Geçtiğimiz haftalarda hem ülke hem de dünya basınında Erdoğan’ın zihinsel hastalıkları epey konuşuldu… İç ve dış politikası, psikiyatristler tarafından anlaşılmaya çalışılan nadir ülkelerden biri olduk...
Siyasi analistler, yaşanan kanlı saçmalıkları açıklamakta yetersiz kalınca doktorlar devreye girdi…
Mitomani ve hubristen çok bahsedildi fakat kleptomani arada kaynadı…
Oysa diğer tüm hastalıkların kaynağı ve diğer tüm dertlerin arasında tedavisi en zor olanı kleptomani problemi…
Üstelik bu, iktidarın etrafına da bulaştırdığı amansız bir sorun…
THY genel müdürü olsam, “bulaşınca öldürüyor tabii” der geçerdim ama başımıza ne geldiyse, iktidarca çektikleri bu hastalık nedeniyle geldi aslında…
İktidarın etrafına toplanan niteliksiz azınlık daha rahat, daha çok çalsın diye ülkenin geldiği durum ortada…
Madenler çöküyor, köprüler yıkılıyor, insanlar sokaklarda dövülüyor, vuruluyor…
Ki o meşhur İstanbul depremi henüz kendisini göstermedi…
Allah korusun ama öyle bir felakette baş müteahhit ve diğerlerinin nasıl amansızca çaldıklarını büyük acılar çekerek öğreneceğiz…
Yine de medyada ve sosyal medyada, hastalıklar arasında en çok konuşulanı, en çok örneklendirileni mitomani oldu…
Fakat bu mitomani hastalığı üzerine aslında biraz daha düşünmek gerekiyor…
Yalan söylemeden duramamalarının sebebi acaba kleptomani gibi karşı koymakta zorlandıkları, hırslarına hakim olamadıkları bir durum mu yoksa ülkeyi uzun zamandır algı mühendisliği üzerine kurdukları stratejiyle yönetmeye kalkmalarının bir sonucu mu?
Mitomani kleptomaninin kılıfı mı?
Yani, acaba mitomani bilinçli şekilde seçilmiş bir hastalık mı?
Bu sorular önemli çünkü hastalıklardan kurtulmanın ilk adımı hepimizin bildiği gibi doğru teşhistir…
Doğru teşhis için de en başa dönmekte yarar var…
Erdoğan’ın, askeri vesayetle işini bitirdikten sonra demokratik reformlardan sapmaya başladığı dönemlerin, MİT üzerine yürütülen tartışmaların ve MİT’e tanınan ayrıcalıkların artmaya, MİT’in Erdoğan’a bağlı bir kurum haline gelmeye başladığı zamanlara denk gelmesi tesadüf değil bana kalırsa…
Hastalıkların, direksiyonda kendisinin olduğu bir istihbarat teşkilatını askeri vesayetin yerine koyup ülkeyi yönetebileceği sanrısına kapılmasıyla başladığını söyleyebiliriz…
Ve biliyorsunuz, istihbarat örgütlerinin en büyük oyunları da kalabalıkları manipüle etmek üzerine kuruludur…
Olmayan bir şeyi olmuş veya olmuş bir şeyi olmamış gibi göstererek toplumları istedikleri gibi şekillendirip, kitlelerin tepkilerini diledikleri şekilde yönlendirebilirler…
Bunun için de kuru sözlerin yanında ciddi bir medya desteğine ihtiyaçları vardır ki, “havuz projesi”nin amacı da zaten budur…
Oralara doldurdukları kiralık kalemlerle istedikleri gibi kandırabilirler insanları…
Havuzcular yalanları parlatır, över, çoğaltır ve yayar…
Boşuna AKP dönemine “muhaberat devleti” denmiyor… AKP, medyadaki adamlarının da yardımıyla siyaseti tamamen bir istihbarat operasyonuna çevirdi, gerçekleri bırakıp algılar üzerine çalışıyor, temelsiz suçlamalarda bulunuyor, yasasız suçlar icat ediyor, yalanlar üretip, aynı yalanları sürekli tekrarlıyor…
Burada manipüle etmek istedikleri hedef kitle kendilerine oy vermeyenler değil tabii…
Onlar, kendilerine oy veren “milli irade”yi uyutmaya çalışmanın peşindeler sadece…
“Her şey yolunda, her şey çok güzel… ‘Yeni Türkiye’ ileri demokrasini beşiği… Barış süreci harika… Evet, arada kötü şeyler oluyor ama bunun nedeni tabii ki biz değiliz… Kötü şeylerin nedeni ya dış mihraklar, ya iç mihraklar, ya öğle saatinde madende yenen yemekler, ya cumhuriyetin ilanından beri büyümemizi hazmedemeyen birileri, ya da fıtrat…”
Mitomani kleptomaninin ayrılmaz parçası olarak ortaya çıkıyor “vakamız”da.
Karşı koyamadıkları kleptomaniyi ancak mitomaniyle kamufle edebilecekleri karmaşık bir problemle karşı karşıya akılları… Tıpkı bu cümle gibi…
Yalancılığı tedavi etmek istiyorsanız önce hırsızlığı tedavi etmeniz gerekiyor…
Fakat kasalara, ayakkabı kutularına paraları dolduran böyle kârlı bir hastalığın tedavisine hasta razı olur mu?
