Başbakan’ın, hoşuna gitmeyecek haberleri gazetede ya da televizyon kanalında sansürlemesi için Habertürk’e yerleştirdiği Fatih Saraç, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, Başbakan ve oğlu arasında geçen ses kayıtlarını dinleyip duruyoruz son bir haftadır.
Yeteri kadar güldük, eğlendik, şaşırdık, tartıştık.
Fakat öyle görünüyor ki hala yeteri kadar öfkelenemiyoruz, öfkelenmeyi beceremiyoruz.
Her şey eskisi gibi devam ediyor.
İlk kayıtlar kamuoyuna mal olduğu günden beri o gazete ve o televizyon kanalı aynı insanların yönetiminde yayınlarını sürdürüyor.
Hiçbir şey olmamış gibi “Gücü Özgürlüğünde” sloganıyla evlere girip sadece Başbakan’ın istediği haberleri, Başbakan’ın istediği şekilde insanlara ulaştırıyor.
Her ne kadar Fatih Altaylı tüm rahatlığıyla, “Bir baskı var ama önemli olan şu, ben bu baskıyı gazeteme ne kadar yansıttım” dese de anket manipülasyonu teklifini hevesle önerdiği konuşmalardan, o baskıyı gazetesine yansıtmak için nasıl yanıp tutuştuğunu anlamakta çok zorlanmıyoruz.
Dahası da var…
Ses kayıtlarının ayyuka çıktığı günlerden sonra şahit olduğumuz Habertürk’ün yeni marifetlerini de unutmayalım.
Habertürk TV’nin, ses kayıtlarında sık sık adı geçen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Salı günkü grup toplantısındaki konuşmaları sırasında söz “Alo Fatih hattına” geldiğinde yayını kesmesi…
Habertürk gazetesinin ertesi gün Devlet Bahçeli’nin grup konuşmasının sadece dershanelerle ilgili bölümüne birinci sayfasında yer vermesi ve iç sayfalarda ses kayıtlarından bahsetmesine rağmen artık utancından mıdır bilinmez Habertürk’le ilgili bölümleri cımbızlaması…
Aynı gün Başbakan’ın büyük bir özgüvenle itiraf ettiği “Alo Fatih hattı”yla ilgili bölümü iç sayfalarına yine kendi ismini çıkartarak gömmesi…
Bu tip örnekler Altaylı’nın, “Bu gazete istediklerini yapmamış ki telefonlar geliyor” “savunmasının” kurnazlığını ortaya çıkartmaya yeter sanırım.
Fakat yine de bu sansürleri, Başbakan’ın baskısından çok kendilerini korumak için yaptıklarını düşünebilirsiniz.
O zaman gelelim düne…
Dün gazetelerde sevgili Başbakanımızı rahatsız etmesi muhtemel çeşitli haberler vardı.
Bunların başında Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün yayınladığı 2014 Dünya Basın Özürlüğü raporu geliyordu.
Rapora göre Türkiye 180 ülke arasında 154. sırada.
Tam da basın özgürlüğünün yüksek sesle tartışıldığı günlerde sadece Birgün gazetesinin yaptığı gibi manşet olacak bir haber.
Tam da Başbakan’ın konuşulmasından hiç hoşlanmayacağı, “Bu ülkede basın özgürlüğü yok diyen vatan hainidir” dediğinde yüzüne çarpılacak bir haber.
İşte tam da bu nedenle örgütün raporuyla ilgili habere Habertürk gazetesinin dünkü sayısında sadece iç sayfalarda kısa haberlerin arasında rastlıyoruz.
Buna da şükür diyebilirsiniz…
O halde El Pais gazetesi muhabirinin, Başbakan’ın, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy’la ortak düzenlediği basın toplantısında sorularını beğenmediği gazeteciyi azarlamasını hayretler içinde dile getirdiği yazısının ya da Başbakan Erdoğan’la ilgili İspanyol basınında çıkan değerlendirmelerin Habertürk gazetesinde yer almamasına da çok şaşırmazsınız…
Veya CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun ses kayıtlarını Meclis’te dinlettiği “Sabah-atv havuzuyla” ilgili iş adamı Nihat Özdemir’in kayıtlara geçen “Evet 100 milyon dolar verdim” itirafının da Habertürk gazetesinde yer almamasını olağan karşılarsınız.
Düşünün bir iş adamı Başbakan’ın talimatıyla kurulduğu söylenen bir para havuzu için 100 milyon dolar verdiğini kabul ediyor fakat Habertürk böyle bir habere sayfalarında yer vermiyor.
Bu defa kendi ismi de geçmemesine rağmen neden bu haberi görmezden geliyor Habertürk?
