Dün TBMM’de bir tartışma yaşandı, kavgaya ramak kaldı.
Bu cümleyi yazdıktan sonra kendimi tebessüm ederken yakaladım.
Belki siz bunu okuyunca beni ayıpladınız ama bu durumdan zevk alan "müstehzi" bir tebessüm değildi.
Tam tersine, onaylayıcı bir tebessüm sayılabilir çünkü bu tartışma sayesinde TBMM’nin halkımızı gerçekten temsil ettiğine bir kez daha inandım.
Sokaklar, caddeler her an patlamaya hazır tiplerle dolu, eminim farkındasınız.
Metrodan inerken, binenlerden biri size her an kafa atabilir gibi bakabiliyor.
Yolda yürürken kimseyle göz teması kurmayın, her an "Ne bakıyorsun, maymun mu oynuyor" diye üzerinize saldırabilirler.
Trafik tartışmalarında yumruk terk edileli çok oldu. Beyzbol sopası, bıçak, tornavida, tabanca kurşunu arasında seçim yapma hakkınız devam ediyor ama! Bir arkadaşım bir trafik kavgasında balyoz kullanıldığına bile tanık olduğunu anlatıyordu geçen gün.
Onun için bir söz üzerine TBMM’nin böyle karışması, memlekete hakim olan gerginliğin bir devamı olarak görülmeli ve bundan da mutlu olmalıyız.
Demek ki milletvekilleri, seçildikten sonra toplumla bağlarını kesmiyorlar, aynı gerginliği TBMM’de de yaşamaya devam ediyorlar.
Dünkü kavganın nedeni CHP’li Engin Özkoç’un, AKP’li Özlem Zengin için "Bu kadına haddini bildiriniz" demesi.
Kıyamet koptu ve ülkemizin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı, mahalle kavgasında "vur vur" diye kavgacıları gaza getiren tipler gibi, körüğü kaptığı gibi kürsüye fırladı.
Engin Özkoç’a "Ahlaksız edepsiz" dedi, "Cezasını çekecek" diye parmak salladı.
Kürsüdeki öfkeli halini görünce "Acaba Özkoç’u korumalarına mı dövdürecek" diye düşünmedim de değil.
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanlığı korumaları da aşırı gerilmiş keman yayı gibi tiplerden oluşturuluyor, yan bakan sopayı yemekle kalmıyor, bir de karakolu boyluyor.
Cumhurbaşkanı’nın her an patlamaya hazır bomba olması da ilginç tabii.
Bu memlekette kavga edenleri sakinleştirmeye çalışan bir kişi de olmaz mı? Gerçekten acayip bir ülkede yaşıyoruz, Cumhurbaşkanı’nın bile öfkesi burnunda!
Her neyse, Özlem Hanım, Bülent Ecevit’i aşağıladığı konuşmasının ardından Koç’un müdahalesi ile karşılaşıp, tartışma da büyüyünce şöyle konuştu:
"Bizim yaralarımız var. Bu kelimelerin bizde geriye dönük nasıl bir yaraya değdiğini, nasıl kanattığını anlatamam. Başörtüsü bizim hayatımızın mücadelesi olmuştur. Bu konuyu küçümseyen herkes karşısında bizi bulur."
Demek ki neymiş? Bazı kelimeler, bazı kişilerde geriye dönük bazı yaralara dokunduğu için daha dikkatli olmak, bu hassasiyetlere saygı duymak gerekiyormuş!
Başta genel başkanları olmak üzere AKP yöneticileri, milletvekilleri falan bunu duydular mı acaba?
Duyduklarına eminim ama bundan kendilerine bir sonuç çıkarıp, başkalarının hassasiyetlerine saygı göstermelerini beklemiyorum.
Hep yaptıkları gibi böyle bir saygılı tavır içinde olmayacaklar.
Çünkü onlar hassasiyetlere sahip olabilirler ama bizler olamayız.
Bizlerin değer verdiği her şeye hakaret edebilirler ama siz onlara yan bakamazsınız.
Maalesef kendileri için normal gördüklerini, başkaları için kabul edemiyorlar.
Mesela Özlem Hanım dün şunu da söyledi:
"Burada konuşulanlar tarihe not düşülmektedir. Eğer siyasetin içerisinde milletvekili olarak, grup başkanvekili olarak, başbakan olarak, cumhurbaşkanı olarak varsanız, hayatta hesap verdiğiniz kadar öldükten sonra da onun içerisindesinizdir. Rahmetli İnönü’den de bahsediyoruz ve iyi yaptığı işlere ‘iyi yaptı’ diyebiliyoruz. İnsanlar vefatından sonra tabu haline gelmiyor. Bu nedenle de hiç kimseden nasıl konuşacağım konusunda nasihat alacak değilim."
