Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez.
ANAYASA Madde 42
625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası 18 Aralık 1965’te yürürlüğe girdi. Bu yasa ile özel yüksekokul kurulmasının önü açıldı. Sayıları ilk 3 yılda 12 iken 1969 yılına gelindiğinde 44’ü buldu. Yarıya yakını İstanbul’da olmak üzere, Ankara, İzmir, Adana ve Eskişehir’deki özel yüksekokullarda öğrenci sayısı 70 bine yaklaştı.
Özel yüksekokulların Anayasal bir hak olan öğrenim hakkı için büyük bir tehdit oluşturduğu, şark kafasıyla / kurnazlığıyla ayyuka çıkan yolsuzluklar, usulsüzlükler, haksızlıklar ve kayırmalar sonucu, birkaç yıl içinde belli oldu. Hemen refleks gösteren Devlet Cumhuriyet Senatosunda, Anayasanın ve yasaların kendisine verdiği yetkilerle Özel Yüksekokullar hakkında bir araştırma komisyonu kurdu. 6 Aralık 1967 tarihinde göreve başlayan Komisyon 24 Nisan 1968’de araştırmalarını tamamlayarak raporladı. Tarihsel bir belge olan bu raporda tek tek yüksekokullar araştırıldı ve yükseköğretim için tehlikenin boyutları ortaya kondu.
Açılan davalar, uzun yargılamalar sonunda konu (Dava No:1968/670) Danıştay Dava Daireler Kurulu tarafından Anayasa Mahkemesine taşındı.14 Mart 1969’da konuyu incelemek üzere gündemine alan Anayasa Mahkemesi 1971 yılında özel yüksekokulların kapatılmasına karar verdi. Ardından 1971 yılında çıkarılan 1472 Sayılı Yasa ile kapatılan 44 yüksekokulun çoğu akademilere, bir kısmı da üniversitelere bağlandı. Böylece öğrenciler hak kaybına uğramadan öğrenimlerini sürdürdü.
İşte bu nedenlerle, özel yüksekokul fiyaskosunu yaşayan devlet, vakıf üniversitelerinin kurulmasına karar verirken yasa ve yönetmelikleri sağlam tuttu.
Üniversiteler (Anayasa Madde 130) çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimlerine uygun insan gücü yetiştirmek, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliği ve bilimsel özerkliği olacak şekilde devlet tarafından ve yasayla kurulur. Yasada gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak koşulu ile devletin gözetim ve denetiminde vakıflar tarafından da üniversite kurulabilir. Üniversitelerin ve akademisyenlerin serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayın yapma özgürlüğü anayasal güvence altındadır.
Anayasanın bu maddesinin öngördüğü bütün düzenlemeler 6/11/1981 tarihli ve 17506 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasası ile belirlenmiştir. Bu yasaya göre Vakıf üniversiteleri Yüksek Öğretim Kurulunun (YÖK) denetim ve gözetimine tabidir. Vakıf tüzel kişiliğinin sona ermesi ya da durdurulması, beklenen öğretim kalitesinin sağlanamaması gibi gerekli görülen hallerde YÖK, vesayeti uygun bir devlet üniversitesine (garantöre) verme yetkisine sahiptir. 2547 sayılı yasa özlük hakları, disiplin ve benzeri yükümlülükler ve sorumluluklar için Resmî Gazetenin 23/07/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Yasasını referans göstermiştir.
Yasa koyucu, vakıf üniversitesi kurmak için ana hedefi "çıtanın devlet üniversitelerinin üzerinde olması" olarak, belirlemiş ve hukuksal alt yapıyı bu doğrultuda oluşturmuştur.
Vakıf Üniversitelerinin işleyişleri 31/12/2005 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Yönetmeliğin 23. Maddesi, öğretim elemanlarının seçimi, değerlendirmesi, ataması ve çalışma esaslarının, aynen devlet üniversitelerinde olduğu gibi, 2547 sayılı YÖK yasasıyla belirleneceğini söyler. Maddenin 2. Fıkrasında yer alan "Bu personelin aylık ve diğer özlük hakları bakımından ise 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır" cümlesinin "diğer özlük hakları bakımından" kısmı Danıştay tarafından iptal edilmiştir (Danıştay 8. Dairesi, Karar No 2011/2451). Bu karar, zorlu ve uzun yargılamalar sonucu verilebilmiştir. İdare ve İş Mahkemelerinde açılan, kazanılan / kaybedilen onlarca dava sonucu konu iki taraftan da Yüksek Yargıya taşınmış, Danıştay ve Yargıtay’ın yetki anlaşmazlığına düşmesi sonucu bu iki mahkemenin ortak üyeleriyle oluşan, son ve kesin karar merci olan Uyuşmazlık Mahkemesi devreye girmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi 2012 yılında oybirliği ile ve kesin olarak yetkinin idare mahkemelerinde olduğuna karar vermiştir (Uyuşmazlık Mahkemesi, Esas No:2012/189 Karar No: 2012/234). Bu karar, tüm üniversiteleri, tüm akademisyenleri, gençlerimizin / ülkenin geleceğini ilgilendiren, ümitlendiren son 40 yılın birinci önemli ilk tarihsel kararıdır.
