Hazal Kaya'nın "fiziksel özellikleri yüzünden psikolojik baskıya uğradığını" biliyor muydunuz?
Ben bilmiyordum.
Haberin başlığı "bedenimle ilişkim bozuldu" idi.
Bunu okuyunca zihnimde alarm zilleri çalmaya başladı.
Çünkü benim de "bedenimle ilişkim" bu aralar biraz bozuk.
Aslına bakarsanız ikimiz gül gibi geçiniyorduk, yani bedenimle ben.
Dağılıp her biri bir yere gitmesin diye topluca bir arada tutmaya çalıştığım "six pack"im, onları içine yerleştirdiğim yerde rahat durmuyorlardı ama ben de hayatımdan memnundum, bedenim de.
Yılbaşına doğru ve o gece hem kendimi hem de bedenimi son derece mutlu edecek bir süreçten geçtim; yani durmadan yedim, içtim.
Dediğim gibi ikimiz de çok mutluyduk.
Sonra o malum şahıs, "six pack"imi içinde topladığım o torbanın, "şişkinlik" olmadığını iddia etti; yüzüme karşı dümdük "bunun adı göbek" dedi.
Her zaman söylemişimdir, aklı başında bir erkek, bir kadın ile tartışmaya girmekten kaçınmalıdır.
Tartışacak da ne elde edeceksiniz?
"İsyankâr bir boyun eğiş içinde" ayurvedik bir rejime başladım, bedenim de artık ona istediği şeyleri vermediğim için haliyle bana küstü; ilişkimiz bozuldu.
"İsyankâr boyun eğiş" nasıl oluyor diye merak etmiş olabilirsiniz.
Bu, aslına bakarsanız hiçbir anlama gelmiyor.
Sadece insanın mağlubiyetini içselleştirmesini kolaylaştıran bir kavram gibi görebilirsiniz.
Yenildik ama ezilmedik gibi!
Her neyse, Hazal Kaya'yı tanıyor olmalısınız.
Birçok filmde, dizide oynamış, başarılı bir oyuncu, kime sorsanız "güzel" diye tanımlanacak genç bir kadın.
Gazeteci Hakan Gence'nin olay yerinden bildirdiğine göre Hazal Kaya, "sosyal medyada kadın oyunculara fiziksel özellikleri nedeniyle baskı yapıldığını" anlatıyor.
Kendisinin de bu baskının mağduru olduğunu söylüyor. "Zaman zaman şok diyetler yaptım, bedenimle ilişkim bozuldu" diyor.
Böyle bir cins insan türedi, bunu biliyorsunuz.
Bütün gün sosyal medyada dolanıp, ona buna hakaretler yağdırmayı marifet sanan bir kitle.
Trolleri kastetmiyorum, karakter konusunda sorunları olmakla birlikte onların mesleği bu.
Zaten iyi karakterli olsalardı niye "trol" mesleğine girsinler?
Bunlar trol değil, bildiğiniz benim gibi sıradan, ortalama insanlar.
Aynı vatanı paylaşıyoruz, aynı şarkılarla duygulanıyoruz, voleybolcu kızlar kazanınca hep birlikte seviniyoruz ama sosyal medyaya girdiklerinde bir vampire dönüşüyorlar.
Köpek dişleri, içleri kir dolu tırnakları uzuyor ve başlıyorlar saydırmaya.
En büyük hedefleri de ünlü kadınlar.
Ne elbiselerini beğeniyorlar ne kilolarını.
Gözlerini çipil, kulaklarını yelken buldukları kadınları güzellik yarışmasına soksak hepsi ilk 4'e girer.
Bir tuhaf ruh durumu.
Mesela Arka Sokaklar dizisinde oynayan Ela Yörüklü, Best Model Yarışması'nda Türkiye ikincisi olmuş, onu bile beğenmeyenler var.
Ama kendisi de kabul etsin, sosyal medyadaki tacizler konusunda biraz naif bir tutum içinde.
"Kötü yorumları süzgeçten geçirerek kendime artı katabileceğim şekilde değerlendiriyorum" diyor.
Dileği ise şu: Sosyal medyada sevgi dili görebilmek!
Ne yazık ki Ela Hanım'a acı bir haber vereceğim, bu dileğinin yerine gelmesi işin tabiatı nedeniyle mümkün değil.
