Hıncal Uluç öldü. Çok eski ve çok iyi bir dostum, çok şeyler öğrendiğim ağabeyimdi. Ülkeye "PR- Public Relations / halk ile ilişkiler" olgusunu getiren Cüneyt Koryürek'in Ankara'daki Delta Ajans şirketinde beraber çalışıyorduk. İlk işyerimdi. Cüneyt Abi, Işıl, Tümer Argın, Hıncal, Ahmet ve ben. İşim "otomobilcilik" olmamak ile birlikte yine de en keyifle yaşadığım ve dünya hakkında bilgiler edindiğim yıllardı. Her güzel (veya çirkin, kötü!) şey bitiyor. Bitti, Hıncal da öldü; Deltacılardan sadece ben ve Tümer kaldık. Hıncal için iyi düşünenler kadar kötü düşünenler, sevmeyen de vardır. Ancak ülkeye farklı bir yazı tarzı, gazetecilik ötesinde "haber veya aktüalite" dışında bir şeyler getiren, belki de ilk gazeteci idi. Müzik, moda, dergicilik, gibi "aktüel, halka açık" konular da da yenilikler yaptı insanımıza çok şeyler öğretti. Yorumlarında genellikle negatif kritisizm bulurdunuz. Eski ekol "fıkra yazarları" böyle idi. Daha sonra "fıkralar" "köşe yazarı / columnlist - sütun yazarı" oldular. Artık tek konu değil, farklı konular yazılabiliyor, birkaç konu aynı "sütunda" bulunabiliyordu. Ancak kritisizm devam etti. Daha sonraları, bazı insanlar, gazeteciliği klasik çizgisinden çıkarıp çeşitli tariflerdeki "menfaat" için kullanmaya başladı. Yalnız bizde değil, benim bilebildiğim bazı ülkelerde de. Bizim ülkede bir şey yazarken "doğru mu eğri mi" olduğuna bakmayanlar var. Bir eski büyük gazetenin yöneticisi "TOGG'a muhalefet eden aptaldır" demeğe getiriyor mesela… Hani "Otomobil görse bomba diye karakola götürür!" derler ya o cins bir zat üstelik. Hıncal "hayata dair" bir adamdı. Dürüsttü. Onu şimdiden özledim… |
Dün Sanayi Bakanı Sayın Mustafa Varank TOGG otomobili ile ilgili konuşmasında, teknik ve detaylı bilgi vermek yerine CHP Kocaeli Milletvekili Sayın Tahsin Tarhan'ın konuşmasına cevap vermiş.
Ben Sayın Tarhan'ın konuşmalarında "Siz TOGG'u yapamazsınız" dediğini duymadım. "Bunu Türk mühendisleri yapmadı" diyor.
Sayın Varank otomobil endüstrisini bilmediği için "otomobil yapmanın" zor bir şey olduğunu sanıyor, şu andaki durumu bir başarı sanıyor… Çünkü aynı "otomobilden" bahsetmiyorlar. Sayın Bakan ABD, İngiltere vs. gibi gelişmiş Batı ülkelerinde lise öğrencilerinin arka bahçelerinde otomobil yaptığını bilmiyor.
Bu çerçevede, Türkiye'de yıllardır "yerli otomobil" yapılıyor. Sayın Bakan açsın kesenin ağzını, hepsi yarın seri üretilmeye başlar!.. Yazının içine, benim bildiğim "yerli otomobil" resimlerini koyuyorum. Bu otomobillerin bazıları 30 yıldır bu ülkede yapılıyor. Plakaları var, sahipleri var; yollarda geziyor. Türk mühendisleri yaptı, Türk stilistleri çizdi. Yani bence bunların hepsi çok çalışarak, terleyerek, yanlış yaparak, düzelterek, fedakârlıklar ile yapıldığı için sizin TOGG'dan daha değerli.
