasta olan bir şahsiyet.
Kim hanedanlığının, ‘nükleer kartı’ çıkartarak ABD’nin Güney Kore ile ortak tatbikatını vesile ederek, ülkeye uygulanan yaptırımları ‘hafifletmeyi’ hedeflediğine dair işaretler de artıyor. Gençi Kim işbaşına geldikten sonra iki uzun menzilli füze denemesine ve geçen şubatta da bir nükleer denemeye imza atmıştı. Son deneme de yeni BM yaptırımlarını tetiklemişti. Kim, nükleer tehdit savursa da ülkenin 1.2 milyonluk güçlü ordusu alarma geçmiş görünmüyor.
Savaş tehditleri diplomasiyi de hızlandırdı. Çin’in yeni lideri Şi Jinping’in ‘Hiç kimsenin bölgeyi ve dünyayı kaosa sürüklemeye hakkı olmadığı’ çıkışının ardından ABD ile Çin arasında daha sıcak bir temas gerçekleşti. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Ortadoğu turu ve Avrupa’daki G8 toplantısının ardından soluğu Asya’da aldı. Kerry, dışişleri bakanı olarak Pekin’i ilk kez ziyaret etti. Ardından, Amerikan tarafından ‘ABD’nin Çin ile, Kuzey Kore’nin nükleerden arındırılması yolunda çaba sarf etmekte uzlaştığı’ açıklaması geldi. Ancak Çin’in resmi haber ajansı Xinhua’nın ‘ABD’yi bölgede tatbikatlar düzenleyip, füze kalkanları kurarak tehlikeye atmakla itham eden’ yorumlarını not etmeli. Çin Dışişleri Bakanı Yang Jieçe ise daha formel bir üslup kullandı ve ‘Kore Yarımadası’nda barış ve istikrarın sürdürülmesini sağlamakla mükellef olduklarını’ söyledi, Pekin’in ‘ilgili taraflarla 2005 yılında başlamış olan altılı görüşmelerin ortaya koyduğu hedeflere bağlı olduğunun’ da altını çizdi. Böylece baklayı da ağzından çıkartmış oldu. Nitekim Kerry’nin Pekin’in ardından Güney Kore başkenti Seul’ü ziyaretinde yapılan açıklama, ‘2005’deki sürecin yeniden başlatılabileceği’ beyanı geldi. ABD-Güney Kore ortak açıklamasında, ‘Kuzey Kore’yi doğru seçimi yapmak için cesaretlendireceğiz. Eğer Kuzey Kore bunu yaparsa, 2005’teki altılı ortak açıklamanın vaadlerini uygulamaya hazırız’ ifadeleri dikkat çekti..
Yani Kore krizinde ibre 2005 tarihinde başlayan altılı görüşmelerin canlandırılmasına dönüyor. 2005 hedefi Kuzey Kore’nin insani yardımlar karşılığında nükleer silahlardan arındırılmasını hedefliyordu. Elbette Kuzey’in genç ve ‘öngörülemez’ liderinin ‘nükleer silahlardan arındırılmayı’ kabul edip etmeyeceği meçhul…
*****
Ve Avrupa’daki gelişmeler.. Fransa’da mali skandallar sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande’ın peşini bırakmıyor. Almanya’da 22 Eylül’deki seçim için anketler başladı, Angela Merkel’in yüzü güldü. İflastaki Kıbrıs Rum Kesimi’nin altın rezervlerini devreye sokma planı, zordaki diğer Avrupa ülkeleri için emsal olabilir mi tartışması başladı. Ve Rusya’nın da sonbaharda resesyona girebileceği söyleniyor. Önce Avrupa’nın ikinci büyük ekonomisi Fransa…
Fransa’da geçen ay istifasını sunan eski bütçe bakanı Jerome Cahuzac’ın İsviçre bankalarındaki gizli servetinin ortaya çıkması, François Hollande’ın Sosyalist hükümeti için hem bir utanç, hem de ciddi bir başağrısızına yol açtı. Hollande’ın anketlerdeki popolaritesi geçen hafta yüzde 22’ye kadar düştü. Hollande derhal harekete geçip 15 Nisan itibariyle bütün bakanların mal varlıklarını beyan etme zorunluluğu getirildiğini duyurdu. Önümüzdeki aylarda da kamu görevlileri için etik yasası çıkartılacağı açıklandı. Ardından bankaların her yıl tüm yabancı iştirakçilerinin listesini yayınlaması kararı açıklandı. Hedef vergi cennetleri ve yolsuzlukla mücadele.
