Sıcaktan kavruluyoruz. Ne yapsak kaçış yok. Pencereyi, kapıyı aç, vantilatörü, klimayı çalıştır, bana mısın demiyor. Kuzey Ege'nin alışageldiğimiz tatlı yazı, insanı hırpalamayan yaz güneşiyle hafif esintili geceleri geçmişte kalan tatlı anılara dönüştü sanki.
Madrid'de bana hep Ankara'nın eski zamanlarını hatırlatan o serin yaz geceleri de kayıplara karıştı. Bazen gecenin 11'inde dışarı çıkıyorsunuz. Sıcak bir fırına girmişsiniz ve içeride sert bir rüzgar esiyor hissine kapılıyorsunuz. Adeta gökyüzü yüzünüze öfke üflüyor.
Aşırı sıcakların etkisiyle ormanlar yanıyor, trenlere, karayollarına alevler sıçrıyor. Geçen hafta Valencia'dan Zaragoza'ya gitmek üzere yola çıkan tren Castellón'daki orman yangınına yaklaşınca yolculardan bazıları trenden atlamaya kalktılar, aralarında yaralananlar var. Bu yılın başından beri tam 45 büyük (500 hektarlık alanın üzerinde etkisi olan) orman yangını meydana gelmiş İspanya'da. 2022'de yanan toplam alan 287 bin hektar.
Bu yazı orman yangınlarıyla geçiren ve gittikçe kuraklaşan tek ülke İspanya değil. Cezayir'den Portekiz'e bütün Akdeniz havzasında ve hatta İngiltere'de sıcak, yangın ve kuraklık hayatı tehdit ediyor. Kuraklaşmanın çoktan pençesine aldığı Afrika'daki onlarca ülkede iklim göçü hızlandı. Yani, daha fazla sayıda insan iklim krizi nedeniyle artık yaşanılamaz hale gelen yurtlarından kaçış yolu aramaya devam ettiler.
Pek çok ülkede rekorun rekorunu kıran aşırı sıcaklar sadece insanları değil, bütün canlıları pelteleştirirken, nehirler, tarım arazileri kuruttu. İspanya'da bağları ve şarabıyla meşhur Rioja bölgesinde üzümler kurudu. Üreticiler bu yılın hasadının yüzde otuzunun kaybedileceğini tahmin ediyor. İtalya'da meşhur risotto'nun pirincini üretecek su yok. Norveç somonunun nehirlerde zıplamasına yetecek su yok. Çin'de soyayı üretecek su yok. Birçok ülke veya bölgede su kesintileri başladı, su kullanımına dair kural ve(ya) tavsiyeler ortaya çıktı.
İspanya'da (belki de eskiden İspanya'da demek lazım) yaz büyük kentlerde bile Ağustos böceklerinin cırcır sesleriyle geçer, hatta bazen fazla gelir(di) bu monoton ses. Ama bu yaz sustu Ağustos böcekleri. Merak ettim nedir sebebi diye. Meğer, belli bir sıcaklıktan (37.7 derece) sonra ötemezlermiş. En çok da 21-27 derece arasında açılırmış sesleri.
Doğaya bir şeyler oluyor. Özellikle Akdeniz havzasında aşırı iklim olaylarını yazın daha yoğun olarak fark ediyoruz. Yaz gelince koro halinde endişeleniyoruz. Ve sonra sonbahar geliyor, unutuyoruz.
Tuna, Ren ve Loraine bu yaz Avrupa'da kuruyan nehirlerden sadece bazıları. Kâh savaş gemileri çıkıyor azalan suların altından, kâh şimdiye kadar su yüzüne çıkmayan Roma kalıntıları. Bunlardan biri Madrid'in güneybatısındaki Extremadura bölgesinde bulunan Guadalperal Hazinesi (el Dolmen de Guadalperal). 4000 yaşında olduğu tahmin edilen kalıntıların İberya yarımadasında neolitik dönemden kalan en eski yapıt olabileceği tahmin ediliyor. Guadalperal, Valdecanas Rezervuarı'nda suyun toplam kapasitenin yüzde 28'ine düşmesiyle ortaya çıktı.
