25 Kasım Dünya Kadına Karşı Şiddete Son Günü çerçevesinde, kadınlar Türkiye’nin tüm illerinde sayısız buluşmalar örgütlüyor. Türkiye’de kadınların yaşadığı sorunlar öylesine ağır ve çözüm için mücadele eden kadın hareketi öylesine örgütlü ki, artık 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için tek bir günlük eylemlilikler yetmiyor, tüm Mart ayı kadın etkinlikleriyle geçiyor. Aynı yoğunluk, kadına karşı şiddetle mücadele ayına dönüşen Kasım için de geçerli.
Tüm bu etkinlikler, yoğun bir istatistiki veriler, rakamlar savaşı halinde geçmeye başladı, nicedir. Aynen Türkiye’nin diğer sorun alanlarında olduğu gibi…
Gerçek tabloyu, sorunların boyutlarını, çözüm ya da çözümsüzlük yolunda katedilen mesafeyi görmek için istatistiki veriler, rakamsal karşılaştırmalar ve bunlara dayalı bilimsel analizler elbette ki çok önemli. Ama son yıllarda “Ankara siyaseti” ve anaakım medyanın manipülasyonları ile “rakamlarla konuşma” meselesi öylesine abartıldı ki, artık herhangi bir konudaki üç dakikalık bir konuşmada en az üç rakam vermemek adeta ayıplanır oldu. Siz hayatın birtakım rakamlara indirgenmesine itiraz edip bundan kaçınmaya çalışsanız da, sistem sizi yine rakamlarla sıkıştırıp, sözünüzü anında değersizleştiriveriyor.
Kadınların istatistiki veriler konusundaki mücadelesi de artık iyice komik bir hal almış durumda.
Osmanlı dönemindeki, sadece “vergi veren” erkek yurttaşların resmi kayıtlara geçirilmesi uygulaması; Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki nüfus sayımlarında, kadınların da “yurttaş” olarak sayılıp sayılmayacağı tartışmasına evrilmişti.
İzleyen dönemde anne/bebek ölüm oranları, kadın suçluluğu vb. konularda birtakım istatistiki bilgiler üretildi ama kadınların hayatlarını belirleyen birçok temel alanda “cinsiyetlere göre ayrıştırılmış” verilerin üretilmesinden özellikle kaçınıldı.
Özellikle 1990’lı yıllarda kadın hareketi, tüm istatistik çalışmalarında kadınların da görünür kılınması için mücadele etti ve bunu kısmen de olsa başardı. (Örneğin kadına karşı şiddet konusundaki ilk kapsamlı devlet çalışması olan ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü-Hacettepe Üniversitesi işbirliği ile yapılan araştırma 2008 yılında açıklandı.)
Yetersiz de olsa, bu adımlar önemliydi. Ancak bu araştırmalar sonucunda, Türkiye’deki kadınların, diğer dünya ülkeleri ile karşılaştığında son derece kötü durumda olduğu ortaya çıktı!
AKP iktidarı döneminde durum daha da kötüleşti ve uluslararası kuruluşlarca yayınlanan her uluslar arası karşılaştırmada, Türkiye’nin dünya listelerinde her yıl daha da alt sıralara indiğini görmeye başladık.
Biz de verilerle konuşalım: 2013 Dünya Ekonomik Forumu’nun Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre 136 ülke arasında Türkiye:
- Ekonomiye katılımda 127
- Eğitim olanaklarına erişimde 104
- Sağlık-yaşam süresinde 59
- Siyasete katılımda 103. sırada.
Belirtmek gerekir ki, bu dünya karşılaştırmalarında Türkiye’nin yeri, aslında daha alt sıralarda. Çünkü: Örneğin kadın yoksulluğunda Türkiye 2011 itibarıyla 135 ülke arasında 122. sırada. Peki bizler kadınların Türkiye’deki toplumsal gelirden ne kadar pay aldığını gerçekten biliyor muyuz? Hayır. Dolayısıyla dünya da bilmiyor. Türkiye’de hesap şöyle yapılıyor: Hane halkının ülke zenginliğinden aldığı pay, hanedeki kişi sayısına bölünüyor; böylece Türkiyeli kadınlar da, aslında sahip olmak bir yana, miktarını bile bilmedikleri erkek eşin gelirinin bir miktarına sahipmiş (ve Türkiye’nin altında kalan 13 ülkeden daha iyi durumdaymış) gibi görünüyor. Kadınların geliri konusunda gerçek bir “bilimsel” istatistik çalışması yapsak, 135 ülke arasında sondan 13. sıranın da altında çıkmamız kuvvetle muhtemel.
İktidara geldiği günden beri kendi üretmek zorunda kaldığı istatistiki verilerin bile kendini yalanladığını; ülkede ve dünyada “açığa düşürdüğünü” gören iktidar, şimdi de istatistikleri iyice çarpıtmaya başladı.
Ben Türkiye’de günde en az beş kadının öldürüldüğü ve bunun bir “cinskırım” olduğu tespitini, halen Adalet Bakanlığı görevini yürütmekte olan Sadettin Ergin’in 2009 yılında TBMM’de yaptığı açıklama üzerine yapmıştım. Adalet Bakanı’nın bu açıklaması medyada “AKP döneminde kadın cinayetlerinde % 1400 artış” olarak yeralmıştı.