Bildiğim kadarı ile Sayın Tarhan yılların sanayicisi, "yerli otomobil"in ne olması gerektiğini anlatmaya gayret ediyor. Ancak, Bakan'ın (hükümetin) bütün bu "yerli ve milli" otomobili ele alış "gayesi" farklı.
Ben bu konuda yazmak için çok detaylı bir "rapor" hazırlığı içinde olduğum için TOGG Basın Sorumlusu, kadim dostum Hakan Özenen'den randevu bekliyorum. Bana fabrikayı gezdirecek; konuşacağız, sonra yazacağım. Herhalde gördüklerimden de samimiyet ile iftihar edeceğim.
Gelelim ana konumuza…
2012'den beri itiraz ettiğim, hatta AKP hükümetine (dinlenmeyen) bilgiler vermeğe çalıştığım bir konu var. 4+4+4 eğitim sistemi. Bu eğitim sistemini Milli Eğitim Bakanı olan Ömer Dinçer getirdi. Kendisi "Değişim Yönetimi ve Örgüt Geliştirme" uzmanı. Üniversite hocası. Eğitim konusunda ne bilir bilmiyorum. Sayın Tayyip Erdoğan'ın Belediye Başkanlığından beri beraberler. Ömer Bey "ilk eğitim" olgusunu ne kadar bilir? Nereden öğrenmiş? Bilmiyorum. O tarihlerde, değişikliğin "dini eğitime" ağırlık vermek için olduğu söylenmişti.
Sebep her ne ise; bu durum "endüstri hayatını bitirmekte"... Allah'tan bu sabah İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener Hanım "eski eğitim sistemini -5+3- geri getireceğiz" dedi.
Hafta başında Manisa Ayakkabıcılar Odası Başkanı TV'lere beyanat vermiş; "10 bin TL maaş veriyoruz, eleman bulamıyoruz" diyor. Başkan Ahmet Akçın ile size yazdıklarımı konuştum. "Sanki benim meslek hayatımı anlatıyorsunuz İskender Abi!" dedi. Kendisi ile daha çok ve detaylı konuşacağız. Anlattıklarım için mükemmel bir rol model.
Eleman; özellikle "çırak" Türk endüstrisinden yavaş yavaş çıkıyor. Sadece ayakkabıcılıkta değil; tüm "zanaatlar"da artık "zanaatkâr" bulunmuyor. Lugat manası "meslek sahibi" demek. Osmanlıcanın icat ettiği bir sözcük. Arapça zanaat (meslek) almışlar; arkasına Farsça "sahibi" manasına gelen "kâr" koymuşlar; olmuş sana "zanaatkâr".
Ahilik, XIII. yüzyılda Anadolu'da, Balkanlar'da, Kırım'da Türkler tarafından kurulan esnaf, sanatkâr ve üretici (sanayi) birlikleri ile bu birliklerin uyguladıkları ahlâkî, siyasî, iktisadî, felsefî duygu ve prensipler anlamına gelir. Kayserili bir deri ustası olan Ahi Evran'ın, M.S. 13. asırda Anadolu'nun Bizans'tan Türklerin eline geçmesinden sonra kurduğu bir "benzer zanaatlarda dayanışma ve eğitim" sistemidir. Muhtemelen çok önemli bir Bizans/Doğu Roma şehri olan Kayseri'de muadil bir sistem vardı. Ahi Evran, bunu adapte etti.
Ahiler iş başında yamak, çırak, kalfa, usta sistemi içerisinde uygulamalı olarak eğitim veriyorlardı. İçinde din eğitimi de olan tekke ve zaviyelerde okuma yazma, görgü kuralları, okçuluk, binicilik, kılıç eğitimi, tarım vs. de öğretilmekte idi. Eğitime 8,9 yaşında başlanıyordu.
Ahiler, kadınları da eğitmişlerdir. Ahi Evran Veli'nin karısı Fatma Bacı "Bacıyan-ı Rum" adlı bir cemiyet kurarak kadınları da eğitmiş ve meslek sahibi yaparak üretici konuma getirmiş. Bacıyan-ı Rum için dünyada ilk kadın sivil toplum örgütlenmesi denilebilir. (Rum; Romalı sözcüğünde geliyor; Anadolu'da yaşayan Bizanslılara deniyor idi.)