Kuraklık böyle ilginç şeylerin yanısıra iklimle ekonomik dinamiklerin organik ilişkisini de su yüzüne çıkarıyor. İklim kriziyle enerji ve gıda krizi arasındaki ilişkiyi de yüzümüze vuruyor.
Taşımacılık, enerji, tarım, sanayi bu dinamiklerden sadece bazıları. Almanya'da Ren Nehri'nde yaşanan kuraklık taşımacılığa ket vururken, bundan kömür de payını alıyor. Fransa'da orman yangınları ve bazı bölgelerde Loire Nehri'nin kısmen kuruması ve nehir suyu sıcaklığındaki artış nükleer reaktörlerin çalışmasını etkiliyor. Elektriğin yüzde 70'i bu yolla sağlandığı için Fransızlar endişeli.
Fransa'nın yanı sıra, Britanya'da da binlerce ev ve iş yeri bu yaz elektriksiz kaldı. İklim krizi, halihazırda çetin olan enerji krizini daha da körüklüyor. Kuraklık kuzeyin suyu bol, sıcağı az ülkesi Norveç'i bile etkiledi. Norveç'te elektriğin yüzde 90'ının kaynağı olan hidroelektrik santrallerde su rekor seviyeye düştü. Yani Norveçliler de endişeli.
ABD nehirlerinde de alarm zilleri çalıyor. İçinden geçtiği yedi eyalette 40 milyon kişiye su sağlayan, tarım arazilerini sulayan 2330 km'lik Colorado Nehri de tam 23 yıldır kuruyor. Arizona'da bulunan Yuma Vadisi ABD'de özellikle buğday ve sebze üretiminde kilit bölgelerden biri. Yuma, ABD iç pazarının dışında dünya pazarları için de çok önemli bir tarım bölgesi. Örneğin, İtalyan makarnasının buğdayının bir kısmı Yuma'da üretiliyor. Yani, Colorado Nehri'nde çalan alarm zilleri içinden geçtiğimiz küresel gıda krizini, yüksek gıda fiyatlarını ve enflasyon sarmalını daha da vahimleştirebilecek nitelikte.
Çin Halk Cumhuriyeti de benzer bir aşırı sıcak dalga ve kuraklık riskiyle karşı karşıya. Dünyanın en uzun üçüncü nehri 6300 km uzunluğundaki Yangtze'nin bazı bölgelerde kısmen kuruması enerji üretimini aksatırken, gemi taşımacılığına ket vuruyor. Yangtze aynı zamanda neredeyse yarım milyar insana içme suyu sağlıyor. Su kullanımıyla ilgili çeşitli önlemler alınıyor.
Yangtze'deki kuraklık nedeniyle hidroelektrik santrallerdeki üretim aksadı. Enerji ihtiyacının büyük bölümünün hidroelektrik santrallerinden sağlandığı Sichuan vilayetindeki binlerce fabrikaya elektrik da kısıtlı olarak verildiği için Tesla ve Toyota gibi dev firmalar geçici olarak operasyonlarına ara vermek zorunda kaldılar. Bu da yine küresel tedarik zincirlerini aksatacak, arz sorunu fiyatlara yansıyacak, yine enflasyonu körükleyebilecek bir dinamik. Kuraklığın soya ve pirinç gibi su-yoğun ve Çinlilerin diyetinde bizim için buğday gibi temel olan ürünlere etkisinin de ciddi olacağı tartışılıyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (DMÖ) verilerine göre dünyanın farklı yerlerinde yaklaşık 2 milyar insan su sıkıntısı çekiyor. Ve bu sorun önümüzdeki yıllarda daha da derinleşecek. Pek çok ülkede su kullanımına dair sınırlamalar başladı.