Yargının tarihsel kararlarına son örnek, salgın nedeniyle bazı vakıf üniversitelerinde akademisyenlerin ücretsiz izine çıkarılmasıyla ilgili. İstanbul Okan Üniversitesi 11 Mayıs 2020 tarihli bir karar ile beni ve 162 akademisyeni ücretsiz izine çıkardı. Bunun üzerine önce yönetimi "Bu işleminiz hukuksuzdur" diye uyardım. Sonuç alamayınca "Akademisyenler ücretsiz izne çıkarılamaz" diyerek 15 Haziran 2020 tarihinde İstanbul 8. İdare Mahkemesinde dava açtım. Mahkeme 16 Haziran 2021 tarihinde davayı reddetti. Karara 23 Ağustos 2021 tarihinde bir üst mahkeme olan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdare Dava Dairesinde itiraz ettim. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdare Dava Dairesi 27 Ocak 2022 tarihinde oybirliği ile kesin olarak hem 8. İdare Mahkemesinin kararını kaldırıldı hem de İstanbul Okan üniversitesinin ücretsiz izin işlemini iptal etti. Bu karar, tüm üniversiteleri, tüm akademisyenleri, gençlerimizin / ülkenin geleceğini ilgilendiren, ümitlendiren son 40 yılın ikinci önemli ilk tarihsel kararıdır.
Vakıf üniversiteleri toplumundur ve kamu hizmeti görür. Devlet-vakıf tüm üniversiteler ülkenin geleceği olan gençleri yetiştirir, onları meslek sahibi yapar, bilimsel araştırma ve teknoloji geliştirme çalışmalarının merkezi olur, topluma yön verir, ürettikleriyle yaşamı kolaylaştırır / değiştirir.
İlk vakıf üniversitesi, 12.12.1984 tarihinde YÖK kararı (84,1136,84,1156,84,1158 Sayılı Kararlar) ile kurulan Bilkent’tir. Ardından 1993 yılında Koç, 1994 yılında Sabancı, Başkent ve Bilgi, 1996’da Atılım, Işık ve Yeditepe kurulmuştur. 2000 yılına dek 20’ye yakın vakıf üniversitesi kurulmuşken bugün bu sayı 78’e yükselmiştir.
Varlıklı biri, bir iş insanı, bir topluluk vakıf üniversitesi kurmak için yasal yükümlülükleri yerine getirip YÖK’e başvurabilir ve "Bu ülkede, bu toplumdan kazandıklarımın bir kısmını yine bu ülkeye ve bu topluma vermek istiyorum" diyebilir. Bu başvuru incelenir, onaylanır ve bir mütevelli heyeti oluşturulur. Mali işleyiş bu mütevelli heyetince akademik işleyiş ise akademik birimlerce sağlanır. Resmî Gazetede kuruluşu yayımlandıktan sonra artık bu üniversite toplumundur, YÖK’e bağlıdır ve Devlet denetimindedir. Şahıs malı olmadığı gibi bir patrona ait işyeri de değildir. Artık kurucusuna ve mütevelli heyetine emanet edilmiş bir kamu değeridir.
Bugün, yasa ve yönetmeliklere uygun biçimde işleyen kurumlar olarak sayılabilecek vakıf üniversiteleri sayısı ne yazık ki çok azdır. İlk vakıf üniversitesinin kuruluşundan bu yana 40 yıla yakın bir süre geçmesine karşın vakıf üniversitelerinin akademik durumları içler acısıdır. Bir iki istisna dışında hemen hiçbir vakıf üniversitesi uluslararası tanınırlık, bilimsel özerklik, ülke sorunlarının çözümünde proje üretme, alanında uzman insan yetiştirme, vs. konularında beklenen düzeyde bir üniversite profiline ulaşamamıştır. Üstüne üstlük, yasaları hiçe sayan keyfi uygulamalar, usulsüzlükler hatta yolsuzluklar hem YÖK hem de TBMM raporlarına girmiş, Cumhurbaşkanı bile "bunlar kazanç odaklı çalışıyor" diyerek genel bir uyarı yapma gereği duymuştur. YÖK’ün son Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2019 raporunda "akademik kalite ve bilimsel araştırma yetersizliklerine, araştırmaya hiç bütçe ayırmazken reklamlara kütüphanelerinden 6 kat fazla bütçe ayırmış olmalarına" vurgu yapılmıştır. Sadece son iki yılda YÖK, Vakıf Üniversitelerine yaklaşık 500 uyarma ve düzeltme yaptırımı uygulamıştır. Bu uyarıların ve yaptırımların yeterli olmadığını gören YÖK, yeni kurallar koymak ve yönetmelik değişiklikleri yapmak zorunda kalmıştır.