Yolsuzluk ve rüşvet haberlerine soğuk bakan bir yayın anlayışı mı var?
Sanmıyorum. Öyle olsa aynı gün Urla villalarıyla ilgili iş adamı Latif Topbaş’ın Başbakan’ı aklamaya çalışan açıklamalarının da gazetede yer almaması beklenirdi fakat Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle söylersek, “arkadan kurmalı Fatih’ler” Başbakan’ın pek hoşlanacağı bu açıklamaları birinci sayfalarından gösterme şansını es geçmediler.
Bir de Kemal Kılıçdaroğlu’nun dinlettiği ses kayıtlarındaki Muammer Güler ve oğlu Barış Güler arasında geçen “üç beş kuruşluk trilyon” konuşması var.
Çarşamba günkü Habertürk gazetesinde ana muhalefet partisi liderinin dinlettiği kayıtlarla ilgili bir haber görmeyi umanlar gazetede Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısındaki konuşmasının diğer bölümleriyle ilgili bir özetin dışında bir şeyle karşılaşmadı.
Bunlar Fatih Altaylı’nın şanlı direnişinden kurtulmayı başaran tesadüfler mi?
İsterseniz öyle olduğunu düşünebilirsiniz ama o zaman “penguenler” diye yakınmanız da pek anlamlı olmaz.
Fatih Altaylı “konjonktür” gereği mi böyle bir adam oldu? Yoksa ezelden beri zaten malzeme bu muydu?
Askeri vesayetin en şaşalı dönemlerini, Altaylı’nın meslek ahlakının kökenlerini ve manüpülasyon alışkanlığının yıllar süren macerasının iniş ve çıkışlarını hatırladığımızda cevap Altaylı’nın her zaman bir alo kadar yakında olduğuna çıkıyor.
Karargâhlardan alınan yemek tarifi soslu ültimatomlar, Ahmet Kaya’ya edilen hakaretler, başörtülü kadınlara saydırılan küfürler Altaylı’nın kirli geçmişinden birkaç örnek.
Gezi olaylarını hatırlayın. Diğer kanallarla birlikte Başbakanı kızdırmamak için nasıl bir yayın politikası izlediğini unutmayın.
Başbakanı konuk edip kendi ailesine bile illallah dedirtecek sorularla nasıl eğilip büküldüğünü hatırlayın.
Peki sadece Habertürk ve Fatih Altaylı mı?
Hayır tabii ki. Diğerlerinin de çok farklı olmadığı ortada.
Abdülkadir Selvi ve “Dört bir taraf” programı arasındaki “çarpık ilişkiye” bakıldığında Doğan grubunun da sistemin dışında kalma çabalarına rağmen kolunu kaptırmaktan kurtulamadığını görüyoruz.
Programın ismi “Dört bir taraf” ama durup dururken bir de Başbakan’ın sesinin beşinci kişi olarak o programa eklenmesi size de biraz garip gelmiyor mu?
Başbakan’ın emrinde o kadar gazete ve tv kanalı varken neden illa CNN Türk’teki “Dört bir taraf” programı?
4 kişilik yere ittire ittire 5 kişi oturmaya çalışmak, her program bir tanesinin kadro dışı kalması Selvi’nin eşine az rastlanır tespitlerinden ya da saptamalarından mı kaynaklanıyor?
Belki de Nagehan Alçı’nın yeteri kadar etkili olamadığını düşüyorlardır bilemiyorum ama öyle ya da böyle Selvi’nin Başbakan’ı rahatsız edebilecek isimlerin yanına montajlanmasına izin verilmesi benim kafamı karıştırıyor.
Ana akım medyada buna benzer örnekler çoğalabilir.
Fakat biz bu rezaletlere sadece gülüp geçtiğimiz sürece pek bir şey değişmeyecek.
Zamansız ve gereksiz empatiler kurmayı bırakmadıkça basın da, biz de sadece onların istediği kadar özgür olabileceğiz.
Muhalif siyasetçiler hiçbir şey olmamış gibi Habertürk’e demeç vermeye, programlara katılmaya, sıradan insanlar ise “sadece onlar mı yapıyor sanki” diye yaşananları normalleştirmeye devam ettikçe ve siyasetçisiyle, gazetecisiyle, akademisyeniyle, sokaktaki vatandaşıyla bu toplum yaptıklarının bir bedeli olacağını bu ahlaksızlara göstermedikçe hiçbir şey değişmeyecek.
İsimler değişecek ama ahlaksızlık devam edecek.
Zaten “alo Fatih’lerin” ve onların yolundan korkmadan ilerleyenlerin en büyük güvencesi de bu unutkanlığımız ve umursamazlığımız, öyle değil mi?