Bundan tam bir yıl önce 19 yaşındaki Özgecan Aslan Mersin'in Tarsus ilçesinde tecavüz girişimine direndiği için bir minibüste öldürüldü. Yanmış bedeni cinayetten 2 gün sonra bulundu. Özgecan’ın gülen yüzü, 19 yaşı annesinin feryadı, babasının gözyaşı hepimizin kalbine, beynine mıh gibi çakıldı. Cinayet ve tecavüz girişimi tüm ülkede protesto edildi, eylemler yapıldı.
Peki ne değişti? Aradan bir yıl geçti… Tam bir yıl… Ve bu bir yılda yüzlerce kadın öldürüldü, binlerce kadın şiddete uğradı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun, 2015 yılı kadın cinayetleri raporuna göre 2015 yılında 303 kadın öldürüldü. 2015 yılının Aralık ayında öldürülen kadın sayısı 32. Yani her güne bir kadın cinayetinin düştüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Biz kadınlar her yeni güne bu şiddetin bize hiç de uzak olmadığını bilerek başlıyoruz. Yaşamayı böyle öğreniyoruz. Ölümün ve şiddetin nefesi her an ensemizde bizim. Öğrenerek büyüyor, öğrenerek yaşlanıyor ve ölüyoruz…
Şen şakrak hatta biraz da şımarık bir çocuktum mesela. Bir insanla iletişim kurmam için beş dakika yeterliydi. Tanımadığım insanlarla konuşmamam hele ki onlardan bir şey almam gerektiğini annem bin defa tembihlemişti. Dedem yaşında bir adam göğüslerimi ellediğinde anladım annemin ne demek istediğini. Tanımadığım insanlarla konuşmamayı, yanlarına oturmamayı ve onlara gülümsememeyi öğrendim. Ve bir daha asla çocukluğumdaki kadar güzel gülemedim…
Biz kadınlar öğrendik…
Erkek çocukları gibi sokaklarda oynayamayacağımızı eteğimiz kaldıran bizden yaşca büyük ağabeylerimiz sayesinde öğrendik.
Kimsenin kucağına oturmamamız gerektiği bazen yakın bir ‘erkek’ akrabamız sayesinde.
Babamız sayesinde eve erken gelmezsek ‘kötü kız' olacağımızı.
Yanımızda bir erkekle mahalleye geldiğimizde ‘adımızın çıkacağını’ komşularımız sayesinde öğrendik.
Erkek arkadaşımız sayesinde etek boyumuza ‘dikkat’ etmemiz gerektiğini.
Bir arkadaşımız tarafından tacize uğradığımızı anlattığımız bir diğer arkadaşımızdan bizim de ‘fazla’ samimi davrandığımız için ‘hak’ etmiş olabileceğimizi öğrendik.
Polis sayesinde şiddete uğrasak bile ailemiz ‘dağılmasın’ diye evimize, kocamıza geri dönmemiz gerektiğini…
Gazeteler ve televizyonlar sayesinde tacizciyi tecavüzcünün çok da suçu olmadığını bizim ‘tahrik’ ettiğimizi, çeşitli insanlarla görüştüğümüz için masum olmayabileceğimizi öğrendik.
Mahkemeler sayesinde tacize tecavüze uğradığımızda mutlaka bizim bir ‘kusurumuz’ olacağı için saldırganın ceza indirimi alacağını bizim de ‘rızamız’ olduğunu öğrendik.
Özgecan Aslan bundan tam bir yıl önce öldürüldü. Milyonlar isyan etti. Protesto eylemleri düzenledi. Peki ne değişti? Hangi biri değişti?
Etek boyumuza karışan sevgilimiz değişti mi mesela? Gece hava karardığında sokakta olduğumuz için bağıran babamız değişti mi? Gece vakti bizi sokakta gören erkeklerin bakışları mı? Tacize, tecavüze uğrayan kadınların davalarının görüldüğü mahkeme kararları değişti mi? Bizi bir erkekle gören komşularımızın ‘manalı’ bakışları? Sokakların kadınlar için tekinsiz olduğunu ve sokaklarda olmamız gerektiğini düşünen anlayış değişti mi? Tacize tecavüze uğrayan kadınların yakınları onları ayıplamak yerine sarıp sarmalamaya mı başladı? Etek boyumuza, kahkahamıza, işimize, çocuk sayımıza karışan iktidar anlayışı değişti mi? Hangi saatte nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı, nereden geldiğimizi soran sorgulayan, tacize tecavüze ‘acaba’ diyen kafa değişti mi?
HAYIR…
Kim öldürüyor? Erkekler, mahkemeler, arkadaşlar, gazeteler, televizyonlar, komşular…
Minibüste kim vardı?
Hepiniz…