Bakan’ın verdiği ve TBMM tutanaklarına geçen istatistiki verilerde, 2009’un ilk yedi ayında “cinayet” olarak kayıtlara geçen kadın sayısı 953 idi. Resmi kayıtlara “cinayet” olarak geçmiş olan bu rakamın, kaza ya da intihar süsü verilenler, zehirlenenler, intihara sürüklenenler vb. yollarla öldürülen kadınlarla daha da yükseleceği malum.
Türkiye’de ve dünyada adeta “infial” uyandıran bu rakam karşısında iktidar hemen bir manevra yaptı ve yeni (!) ve de “indirimli” kadın cinayetleri rakamları üretti. Aile Bakanı Fatma Şahin’in dolaşıma soktuğu bu en yeni ve en bilimsel (!) istatistik verilerle kadın cinayetleri bitti-bitecek!
Şimdi sadece 2009 rakamlarına odaklanalım:
Adalet Bakanı (2009’da yaptığı konuşmada) sadece 7 ayda 953 kadın cinayeti diyor; Aile Bakanı ise, (2013’te yaptığı konuşmalarda) 2009 yılının tümünde 171 kadın cinayeti!!!
Adalet Bakanı ilk yedi ay için 953 dediğine göre, kadın cinayetleri artmayıp sabit kalsa bile, kalan 5 ayda da (mesela) 750 kadın cinayeti desek; 2009 yılı rakamı 1.703 kadın cinayeti demektir. Fatma Şahin 171 cinayet diyerek bir çırpıda, 2009 yılında öldürülen 1.572 kadını “diriltmiş” oluyor!
Adalet Bakanı’nın verdiği rakamlar yıllar içinde anlaşılır bir seyir izliyor:
2002’de 66. 2003’te 83, 2005’te 164, 2005’de 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806 ve 2009’un yedi ayında 953. (Bu rakamlar, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2009’a dek kadın cinayetlerinin yüzde 1400 arttığını ve dramatik bir artış içinde olduğunu gösteriyor ve çok net.)
Şimdi Aile Bakanlığı rakamları:
2009’da 171, 2010’da 177, 2011’de 163, 2012’de 155.
Bu ülkede ne oldu ki 2009 yılında birden 1.572 kadın dirildi? 2009 yılında ne tür bir radikal devlet politikası uygulandı ki, (hadi 2009’u unutalım) örneğin 2008’deki 806 kadın cinayeti rakamı 2010’da 177 olabildi?
Biliyoruz, devlet denen şey, kendi iktidarını “herdaim” kılabilmek için, hayatı her daim çarpıtır. Ama kadınların hayatı söz konusu olduğunda bunu bu kadar pervasızca yapabiliyor olması artık küstahlık ötesi bir durum.
Aynı istatistiksel sorun, “kadınlara müjde” diye anons edilen yeni istihdam paketinin sunumunda da var: Türkiye’de 2008 yılında kadın istihdam oranı yüzde 21,6 iken, 2013 Temmuz ayı itibariyle yüzde 31,6’ya yükselmiş! Beş yılda % 10 artış! Dünya tarihinde eşi benzerine az rastlanır bir iyileşme!.. Bakanlığa bu artışın nereden kaynaklandığını soruyoruz, yanıt yok! Basına SGK teşvik paketleriyle 1,5 milyon kadın istihdama katıldı deniyor. Ama resmi rakam vermeye gelince: Bakan Yardımcısı Aşkın Asan’ın Kasım 2013 açıklaması gerçeği ortaya koyuyor: "Teşvikten yararlanan kadın sayısı 2013 Haziran verilerine göre 145.578 olarak gerçekleşmiştir.” 1,5 milyon nerde, 145.578 nerde? Hükümet konut ve yol yapımı dışında bir işle ilgilenmiyor. Bu iki alanda da erkekler çalıştırılıyor! Özel sektör fabrika üstüne fabrika açmıyor; 1,5 milyon kadın nerede iş bulup çalışmaya başladı, gerçekten merak konusu.
Ayrıca iktidarın kadın istihdamını 5 yılda % 10 artırdık rakamının gerçek olmadığı o kadar belli ki, iktidar önümüzdeki on yıl için (2023 yılına kadar) kadınların işgücüne katılım oranını yüzde 35’e yükseltmeyi hedefliyor! İstihdamı beş yılda yüzde 10 artırdığını iddia eden bir hükümet, önümüzdeki 10 yılda bu kez sadece yüzde 3.4 artıracağını söylüyor! Beş yılda % 10 artışı başaran (!) bir iktidarın, on yılda en az % 20’yi hedeflemesi gerekmez mi? Hele ki AB ülkeleri için konulmuş hedef % 70 kadın istihdamı iken! Aslında sözü uzatmaya gerek yok, hükümet bizzat kendi koyduğu hedefle kadın istihdamını önümüzdeki 10 yılda pek de artırmayacağını ilan etmiş oluyor.
“Hayatı rakamlara indirgemeyelim” diye başlayan bir yazının bu kadar rakamla dolu olması kara mizah değil; yerine göre şişirilip, yerine göre azaltılarak, mühendis titizliği ile işlenen istatistikleri anlama çabası ve eleştirme zorunluluğu.