Cahuzac mart ayında istifa etmiş, ve vergi kaçırma skandalında soruşturulmaya başlanmıştı. Cahuzac, geçen hafta da 600 bin euro’sunu İsviçre’deki gizli hesaplarında tuttuğunu itiraf etmişti. Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un da İsviçre’de gizli hesapları olduğu öne sürüldü. Ancak Fabius bu iddiayı yalanladı.
İşsizlik oranlarındaki artış yüzünden Hollande’ın popülaritesi dibe vurmuş durumda. Hollande’ın parlamentoda pek az bir çoğunluğu var ve Yeşiler ile aşırı sağın desteği olmadan önümüzdeki dönemde çalışma yasası, 2014 emeklilik yasası gibi yasaları çıkartamaz halde. Çalışma yasasının çıkartılması beklenirken solcu CGT sendikası ‘ihanet yasası’ diye andığı bu yasaya karşı ülke çapında 170 kent ve kasabada protesto gösterileri düzenlendi. Ancak diğer büyük sendika CFDT gösterilere katılmıyor. Kamuoyu bölünmüş durumda. BVA anketine göre yüzde 62 yeni yasayı destekliyor.
Almanya’da 22 Eylül’deki genel seçimler öncesinde anketler de başladı. Forsa anketi, Başbakan Angela Merkel’in Hıristiyan Demokratik Birlik Partisi’nin (CDU) Bavyera’daki ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile birlikte seçimleri rahatlıkla kazanacağını ortaya koydu. Forsa’nın anketine göre, CDU-CSU yüzde 41’de görünüyor. Koalisyon ortağı Hür Demokratlar yüzde 6 oranında. Toplamda yüzde 47’yi buluyorlar.
Muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise yüzde 23’te görünüyor. Ortakları Yeşiller yüzde 14. Daha radikal Sol Parti ise yüzde 9’da. Yine Politbarometer’in ZDF için yaptığı ankete göre, Merkel’I başbakan görmek isteyenlerin oranı yüzde 63 çıktı. SPD lideri Peer Steinbrueck’e destek yüzde 27’de kaldı.
Anketler, euro bölgesi kurtarma paketlerinde titiz davranırken, sıkı bütçe ilkesini Avrupalı ortaklarına bir biçimde kabul ettirmiş olan Merkel’in yüzünü güldürecek cinsten.
Alman Şansölyesi, son olarak geçen hafta milyarder spekülatör George Soros’un euro bölgesi krizini ele alış biçimi yüzünden yerden yere vurulmuştu. Almanya’nın mali merkezi Frankfurt’ta düzenlenen bir toplantıda konuşan Soros, euro bölgesinin ‘Almanya’sız daha iyi olacağını savundu, alenen ‘Almanya euro bölgesinden çıkarılsın’ önerisi getirdi. Soros, Almanya’nın Kıbrıs Rum Kesimi’ni kurtarma sırasında çok ileri gittiğini savundu, kendi kendine resesyon tehlikesi yarattığını, bu yüzden ya euro’dan kendisinin ayrılması yahut da euro bonolara muhalefetini gözden geçirmesi gerektiğini öne sürdü, “İlk tercihim euro bonolar, ikincisi ise Almanya’nın euro’dan ayrılması” dedi. “Kurtarma işe yaramıyor. Borç yükünü bütçeyi vurması kaçınılmazdır” diyen Soros, “Almanya derinleşen depresyondan pek az etkilendi. Fakat ben yine de seçimler döneminde Almanya’nın da resesyona gireceğini bekliyorum” iddiasında da bulundu. Soros’a göre, ‘Almanya euro’dan çıkarsa, borçlu ülkeler rekabetliliklerini geri kazanacak, Euro bonolarla borçları zamanla azalacak, böylece iflas tehlikesi ortadan kalkacak ve Avrupa depresyondan kurtulacak’. Bu görüş daha önce de bazı ekonomistler tarafından dile getirilmişti.
