Gazeteci, kadim dostum Hakan Aygün tutuklandı. Şunu baştan söyleyeyim, IBAN’lı tweet'in savunulacak tarafı yok.
Eee ne yapmak lazım?
Kınarsın, protesto edersin, sert dille yanıt verirsin, Twitter'ından siler bir daha izlemezsin. Demokratik ülkelerde izlenen yöntem budur.
Biz de kafadan tutuklama.
Genel kanı şu; Hakan’ın yaptığı doğru değildi ama ona yapılan muamele de hukuk devletiyle uyuşmuyor. Korkutmak, sindirmek amacını taşıyor.
Tutuklama tedbir ise Hakan’ı tutuklayan hakim neyin tedbirini aldı? Bir daha tweet atmasını önlemek için mi tutukladı?
Yeri gelmişken Ayşenur Arslan’ı kutluyorum. Hakan’la arası kötüydü. Davalık oldular. Hakan onun için söylemediği söz bırakmadı. Hakarete vardırdı.
Ama Ayşenur Arslan dün Halk TV’de bunu yok sayarak, Hakan’ın kişisel husumetini unutarak onun için öyle güzel, öyle anlamlı yayın yaptı ki, izlemeye değerdi.
Kavgalı bile olsam yanlışa karşı çıkarım hukuku savunurum mesajı verdi.
Örnek davranış sergiledi. Gazeteci olmak, aydın olmak, ilkeli olmak işte budur.
Hakan (dilerim en kısa sürede yargı bu yanlıştan döner) hapisten çıkınca ilk teşekkür edeceği kişi Ayşenur’dur.
Şu muhabbet çok döner: "Taşı tarağı toplayıp bu kentten gideceğim abi. Al benden de o kadar, çocuklar büyüsün bir gün kalmam."
Büyük kentlerde yaşayanların çoğu bu hayalle yaşar. Hele hele İstanbul’un trafiğinden bunalanlar, kaçıp gitmek için fırsat kollar.
Fırsatını bulan kaçar; Ayvalık’tan Kaş’a uzanan uzun sahil şeridi çekicidir. Kimi yaşam tarzına göre, kimi bütçesine göre mümkünse bahçe içinde bir eve yerleşmenin planını yapar.
Son yıllarda güney sahillerine gidip yerleşenlerin sayısı arttı. Çoğu yer yazlıkçı olmaktan çıktı yazlık/kışlık oldu.
Başı Bodrum çekiyor. Urla da, Çeşme de, Marmaris de, Kaş da iç göçten payını aldı.
Kışın "İn cin top oynuyor" denilen yerler artık öyle değil; cıvıl cıvıl.
Çünkü yaşaması rahat, sebzesi bol, havası temiz, denizi çekici.
Yazın izdiham!
Temmuz/ağustos aylarının haberleri klasiktir. Gazete ve televizyonlar Çeşme doldu, taştı, Bodrum’un nüfusu 5 milyonu aştı, Marmaris artık yükü kaldıramıyor, otellerde doluluk oranı yüzde 90’ı buldu haberlerinden geçilmez.
Hayranlık duyulan, tatil için seçilen bu yerlerin foyası çıktı. Bir virüs bütün havalarını sildi attı. Boyalarını döktü.
Nasıl mı?
Virüs nedeniyle, evi olan binlerce kişi sahil yörelerine hücum etti. Belli ki amaçları karantina günlerini daha ılıman bir iklimde, evlerinin bahçesinde geçirmekti.
Hayranlık duyulan ilçelerin belediye başkanlarından peş peşe çağrılar geldi:
"Gelmeyin, gelirseniz burada size bakacak, yeteri kadar doktor da yok, yatak da yok yoğun bakım ünitesi de yok."
Kısaca sağlık hizmeti veremeyiz dediler.
Yazın tıklım tıklım olan ilçelerin durumu bu. Ağırladıkları nüfusa sağlık hizmeti verecek yapı düşünülmemiş. Planlanmamış.
Bugünler geçecek. Sahil kentlerine yerleşen insanların da, her tatilde bu yörelere koşa koşa gidenlerin de kaygısı bitmeyecek.
Veya su soru hep sorulacak?
Başımıza bir şey gelirse, sağlığımız bozulursa ne yaparız!
Koronavirüs’ten sonra çok şey değişecek diyorlar ya, bu ilçeler de değişecek. Sağlık ön plana çıkacak. İnsanlar seçimini sadece doğaya değil, sağlık hizmetinin durumuna bakarak da karar verecek.