DMÖ'ye göre ortalama küresel sıcaklık artışı 1.5 dereceyi aşarsa, gezegenimiz için alarm zilleri çalmaya başlayacak. Biz karbon emisyonunu azaltamazsak sıcaklıklar artacak, emisyonların yaklaşık dörtte birini emen okyanuslar hem daha sıcak, hem de daha asitli hale gelecek. Asit okyanuslardaki doğal hayatın dengesini bozarken, buzullar daha hızlı eriyecek ve pek çok yeri su, deniz, okyanus basacak.
Bilim insanlarının hesaplarına göre, karbon emisyonları atmosferde artmaya devam ettikçe önümüzdeki yıllarda daha çok orman yangınına, daha çok kuraklığa, daha çok sele maruz kalacağız. Bazı araştırmalara göre, Akdeniz ülkelerinin önemli bir bölümü önümüzdeki 20-30 yıl içinde Afrikalılaşacak ve bu yeni normalimiz olacak.
Bastin ve diğerlerinin (2019)'da yayımladığı 'İklim değişikliğini küresel kent analogları analizi üzerinden anlamak' başlıklı makalesinde 2050 yılı itibarıyla dünyanın pek çok yerinde yeni bir iklimsel gerçeklikle karşı karşıya kalacağımız iddia ediliyor. Belli başlı 520 kenti eşleştirmek suretiyle bu kentlerin nasıl bir iklim değişikliğine maruz kalacaklarını hesaplayan yazarlar, önümüzdeki 28 yıl içinde -iyimser bir senaryoyla- büyük olasılıkla bu kentlerden yüzde 77'sinin başka bir kentin iklimine sahip olacağını belirtiyor.
Bu kentlerin yüzde 22'si ise, şimdiye kadar bilinmeyen, yani araştırmaya dahil olan 520 kentin hiçbirinde bulunmayan iklim koşullarına sahip olacak. Genel bir eğilim subtropikal (dönence altı) iklim koşullarına evriliyor olmamız. Bakalım bildiğimiz bazı kentlerde iklim nasıl olacak?
Söz konusu makalenin hesaplarına göre, 2050 yılında yıllık sıcaklık ortalamaları açısından Madrid Marakeş (Fas) gibi olacak, Valensiya Bangalor'a (Hindistan), Vatikan bizim Adana'ya, Londra Barcelona ve İstanbul'a (bu korkutucu gelişmeye bazı Londralılar sevinebilir), Ankara Taşkent'e, Bursa ve İzmir Adana'ya, Porto Alegre Kampala'ya (Uganda), buz gibi Boston ise Atlanta'ya benzer bir iklime sahip olacak.
Tabii bu da, bildiğimiz hayatların az çok devam ettiği, ama sadece 40 dereceye varan sıcaklıklardan, aşırı iklim olaylarından, sellerden, orman yangınlarından yakındığımız, yani sıcaklığın 1850-1990 referans aralığıyla karşılaştırıldığında 1.5 dereceden fazla artmadığı iyimser senaryo (2021 itibarıyla 1.1'deyiz). Kötümser senaryonun bileşenleri bildiğimiz, yaşayageldiğimiz hayatları baştan sonra tehdit ediyor, insanın tüylerini ürpertiyor. Bunları daha sonra irdeleyelim.
Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)'nin birkaç ay önce yayımlanan Altıncı Bilimsel Değerlendirme Raporu'na göre, her geçen yıl daha şiddetli sıcak dalgalarına daha sık ve daha uzun süreyle maruz kalacağız. Rapor, karada ve denizlerde yaşanan sıcak dalgalarının gezegenimizin insan eliyle ısınmasının doğrudan sonuçları olduğunu iddia ediyor.
Daha çok, sık ve şiddetli sıcak dalgası ise, daha çok yangın, daha çok kuraklık, daha çok sel, daha az ve pahalı gıda, daha da derinleşmiş enerji krizi demek.
Ve biz ve karar vericiler hâlâ olan bitene kayıtsısız. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in sık sık söylediği gibi bu bir çeşit 'kolektif intihar'. Eğer dönüştürücü politikaları ısrarla talep etmezsek, fosil yakıtların ve bunların sürekliliğini sağlayan güçlü lobilerin önüne geçemezsek, yerkürenin daha fazla ısınmasının da önüne geçemeyeceğiz ve iş işten geçmiş olacak.