Kıbrıs Rum Kesimi’nde AB/IMF ile kurtarma anlaşmasının ardından dikkatler adadan kaçırılan paralara çevrildi.
Bankalar iki hafta kapalı kaldıktan sonra sermaye kısıtlamaları ile 28 Mart’ta yeniden açılmıştı. Adadan 1-15 Mart arasında yaklaşık 6 bin mevduat sahibi ve şirketin yurtdışına para aktardığı belirtiliyor. Nasıl olup da iflas haline düşüldüğünü araştırmak için kurulan parlamento komitesi önce kepenk kapattı, devreye yargıçlar sokuldu. Merkez Bankası Başkanı Panicos Demetriadis’in bankacılık sisteminden ‘sızdırılan’ paralara parlamentoya hesap vermesine karar verildi. Ancak Demetriadis, yeni seçilen merkez sağcı Nicos Anastasiadis hükümeti tarafından değil, daha önce iktidarda bulunan komünist AKEL döneminde atanmıştı. Mesele şimdiden siyasileşti. Zira AKEL, ithamların bankacılardan siyasi kişiliklere yönlendirilmeye çalışıldığını savunuyor.
Bu arada, Rumlar ağır borç yükünden kurtulmak için 400 milyar euro’luk altın rezervlerini satma planları yapıyor. Ekonomistler ağır borç yükü altındaki İtalya, Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’nın da aynı yola başvurabileceğini ortaya atmaya başladı. Bu ülkelerin altın rezervleri 3 bin 230 tonu buluyor, bunun da bugünün fiyatlarıyla 125 milyar euro’ya tekabül ettiği belirtiliyor. Aslan payı 2 bin 451 tonla İtalya’nın. Ancak krizin ‘mucize ilacı’ olacağı çok meçhulken, altın fiyatlarına etkisi de ayrı tartışma konusu.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen haftayı Almanya ve Hollanda ziyaretinde Femen’in ‘çıplak protestosu’ ve sivil toplum örgütlerine yönelik eleştirilere laf yetiştirerek geçirdi. Hafta sonunda ülkesine dönüşünde ise uzaya giden ilk kozmonot olan Yuri Gagarin’in 1961 tarihli uçuşunun yıldönümünde yeni uzay programının sinyalini verdi. Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki Rus ekibiyle video bağlantısı kuran Putin, eski Sovyet Cumhuriyeti Kazakistan’daki Baykonur’a rakip olarak Sibirya’da Çin sınırındaki Vostoçni’de inşa edilen uzay istasyonundan insanlı ilk uçuşların 2018’de başlayacağını ve uzayın derinlikleri ile ay’da yeni araştırmaların hedeflendiğini söyledi. Putin, yeni uzay istasyonunun ABD ve Avrupa ülkelerine de açık olacağını ekledi.
Rusya’nın Kazakistan’la anlaşması uyarınca Baykonur’u kullanmak için yılda 115 milyon dolar ödüyor. Baykonur diğer ülkelere de açık olduğundan, Rusya’ya pahalıya geliyor.
Putin, Moskova’nın Sovyet dönemi arzularını canlandırırcasına Rusya’nın 2020 itibariyle uzay araştırmalarına 1.6 trilyon ruble, yani yaklaşık 52 milyar dolar harcayacağını da duyurdu.
Sovyetler Birliği ile ABD arasındaki uzay yarışı Rusya’nın 1957’de Sputnik uydusunu fırlatmasıyla başlamıştı. Bunu 1959’daki ay gözlemi ve Gagarin’in 1961’deki yörünge uçuşu izlemişti. Fakat Rusya 20 yıldan fazladır ‘uzayın derinliklerinde’ varlık gösteremiyor.