Normal olarak insanların sosyal medyada paylaştıkları fotoğrafları, kendilerini iyi, hoş, güzel, yakışıklı filan buldukları fotoğraflar.
Fotoğrafların altında da bildiğiniz işaretler var: Kalp, konuşma balonu, "DM'den yürü" gibi.
Fotoğrafı beğenmiyorsan geç, git.
Beğeniyorsan iki tık, bir kalp oluyor.
Fotoğrafları çok çirkin buluyorsan da takip etme, bakma.
Mesela geçen gün Hazal Kaya yeni filmi ile ilgili bir paylaşım yapmış, çoğu insan beğenmiş.
İlle sivrilik yapacak bir tip itiraz ediyor: "Bilmem kim varsa bu filmden bir şey olmaz. Bıktık aynı yüzlerden."
İyi de kardeşim senden ne oldu ki, sen bu filmden bir şey olmaz diyorsun.
Bıktıysan seyretme, zorla mı izletecekler filmi?
İngiltere'de Demos'un, Twitter kullanıcıları arasında yaptığı araştırma, kadınlara yönelik hakaret mesajlarını atanların yarısının kadınlar olduğunu ortaya koyuyor.
Yani hiçbir alanda olmayan kadın – erkek eşitliği bu konuda yakalanmış ama bravo diyemeyeceğim!
Araştırmayı yürüten Alex Krasodomski – Jones, sosyal medyada hakarete maruz kalmanın kadınlar açısından travmatik sonuçları olduğunu söylüyor.
"Bu tür verileri araştırmacılarla paylaşmakta cömert davranan Twitter'a odaklansak da kadın düşmanlığının tüm sosyal medya platformlarında yaygın olduğunu vurgulamak önemli" diyor. "Araştırmalarının internetteyken, internet dışı hayattaki kadar iyi insanlar olmadığımızı çarpıcı bir şekilde ortaya koyduğunu" da söylüyor.
Evet, maalesef böyle insanlar var ve sayıları küçümsenecek gibi değil.
Kucağında bir bebekle gördüğünüz eğitimli bir genç kadın, sosyal medyada hakaret yağdıran bir canavar çıkabiliyor.
Ağzından kötü söz duymadığınız bir aile babası, eline cep telefonunu aldığında sokak magandalarına rahmet okutacak bir ruh durumuna girebiliyor.
Ve kişisel sosyal medya deneyimimin bana gösterdiği bir şey var ki, bunlarla mücadele edebilmenin tek yolu mesajlarını silip takip etmelerini engellemek.
Ben öyle yapıyorum!
Bu bir bakıma o tipin kafasına bir silah dayayıp, tetiği çekmek gibi: Sonsuza kadar yok olup gidiyorlar hayatınızdan!
Türk asıllı Alman oyuncu Sibel Kekilli bu yolu seçenlerden.
Instagram'daki taciz mesajlarından o kadar yılmış ki Türkiye'den takip edilmesini engellemiş. "Türklere veda" mesajında şöyle diyordu:
"Tehditlerinizi, istismarlarınızı ve iğrenç cinsel içerikli mesajlarınızı daha fazla tolere edemeyeceğim.
Bağnaz, ikiyüzlü ve nefret dolusunuz. Size acıyorum, lütfen defolun gidin." Oyuncu Hande Subaşı da hakaret mesajı alan ünlü kişilerden.
"Ben iyi bir insan olmaya çalışıyorum" diye anlatıyordu kibarca: "Takibi bırakırsanız sevinirim."
Sex and The City'nin yıldızlarından Kristin Stewart da bu konuda illallah diyenlerden.
Yaşlandığını ve artık iyi görünmediğini yazanlara şu yanıtı vermiş: Hepinizin canı cehenneme!
Sosyal medyada hiç tanımadığı insanlara hakaret yağdıran, kadınları taciz eden yaratıkların nasıl bir ruh durumuna sahip olduklarını gerçekten çok merak ediyorum.
Bir ‘araştırma ülkesi' olmadığımız için bunu belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ama genellemelerle tahminde bulunmak mümkün tabii.
Gündelik hayatlarındaki ilişkilerinde, iş hayatında ya da cinsel yönden kendisini yetersiz hisseden insanlar olmalı bunlar.