Özlem Hanım, tarihi kişilikleri bile eleştirirken nasıl konuşacağına kendisi karar verebiliyor ama başkası bunu yaparsa "bedelini öder sopası" da kapının ardında duruyor!
Ne diyeyim, Allah ıslah etsin!
Belki günün birinde onlar da bizlerin hassas olduğu konularda saygılı olmayı öğrenirler.
Öldürülmüş çocukların analarına, toplandıkları meydanda bombalanarak ölenlere hakaret etmeyerek başlamayı denemek isterler mi acaba?
* * *
AKP yöneticilerinin "hassas" olduğu ve "hassas olmadığı" meseleler var.
AKP yöneticilerinin hassas olduğu meselelerde herkes hassasiyetini belirtmek zorunda.
Mesela geçenlerde akli dengesi bozuk bir kadın, bir türbanlı genç kadına durduk yerde saldırdı.
Herkes bu davranışı eleştirdi. Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere.
Ruhsal sorunları olan bir kadının saldırısı var ortada. Arızi bir saldırı bu yani.
Sistematik değil, toplumun bir kesimi tarafından hoşgörüyle ve beğeniyle karşılanan, desteklenen bir tutum hiç değil.
Beklendiği gibi başta AKP Genel Başkanı olmak üzere, bu partinin yetkili kişileri bu olayın üzerine gittiler.
Sanki bu tür olaylar ayın her günü, orada burada gerçekleşiyormuş gibi bir tavır takındılar. "Bedelini ödeyecekler" nutukları aldı başını gitti.
Aile Bakanı Zümrüt Selçuk, saldırı kurbanını telefonla aradı, bakanlığın davayı takip edeceğini söyledi.
Bir saldırı kurbanı kadına sahip çıkılması olumlu bir tutum ama tutarlılık da aramayın.
Bu olaydan iki gün sonra İzmit’te bir kadın öğrenci, bindiği otobüsteki bir erkek tarafından giyim şeklinden dolayı taciz edildi.
Genç kadının yanına oturmasına izin vermeyen kişi, genç kadın karşısına oturduğunda ise "Senin değerli bir hazinen olsa saklamaz mıydın? Karşımda oturma kalk, gözüm sana kayıyor" dedi.
Genç kadın bunu Twitter hesabından paylaştı.
O gündür bugündür devlet ricalinden tık yok. Aile Bakanı da genç kadını aramadı. Belli ki davasını da takip etmeyecekler.
Neden? Otobüsteki öküzün hassasiyetlerini paylaştıkları, genç kadının hassasiyetini paylaşmadıkları için mi?
Tersi olsaydı, otobüste giysisi nedeniyle taciz edilen türbanlı bir genç kadın olsaydı böyle mi davranırlardı?
Öyle olsaydı, yeri göğü birbirine katacaklarını hepimiz biliyoruz.
Çünkü her konuda olduğu gibi memleket insanlarının hassasiyetleri konusunda da ayrımcılar.
Artık böyle bir toplumda yaşıyoruz: Bazılarının hassasiyetlerini herkes kabul etmek durumunda, bazılarınınkine kimse aldırmasa da oluyor.
* * *
La Rochefoucauld, aşk romanları olmasa aşkın bilinemeyeceğini söylüyor.
Ve La Rochefocauld’ya bir ek yapmak isterim: Polisiye romanlar olmasa insan ruhunu anlama ve kavrama konusunda çok önemli bir destekten mahrum kalırdık.
İyi yazılmış bir polisiye roman okuyan herkes bunu bilir.
İyi polisiye, iyi edebiyattır ve Dashiell Hammet, George Simenon, Patricia Highsmith görmezden gelinebilecek yazarlar değil.
Takma isimlerle polisiye yazan Peyami Safa ve Kemal Tahir’i anarken günümüzün önemli polisiye yazarı Ahmet Ümit’i de unutmayalım.
Bu Cuma ve Cumartesi günü Pera Palas’ta 5. İstanbul Kara Hafta Festivali var.
Sadece polisiye edebiyatına meraklı olanların değil, bütün edebiyat meraklılarına ilginç gelecek bir festival bu. (22 ve 23 Kasım’da 14.00 – 19.00 arasında.)
Hitchcock’un 120. yaşını kutlayan bir panel ile başlayacak etkinlikte "Geleceğin Suçları" ve "Sıra dışı katiller ve dedektifler" gibi ilginç konular tartışılacak.
Deniz Bank’ın ana sponsorluğunda düzenlenen festivaldeki etkinlikleri izlemek için her hangi bir ödeme yapmanız da gerekmiyor.
İlginizi çekebilir diye haberiniz olsun istedim.