Ne acıdır ki, YÖK 2019 Vakıf Üniversiteleri raporunun girişinde Vakfetmenin anlamını açıklamak zorunda kalmış, vakıf üniversitelerini "şirketlerinize kaynak aktarmayın" diye de uyarmak zorunda kalmıştır.
Cumhurbaşkanının uyarıları ve 11. Kalkınma Programı doğrultusunda YÖK Genel Kurulu 10 Ekim 2019’da vakıf üniversitelerinin bütçelerinin belirlenen bir kısmını ARGE için ayırması, öğretim üyesi yetiştirmesi ve reklamlara / tanıtımlara kütüphanelerden fazla bütçe ayırmaması hususlarında karar almıştır.
TBMM, Resmî Gazetenin 17/04/2020 tarihli ve 31102 Sayılı nüshasında yayımlanan 7243 Sayılı Yasa ile 2547 Sayılı YÖK Yasasında yapılan son değişiklik ile Araştırma Görevlileri dahil vakıf üniversiteleri öğretim üyelerinin maaşları devlet üniversitesinde eşdeğerlerinin maaşlarından düşük olamayacağına ve vakıf üniversiteleri akademisyenlerine de Yeşil Pasaport hakkı tanınmasına karar vermiştir.
Yüzlerce uyuşmazlık nedeniyle açılan davalarda Yüksek Yargı (Danıştay ve Yargıtay) defalarca vakıf üniversitelerinin yasayla kurulan, kamu hizmeti veren, bilimsel özerkliğe sahip kamu tüzel kişilikleri olduğunu, kâr amacı güdemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
Özetle, Yasama, Yürütme, Yargı vakıf üniversitelerinin gelişimi, saygınlığı ve vakıf üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerin özlük haklarının korunması için elinden geleni yapmaktadır. Sorun, vakıf üniversitelerini ticari bir işletme, kendisini patron / işveren, akademisyeni işçi görme anlayışından kaynaklanmaktadır.
Bir inşaatçının, tekstilcinin, turizmcinin, bir holding sahibinin, ülkemizin çarpık ve vahşi kapitalist sistemi içinde yılların işveren alışkanlıklarından sıyrılıp "vakıf" ve "üniversite" kavramlarını kolayca anlaması, kendisine verilen mütevelli heyeti başkanı gibi prestijli ama bir o kadar da tarihsel sorumluluk yükleyen bir unvanı hemen özümseyebilmesi beklenmeyebilir. Ancak bir rektörün, dekanın ya da akademik birimlerin üniversite kavramlarından bu denli uzak olup patron savunuculuğuna soyunmaları ne yazık ki son derece düşündürücüdür.
Günümüzde üniversite evrensel, yani din, dil, ırk, cinsiyet, yöre, kültür farkı gözetmeyen bir kurum olarak meslek öğreten, bu nedenle yetki ve diploma veren, her türlü düşüncenin serbestçe dillendirilebildiği, akademik anlamda özgür ve bağımsız, mali ve yönetsel anlamda özerk, aynı zamanda araştırma ve geliştirme yapılan, topluma teknik, sosyal, ekonomik, hukuksal, politik ve benzeri alanlarda danışmanlık veren, önderlik eden kuruluştur.
Vakıf üniversitelerinde kalite bir türlü istenen uluslararası düzeye çıkamamıştır. Ezici bir çoğunluğu ise kuruluşundan günümüze kaliteyi dert bile edinmemiştir. Kaliteyi cidden hedefleyen birkaç vakıf üniversitesinde ise mutlak bir gerileme gözlenmektedir. Bilkent, Koç ve Sabancı gibi güzide vakıf üniversitelerimiz birkaç yıl öncesine dek dünyada ilk 500 hatta ilk 200-300 üniversite içinde yer alırken bu yılki sıralamalarda ancak 501 – 800 bandında yer bulabilmiştir.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, üniversitelerin kâr amaçlı işletmeler olmasını istediklerini gizlemeden üniversiteyi işyeri, akademisyeni işçi, öğrenciyi müşteri gören bazı vakıf üniversitesi mütevelli heyetleri sık sık bir araya gelip, Türkiye özel üniversiteler fiyaskosunu yaşamamış gibi, Özel Üniversite Kanunu çıkarmak için çabalarını aralıksız sürdürmekteler.
Ülkenin geleceği olan bu kurumlar, devlet olsun vakıf olsun tüm üniversiteler, akıllarını başlarına almak zorunda. Toplumsal refaha, huzura ve mutluluğa giden yolda eğitim ve kaliteli üniversite tek çıkış yolumuz. Liyakatli kadrolarla vicdanlı, çağdaş, aydınlık bireyler yetiştirmekten başka yol yok!