Bu yetersizliklerini, ünlü kişilere hakaret edebileceklerini göstererek örtmeye çalışıyorlar sanırım.
Bu "kamuya açık taciz" olaylarının en büyük kurbanları da kuşkusuz ki Hazal Kaya gibi her zaman göz önünde olan kadın oyuncular.
Bu alemde "güzellik baskısı" diye bir şey varsa, bu baskı en çok da kameraların önünde olan genç kadınların üzerinde olmalı.
Ve onların bu konuda çok hassas olmalarının nedenini de kolayca anlayabiliriz.
Denemek istiyorsanız ve elbette buna cesaret edebilecek kadar yürek yediyseniz en yakınınızdaki kadında bir kusur bulun.
Mesela deyin ki "tatlım, burnun biraz karga mı?"
Bu kadarına cesaret edemem diyorsanız şunu deneyin: Güzel kuşum, gözlerinin kenarında kaz ayağı var!
Evet, doğru da bulsak, yanlış olduğunu da düşünsek, kadınların üzerinde bir güzellik baskısı var ve bu durum en çok da hayatını sahne sanatlarından kazanan kadınlar için geçerli.
Ama evrende her şey sonsuz bir akış içinde değişiyor, zamanın insan bedeni üzerindeki etkisi bunu en somut olarak görebileceğimiz bir durum.
Yunan mitolojisinin "İlk Tanrılar Kuşağı" Titanlardan Hyperion'un, Theia ile evliliğinden üç çocuğu olmuştu: Helios (Güneş), Eos (Şafak) ve Selene (Ay).
Helios her sabah doğudaki Hint ülkesinden hızlı bir arabayla yola çıkar ve akşam batıda okyanusa varırdı.
Orada yer, içer, dinlenir sonra çanak biçimindeki kayığına binerek Hint ülkesine geri dönerdi. Sabah, kız kardeşi Eos'un açtığı kapıdan arabasıyla çıkarak aynı yolculuğu tekrarlardı.
Helios'un dinlenmeye çekildiği saatlerde Selene, gümüş rengi elbisesiyle ortaya çıkardı. Selene çok güzel bir tanrıçaydı. Bembeyaz kanatlara ve beyaz parıltılı ışıklar saçan bir taca sahipti.
Gün boyunca elbisesiyle yıkandığı bir ırmaktan göğe doğru yükselirdi.
Görüntünün bir hayli erotik olduğunu tahmin edebilirsiniz: Saçlarından sular damlayan, ıslak elbisesi vücuduna yapışmış bir kadın!
Bir de Çoban Endymion vardı ki gerçekten saf birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Zeus, ölümsüz olmak isteyen Endymion'u kandırmış ve onu hiç uyanmayacağı bir uykuya yatmaya ikna etmişti.
Selene bir seferinde gökte dolaşırken, bir mağarada uyuyan Endymion'u fark etti, âşık oldu.
Her gece usulca Endymion'un koynuna girdi ve onu sonsuz öpücüklere boğdu.
Bu aşk macerasının sonunda Selene'nin tam 50 çocuğu oldu.
Bugünkü aklımızla deli saçması olarak yorumlayabileceğimiz Selene ile Endymion öyküsü, değişmeden, olduğun gibi kalabilmenin ancak ölüm ile mümkün olabileceğini anlatıyor.
İyi ki yaşıyoruz ve yaşlanabiliyoruz.
Aynaya hiç bakmasam, kendimi çıkıp sahada futbol oynayabilecekmiş gibi hissedebiliyorum.
Aynaya bakmasanız, siz de yılların yüzünüzde bıraktığı izleri göremezsiniz.
Ne önemi var?
Önemli olan sizi seven insanın sizi nasıl bulduğudur.
Göz kenarındaki bir kırışıklığın bile eğer o kadına aşk ile bağlıysanız ne kadar değerli olduğunu bilirsiniz.
O küçük çizgicik, size ortak geçmiş bir hayatı hatırlatır çünkü.
Aradan kaç yıl geçerse geçsin, vücudunda ne türden değişiklikler olursa olsun, onun sizde, sizin onda gördüğünüz "şey" değişmez çünkü.
Esasen, insan kafasında yarattığı bir hayale âşık olur ve hayaller hiç yaşlanmaz!
Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.