Cumhuriyet ile birlikte, Arap kültüründen (belki de kültürsüzlük denmesi gerekir!) kurtulmak için "Batılılaşma" başladı.
Ancak özellikle Atatürk'ten sonra bu olgu; bir uygulama/uyarlama yerine doğrudan taklit haline geldi. Dikkatinizi çekerim, Baş Öğretmenimiz Atatürk; "Milli Eğitim" demiştir. "Milli" denilen bir de savunma vardır. "Milli" sanayi, tarım, içişleri, ulaştırma, sağlık vs. bakanlıkları yoktur.
Atatürk "Beyaz Zambaklar Ülkesi" adlı kitabı Türkçeleştirmiş ve herkesin başucu kitabı olmasını tavsiye etmiştir. Bu kitap Finlandiya'nın eğitim ile kalkınmasını anlatır.
Atatürk'ün kurduğu "Türk Maarif Cemiyeti", sonradan Türk Eğitim Derneği'nin kurduğu ilk okul olan "Yenişehir Lisesi" sonradan Ankara Koleji olmuştur. Bu benim okulumdur. Allah'tan sadece adını değiştirebilmişler. Bütün baskılara rağmen bugün dahi Atatürkçü çizgisini koruyor.
Özellikle Demokrat Parti zamanında ABD'nin de desteği (!) ile kafalar iyice karıştı. Bizim lisenin kolej olması aynı tarihlere rastlar. Marşımızın bestesi bile ABD menşeilidir.
Türkler bir millet değil midir? O zaman eğitim konusu, tarihten gelen bin yıllık yaşam tarzımızın "rafine" edilmesi olmalı idi. Olmadı. Üstüne üstlük, 2012'de 4+4+4 denen, ne işe yaradığı bilinmeyen bir sistem getirdiler.
Şimdi ne olduğunu -haddimi açmamağa çalışarak- anlatayım. Anlatacağım, aslında pedagojik bir olgu. Hani şu "çocuk" psikolojisi bilimi. (Yazmadan önce Dr. Psikolog Defne Aruoba Akpınar'a danıştım!)
5 yıl ilkokul okuyup ilkokul diploması alan, şu veya bu sebep ile tahsile devam etmeyen çocuklar "yamak, çırak" verilir. Bir meslek öğrenir. Aklınıza hangi endüstri ya da sosyal hayata yönelik meslek varsa hepsinde bu böyledir. Ayakkabıcı, tamirci, berber, terzi vs. hepsi "ustadan öğrenilen" mesleklerdir.
Çocuk, ilkokul diploması almış çırak girmiştir. 11-12 yaşındadır. Daha ergen değildir. Ustadan birkaç fiske yemeyeyim diye çok dikkat eder; hatta çekinir, korkar. Öte yandan O yaşlarda müthiş bir öğrenme kapasitesi vardır. Çıraktır, kalfa olur, ve sonunda usta olur, ya dükkanı devralır, ya kendisi dükkan açar.
4+4 diploması alan çocuk; 14-15 yaşındadır. Hayatının en karışık yıllarını yaşamaktadır. Hormonları azmış, müthiş bir metamorfoz içindedir. Ergenleşmekte, adam olmaktadır. Bıyıkları çıkmakta, sesi kalınlaşmakta, geceleri ıslak rüyalar görmektedir.
Artık ustası, babası, ne bilir ki? Her şeyi o bilir… Ustası sesini yükseltse, elindeki aleti yere atıp ustaya da bir sinkaf çekip gider. Mahalle arkadaşları ile "takılmak" için sebep aramaktadır zaten.
Bu yazıyı bir "ilk yazı" olarak kabul edin. Daha derinlemesine inceleyip yazacağım.