Çalmayanlar madenlerde, inşaatlarda, sokaklarda sefalet içinde ölürken, “hastaların” böylesine insafsızca zenginleştiği “düzenin” kendisi hastalanmış artık…
Türkiye, Osmanlı’nın sön dönemindeki “hasta adam” gömleğini istekli bir şekilde sırtına yeniden giymiş…
“Allah şifa versin” deyip geçebileceğimiz bir durum da değil bu…
Çünkü bu hastalık “hastaları” zengin edip, ülkeyi öldürüyor…
O halde tekrarlamakta fayda var… Tedavi için teşhisi doğru koymak gerekir…
Teşhis: Bu iktidar hasta…
Tedavi: Beş vakit hukuk…
CHP nihayet, etrafa tuz dökmekten ya da oraya buraya siyah çelenk bırakmaktan daha akılda kalıcı, daha etkileyici, daha dikkat çekici bir iş yaptı ve “Kalemi Kırılan Gazeteciler” başlıklı bir rapor hazırlayıp, 12 yıllık AKP iktidarında basın özgürlüğünün ne hale geldiğini, benzer raporlar gibi somut bir şekilde ortaya koydu…
Rapor kitaplaştırıldı ve herkesin ulaşabileceği şekilde raflarda yerini aldı…
Fakat ne yazık ki kitabı elime alıp, etinden sütünden faydalanmak için bilgisayar başına oturduğumda, “Yahu CHP bir işi de doğru yap artık” demekten de kendimi alamadım…
Anlatayım…
Raporun sonunda yer alan, “Kalemi Kırılan Gazeteciler” listesinde, oraya nasıl girdiği hiç belli olmayan isimler var…
Bu, yapılan çalışmayı değersizleştirmiyor fakat raporu hazırlayanların titizliği konusunda oldukça makul şüpheler ve hayal kırıklıkları yaratıyor…
O isimlerden bahsetmeden önce kitabın başındaki, “Raporun kapsamı, yöntemi, amacı ve içeriği” başlıklı bölümün girişine bir göz atalım…
“Bu rapor, AKP hükümetleri dönemini oluşturan 2002-2014 yılları arasında, hükümetin (ekonomik, politik veya toplumsal) doğrudan ya da dolaylı etkisi, baskısı, yönlendirmesi ile işten atılan, ayrılmak zorunda bırakılan gazetecilerin, onların işten atılma süreçlerinin ve bugünkü durumlarının tespitini kapsamaktadır…”
“Gazetecilik faaliyetlerinin Başbakanın (dönemin başbakanından bahsediliyor) belirlemelerine ve izinlerine tabi kılındığı, gazeteci olmanın ise gerçeklerden değil güçten yana saf tutmak anlamına getirildiği ülkemizde, gazeteciliğin en temel işlevlerini yerine getiren basın emekçilerinin işsizlikle ‘terbiye edilmeye’ hatta ‘yok edilmeye’ çalışılması, ülkemizdeki demokrasinin ve demokratik süreçlerin işleyişinin geldiği vahim noktanın en açık göstergesidir…”
Şimdi…
Listedeki Melih Altınok, Alper Görmüş, Balçiçek İlter, Ahmet Taşgetiren, Nagehan Alçı, Oral Çalışlar gibi isimleri yukarıdaki cümlelerle ilişkilendirebilmek mümkün mü?
Bu isimler, AKP iktidarına muhalif oldukları için değil tam tersine Erdoğan’ın ve hükümetinin boylu boyunca önüne yattıkları için bağlı oldukları kurumlarla yollarını ayırmadılar mı?
Hatta şimdilerde, nerelerde ne yapmakta olduklarını bir hatırlarsak belki neden bu listede olduklarını anlamakta zorlandığımı daha iyi açıklayabilmiş olurum…
Melih Altınok şu an ne yapıyor?
Girişinde “uzun”un resminin bulunduğu Türkiye gazetesinde algı operasyonlarını devam ettirip, hükümetin sesi Kanal24’te programlar yapıyor… Hatırlayacağınız gibi kendisi Roboski katliamını çözmüş ve devletin 34 kişiyi öldürmesini AKP hükümetine yapılan bir komplo olduğunu belirtmişti… Fakat ne hikmetse ne hükümet ne de Altınok diğer “komplo”lar gibi bunu da açıklığa kavuşturma zahmetine girmemişlerdi…
Alper Görmüş?
O da, Taraf gazetesi iktidarın borazanı olmayı kabul etmeyince kendi isteğiyle ayrılıp önce Türkiye gazetesine gitti, ardından Al Jazeera Turk’e geçti…
Balçiçek İlter?
Gezi olayları sırasında ülkeyi iç savaşın eşiğine getiren Kabataş yalanına yaptığı katkılarla hatırlanıyor… Sonra ne tesadüf ki o da Türkiye gazetesine transfer oldu… Şimdi ise penguenlerin başı Habertürk’te program sahibi…
Ahmet Taşgetiren?
Bugün gazetesiyle yollarını ayırdıktan sonra havuz medyasının gözbebeği Star gazetesinde, “örgüt desene Mustafa”nın kanatları altında yoluna devam ediyor…
Oral Çalışlar?
Taraf’ın geçirdiği çalkantılı dönemde, gazeteye son darbeyi vurmak için uğraşan Çalışlar, eline yüzüne bulaştırdığı operasyon sonrası, garip gülümsemesiyle akil adam toplantılarından eksik olmuyor, altından kalkamadığı “Taraf görevi”ni, televizyon kanallarında “Taraf gazetesi bir projedir” gibi ne anlama geldiği belirsiz mırıldanmalarla tamamlamaya çalışıyor…
Nagehan Alçı?
Gülü tarife ne hacet…
Bu “gazetecilerin” kalemleri kırılmadı…
Bunlar parlak maaşlarla, televizyon programlarıyla “evcilleştirildiler.”
Faşizm saraylarının kapılarında muhafızlık yapıp, efendilerinin kızdıklarına saldırıyorlar…
Bunları o listeye alarak, listedeki diğer isimlere haksızlık yapmamalı CHP…
Unutmamalı ki, o listede namuslu çok gazetecinin ismi var…