Bir konuya fazla odaklandığım zaman yanlış anlaşılma riskim de artıyor. Bu sebepten önemli konuları tartışırken bu yanlış anlaşılma riskini de göze alarak yazmaya başlamak gerekiyor. Ancak geçen haftaki yazımıza gelen tepkilerden basit bir noktayı anlatmayı başaramadığım anlaşılıyor: Benim görüşüme göre (ki bunu tartışabiliriz, mutlak doğru olduğunu öne sürmüyorum, sadece benim doğrum olduğunu öne sürüyorum), insanlık olmadığı müddetçe dünyanın geri kalanının yaşayıp yaşamadığı fazla önemli değil. Buradan yapabileceğimiz temel çıkarım dünyada yaşayan diğer canlıların benim umurumda olmadığı, ki bu doğru değil. Demek istediğim sadece, insanlık mı kutup ayıları mı derseniz, ben hep insanı seçme taraftarıyım. İnsanın sağ kalmak için kutup ayılarını feda edebileceğine inanıyorum, hatta bu inancım sadece kutup ayıları ile de sınırlı değil. Ancak burada dikkat etmemiz gereken kelime “sağ kalmak”, bu konforlu yaşamayı, çevreye keyif için zarar vermeyi içermiyor. İnsanın sadece konforunu arttırmak için doğaya verdiği hiç bir zararı onaylamıyorum. Dolayısıyla insanlığın devamı söz konusu ise geri kalan her şey teferruattır. Benim gördüğüm kadarıyla insanların doğaya vermekte oldukları zarar insanlığın konforunu arttırmakla birlikte insanlığın devamının önündeki en büyük engeldir. Bu zararların en önemlisi de atmosfere saldığımız sera gazlarıdır. Bu gazların şu anda vermeye başladıkları ve bu şekilde devam edersek gelecekte dünyaya verecekleri zarar bundan birkaç yüzyıl içerisinde insanlık da dahil olmak üzere tüm yaşamın dünyadan silinebileceği boyuttadır. Dünya tarihi boyunca bir kaç meteor çarpması hariç hiç bir zaman böylesi hızlı bir değişiklikle karşı karşıya kalmadı. Eğer sera gazlarının miktarını azaltamazsak insanlığın sonu gelecek, konu bu kadar basit. Sera gazları temelde bizim tüketime dayalı yaşam tarzımızın bir sonucu olarak ortaya çıkıyorlar, dolayısıyla da nüfusumuz ne olursa olsun, daha az tüketmek ve tüketimimizi lüks olmayan ihtiyaçlarla sınırlamak zorundayız. Geçen yazımıza gelen temel itiraz esas sorunun nüfus artışı olduğu noktasında olduğu için o noktanın üzerine biraz daha eğilmek istiyorum: Dünya nüfusu tarih boyunca kabaca şu şekilde arttı: M.Ö. 10000 yaklaşık 4,000,000 M.Ö. 1000 yaklaşık 50,000,000 M.S. 1000 yaklaşık 300,000,000 M.S. 1500 yaklaşık 500,000,000 M.S. 1820 yaklaşık 1,000,000,000 M.S. 1900 yaklaşık 1,650,000,000 M.S. 1950 yaklaşık 2,500,000,000 M.S. 1980 yaklaşık 4,500,000,000 M.S. 2000 yaklaşık 6,100,000,000 Bugün yaklaşık 6,900,000,000Bu çılgın nüfus artışının durması gerektiği kesin. Biz istesek de istemesek de doğal koşullar insan nüfusuna yaklaşık 10,000,000,000 civarında bir kısıtlama getirecek, çünkü dünya daha fazla insanı besleyebilecek doğal kaynaklara sahip değil. Ancak bundan önce dikkat etmemiz gereken bir faktör var: 1990 yılındaki insan nüfusu 5,283,687,000 kişi ve bu nüfusun yılda atmosfere saldığı CO2 miktarı 22,51 milyar ton. 2008 yılında dünya nüfusu 6,681,112,000 kişiye yükseliyor (% 26,4 artış, beni çok şaşırttı bu denli büyük bir artış), salınan CO2 miktarı da 31,79 milyar tona (% 41,2 artış). Yani dünyanın nüfusunun artışının yanı sıra CO2 salımındaki artış bu nüfus artışının çok üzerinde. Kişi başına düşen salım 1990'da 4.260 tondan 2008'de 4,756 tona yükselmiş, yani kişi başına düşen salım %11,6 artmış. Üremekle kalsak iyi, bir de hem üreyip hem de kişi başına düşen tüketimimizi arttırıyoruz. Bu sebeple de eğer hepimiz daha az tüketecek olursak, CO2 salımındaki artışla kıyaslandığında nüfus artışı çok da önemli bir problem olmayabilir. Son olarak bir de Sayın Başbakanımızın açıklamasıyla gündeme gelen “üç çocuk yapmak” konusu var. Nüfus konusunu araştırırken ister istemez bu konuda sizlerle paylaşmak isteyeceğim bilgilere ulaştım. Öncelikle bugün için ülkemizdeki doğum oranı 2,1 ve bu oran nüfusumuzun her sene %1,272 artmasına neden oluyor. Şu andaki nüfusumuz 78 milyon olduğuna göre, bu şekilde devam edecek olursak 2050 yılında nüfusumuz 128 milyon olacak. Sayın Başbakan'ın dediğinin aksine doğum oranımız 2,1 iken bile nüfusumuz korkunç bir hızla artmaya devam ediyor, bir de bu sayının 3,0 olmasını düşünmek bile istemem. Neyse ki içiniz rahat olsun, Birleşmiş Milletlerin bu konudaki projeksiyonları Türkiye'deki doğum oranının 2050 yılında 1,85 civarına düşeceğini öngörüyor, bu da sanırım nüfusumuzun sağlıklı bir şekilde artması için yeterli. Bunun yanında tüketime bağlı olarak 1990 yılında kişi başı CO2 salımımız 2,48 tondan 2008 yılında %68 artarak 4,18 tona çıkmış. Yani sadece nüfusumuz artıyor değil, tüketimimiz nüfusumuza göre %68 daha hızlı artıyor. Sonuç olarak, hangi açıdan bakarsak bakalım, evet, nüfus artışı çok önemli bir sorun ve sürdürülebilir bir dünya için nüfus artışını durdurmanın ötesinde kontrollü bir şekilde azaltmalıyız, ancak eğer bu dünyada yaşamaya devam etmek istiyorsak sadece nüfusu kontrol etmek yetmez, daha az tüketen bir toplum olmalıyız. Daha az tüketmeye de bugün için en azından elimizdeki kaynakları verimli kullanmakla bile başlasak yeterlidir.