Dönüştürücü politika, pek çok aktörün bir arada düşünüp eşgüdümlü hareket etmesini, sürdürülebilirliği toplumsal ve siyasi öncelik yapmayı gerektiriyor. İş, tabii ki bizden, bireyden başlıyor, ama bizde bitmiyor. Yani, plastik poşeti hayatımızdan çıkarıp fileyle organik pazara gitmek ve elektrikli araba kullanmak yetmiyor. Tükettiğimiz pek çok şeyin ne kadar fosil yakıtla üretildiğini de denetlememiz gerekiyor.
Bizden çok daha önemlisi, iş dünyası ve hükümetlerin önce iklimin önceliğine, sonra da dönüşümün elzem olduğuna inanması ve acilen bu doğrultuda ortak hareket zemini yaratması ve eyleme geçmesi gerekiyor. Muhalefetin ve sivil toplumun iktidar partilerinin iklim politikasının takipçisi olması, ilgili taahhütlerini didik didik sorgulaması gerekiyor.
Ve bütün bu aktörlerin söylemleriyle pratikleri arasındaki uçurumu yok etmeleri gerekiyor. Çünkü herkes koro halinde sürdürülebilirlikten bahsederken, pratikte iklim değişikliğini daha da körükleyecek her şeyi yapıyor.
Çok sıcak.. Eğer biz bir şey yapmaz ve yaptırmazsak daha da sıcak olacak. Ve artık çok geç olacak.
Işık Özel kimdir? Işık Özel Urfa'da doğdu, Balıkesir'de büyüdü. Liseyi İstanbul Atatürk Fen Lisesi'nde bitirdikten sonra ODTÜ'de Ekonomi okudu. İstanbul'da özel sektörde pazar araştırması alanında çalışırken akademik hayatı özlediğini fark etti ve üniversiteye döndü. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü'nde Ekonomi Tarihi yüksek lisansı yaptı. "Bir enkaz mı devraldık" sorusundan yola çıkarak, son dönem Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet ekonomisi üzerine çalıştı. Doktorasını Washington Üniversitesi'nde (Seattle) Siyaset Bilimi Bölümünde, doktora sonrası çalışmalarını ise Barcelona Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü'nde (IBEI) tamamladı. Uluslararası ekonomi politik ve karşılaştırmalı siyaset alanlarında uzmanlaştı. 2007-2017 yılları arasında Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Özel, farklı dönemlerde Hertie School of Governance (Berlin), Freie Universität Berlin, UNED (Madrid), Instituto de Empresa (Madrid), el Colegio de Mexico (COLMEX) ve CIDE (Mexico City)'de misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. İktisadi ve siyasal kurumların dönüşümleri, devlet-piyasa ve devlet-toplum ilişkileri, piyasa düzenlemelerinin ekonomi politiği, eğitim politikaları ve sosyal politikalar alanlarında çalışmalar yaptı. Bu alanlar bağlamında gelişmekte olan ülkeler (özellikle Latin Amerika ve Türkiye) ve Güney Avrupa ülkeleri üzerine (özellikle İspanya) kafa yormaya devam ediyor. Bu ve benzer konulara odaklanan makale ve kitap bölümlerinin yanı sıra, Routledge Yayınevinden çıkan ‘State-Business Alliances and Economic Development: Turkey, Mexico and North Africa' (2014) başlıklı bir kitabı var. Işık Özel 2017'den bu yana Madrid III. Carlos Üniversitesi'nde (uc3m) Siyaset Bilimi Doçenti ve aynı üniversite bünyesindeki Juan March Enstitüsü'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Aynı zamanda, bu üniversitede Sürdürülebilir Kalkınma ve Küresel Yönetişim Master Programının direktörlüğünü yürütüyor. 2020'den beri T24 Haftalık'ta yazıyor. |