Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hayat pahalılığının nedenlerinden birinin de stokçuluk olduğuna inanıyor.
Kendisi bu işlerin "kitabını yazmış bir iktisatçı" ama bana sanki "stokçuluk" ile tarımsal üretimin dönemselliğinden kaynaklanan sorunları karıştırıyor gibi geldi.
Malum, mesela patates dediğin tarladan günlük tüketim ihtiyaçlarımıza göre toplanamıyor.
Diyelim ki Türkiye'de yılda 100 birim patates üretiliyor olsun; bunun 100'ü de bilemediniz iki – üç hafta içinde hasat ediliyor.
Ancak biz hepsini bir günde tüketemiyoruz. Onun için de patates mecburen depoya giriyor, pazarın ihtiyacına ve talebe göre tezgâha çıkıyor.
Bana öyle geliyor ki Erdoğan da bunu stokçuluk zannediyor ama aslına bakarsanız bu tür "depolama hizmetleri" de üretim sayılır.
Neyse, konumuz da zaten bu değil.
Erdoğan, stokçulukla mücadele konusunda şunu söyledi:
"Ekranları başında bizi izleyen milletime sesleniyorum; stokçulara bu ülkeyi biz mezar edeceğiz. Stokçuluk bizim dinimizde haramdır, bunu yapamazsınız. Yapanlar varsa bunun bedelini ödeyeceklerdir. Osmanlı bunun bedelini ağır ödetti, biz de ödeteceğiz. Birinci derecede Ticaret Bakanlığı olmak üzere bunların üzerine üzerine gideceğiz."
Şimdi sorumuz bu: Stokçulukla mücadeleyi, İslam dininin bir gereği olarak mı yapacağız, yoksa ülke ekonomisinin olağan işleyişini bozan bir faaliyet olduğu için mi?
Günümüzde bunun din ile ne ilgisi var?
Hatırlarsınız, döviz cinsinden işgücü fiyatını minimize ederek ihracatı canlandırmayı hedefleyen iktisat politikasını yürürlüğe sokarken de şunu söylemişti:
"Bu görevde olduğum sürece, kusura bakmayın faizle mücadelemi sonuna kadar, enflasyonla mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim. Şunu bilmemiz lazım, bu konuda nas ortada. Nas ortada olduğuna göre sana, bana ne oluyor? Biz değerler silsilemiz içerisinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız, ona göre de adımımızı atacağız."
Erdoğan, bu sözleriyle, faizle mücadeleyi de bu durumda ekonominin sorunlarını çözmekten daha çok dinin bir gereği olarak ortaya koyuyor.
Laik bir ülkede, ekonominin dini kurallara göre yönetilmeye çalışılmasının acayipliği konusu çok önemli ama şimdilik bir kenara bırakalım.
Laiklik ucundan, kenarından böyle böyle tırtıklanıyor, bunu aklımızda tutalım.
Bugünün karmaşık ekonomik meselelerini, belli bir dönemde "dondurulmuş" fıkıh hükümlerinden yola çıkarak tanımlamaya çalışmak, dinin arkasına saklanma çabasından başka bir şey değil.
Ve bu tarih boyunca da böyle oldu.
İslam ülkelerinde, yöneticiler ne zaman ülkelerini yönetemez hale geldilerse, davranışlarına dini gerekçeler yarattılar.
Dinin hükümlerini eğip, bükerek tutumlarına halk nezdinde meşrutiyet kazandırmaya çalıştılar.
Akif Beki geçenlerde Karar'da yazdı.
"Abbasi halifelerinin isimleri Harunürreşid, Emin, Me'mun diye giderken bir yerden sonra değişiyor. Lillah'lı, Billlah'lı olmaya başlıyor. Muktedir-Lillah, Kadir-Billah, Kahir-Biemrillah, Mütevekkil-Alellah gibi."
Bugünkü durumumuz da aynen buna benziyor.
20 yıldır iktidarda olan yönetici, işler iyi giderken ne nas hatırlıyor ne stokçuluğun dinen caiz olmadığını.
Ne zaman ki kendi yarattığı acayip bir iktisat teorisi nedeniyle ülkenin bütün dengeleri alt üst oluyor, o zaman beceriksizliklerine, başarısızlıklarına, bilgisizliklerine dini ortak etme arayışı başlıyor.
Ondan sonra da merak ediyorlar, bu ülkede deistlerin sayısı neden artıyor diye!
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, vatandaşın hayat pahalılığı sıkıntısını gidermek için sihirli bir formül buldu.
Biliyorsunuz kendisi de "iktisat" hocası ama konuyla ilgili olarak Erdoğan'ın yazdığına benzer bir kitabı var mı, bilmiyorum.
İnternetten baktım, konuşmaları filan kitap yapılmış ama başka bir şey bulamadım.
Bahçeli, hayat pahalılığına karşı bulduğu formülü şöyle açıkladı:
"Mal ve hizmet üreten, satan, pazarlayan firmalarımızın, şirketlerimizin, kurumlarımızın toplumsal rahatlama adına, temel ihtiyaçların fiyatlarında yüzde 2 ile yüzde 5 arasında indirime gitmeleri milli birlik ve dayanışmamızın manevi harcıdır."
Bu formülün nasıl bir ucuzluk yaratacağını tam olarak anlamak zor ama madem böyle bir formül var işe kamu kurumlarının üretip, sattıkları ile başlayabiliriz.
Ancak ondan da önemlisi bütün halkımız bu jesti, MHP lideri ve arkadaşlarından da bekler gibi geliyor bana.
Milletvekili olanlar milletvekili yolluk ve ödeneklerinin, belediye başkanı olanlar da belediye başkanlığı maaşlarının yüzde 5'ini Hazine'ye bağışlasalar, "milli birlik ve dayanışmamızın harcına" küçük de olsa bir katkıda bulunmuş olmazlar mı?
Başkalarından fedakârlık beklerken, kendileri de fedakârlık yapsa, bu çağrı daha anlamlı olur diye takıldı aklıma.