Libya’ya asker gönderilecek ve bu askerlerin orada kalışının süresini, o süre içinde neler yapacaklarını ve neleri yapamayacaklarını Cumhurbaşkanı belirleyecek.
Aslına bakarsanız gereksiz yere uzun bir cümle oldu bu.
Doğrusu şu olmalıydı: Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete!
Recep Tayyip Erdoğan, kendisini askeri stratejist ve mareşal zannettiğinde başımıza en son Suriye belasını açmıştı.
Hayırlısıyla bir hafta içinde, hadi bilemedin iki haftada Şam’da Emevi Camisinde cuma namazına duracaktık.
Hutbe, Erdoğan adına mı okunacaktı, orası belirsiz bırakılmıştı.
Hatırlarsınız, bazı 'sivil generaller' havuz paralarıyla beslenen kanallarda ellerini kollarını sallayarak bağırıyorlardı: Tanklarımız bir yürürse, Esad kaçacak delik arar!
Yapmayın, etmeyin dedik, dinletemedik.
Ve şimdi elimizde 3 milyon 571 bin Suriyeli göçmen var, yaklaşık 200 küsur bini de yolda, eşyaları toplamış sınıra doğru geliyorlar.
Ve bugüne kadar hangi işe böyle el attıysa sonunu iyi getiremeyen bir tek kişi, askerlerimizi Libya’ya gönderiyor.
Sınırı, kapsamı ve süresini tek başına belirlemek üzere, TBMM’den yetki de aldı.
Derdi Libya’daki Müslüman biraderler iktidarını korumak ama bu Türkiye kamuoyuna elbette "Türkiye’nin milli çıkarları" palavrasıyla satılıyor.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki milli çıkarlarını korumak, Libya’da daha ne kadar orada kalacağı belirsiz bir hükümete kaldıysa, yandı gülüm keten helva!
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki milli çıkarlarını korumak istiyorsanız yapmanız gereken bir tek şey var: bölgedeki düşmanların sayısını azaltacaksınız!
Suriye, Ürdün, İsrail, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar!
Türkiye’nin dış politikasını, ideolojik körlükleriniz nedeniyle soktuğunuz çıkmaz sokaktan çıkarmanın yolunu bulacaksınız ki Libya’nın resmi yönetimiyle yaptığınız anlaşmanın da bir anlamı, olabilsin.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın söylediği söze bakın:
"Sonunu çok fazla düşünen kahraman olamaz."
Belli ki kendisinin bir Bedevi kabilesinin değil gelenekleri olan bir devletin yöneticisi olduğunun bile farkında değil, Kurtlar Vadisi özentisi ile konuşuyor.
Kahraman olma peşinde koşarken yanacak canlar bu milletin evlatları olacak ama.
Şurası çok açık: Türkiye’nin imkanları ve askeri kapasitesi, denizaşırı bir askeri harekatı yapmaya da sürdürmeye de yeterli değil.
Havadan koruyamayacağınız, denizden takviye edemeyeceğiniz, askerlerimizi ateşe atıyorsunuz.
Ve unutmayın, kahraman olma hevesiyle macera peşinde koşarken arkanızdan teneke çalınması ihtimali de çok fazla.
* * *
Van’ın Çatak ilçesinde bir lisede bir erkek öğretmen, doğum günü kutlaması için bir kadın meslektaşına sarılınca olanlar oldu.
Söz konusu lisede görev yapan iki öğretmen, 'sarıldılar' diye doğum günü kutlayan iki öğretmeni okul müdürüne şikayet etti.
Okul Müdürü, Milli Eğitim Müdürlüğü’ne soruşturma açılması için yazı yazdı.
Müfettişler kadın öğretmene 'aylıktan kesme ve ilçe dışında başka okula gönderme' cezası verilmesini istediler.
Erkek öğretmene ise sadece ilçe dışına tayin cezası verildi.
Hep olduğu gibi bu konuda da kadın, daha ağır şekilde cezalandırıldı.
Çatak Kaymakamlığı da Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.
Allah'tan savcılıkta normal bir insan görev yapıyordu, takipsizlik kararı verdi.
Belli ki Çatak’ta bir tür 'vurun kahpeye' oyunu oynanmış.
Şu veya bu nedenle sevmedikleri iki öğretmeni, birbirlerini sarılarak kutladılar diye linç etmeye kalkışmışlar.
Milli Eğitim de aynı örümcek tarafından zehirlendiği için cezayı yapıştırmış.
Normal olarak şikayetçi öğretmenleri de, okul müdürünü de, soruşturmayı yürütüp, cezayı bastıran müfettişleri de, savcılığa ihbarda bulunan Kaymakamı da ciddi bir psikolojik – psikiyatrik kontrole almak gerek.
Belli ki bu arkadaşlar bastırılmış cinsel duygularının hezeyanları içinde sağlıklı karar alamıyorlar, sağlıklı değerlendirme yapamıyorlar.
IŞİD kafası, bastırılmış cinsellikle birleşince böyle oluyor demek ki.
Bu okuldaki çocukları korumak için acil önlemler almak da şart.
İki arkadaşın basit bir sarılmasından cinsel anlamlar çıkarabilen zihniyet, o küçücük çocuklara neler yapmaz ki?
* * *
Çorlu’daki tren kazasında yakınlarını kaybeden aileler ve avukatları Anayasa Mahkemesi önünde basın açıklaması yapmak isteyince, polis şiddetine maruz kalmışlardı.
Bizde polis dayağının üzerine mağdurlara bir de dava açmak adettendir, o dava da açıldı.
Yakınlarını kazada yitirenler ve avukatları bir de hapse atılacaklar ki Türkiye’de yaşadıklarını öğrensinler!
Yalnız bir sorun var: Galiba savcı da, iddianameyi kabul eden hakim de Anayasa Mahkemesi kararlarını takip etmiyorlar.
Mesela 2018 yılının 20 Temmuz’unda AYM şöyle bir karar verdi: Protesto gösterisine katılmayı cezalandırmak Anayasal bir hakkın ihlalidir.
2019 Mayıs ayında ise doğrudan bu konuyla ilgili bir kararı var: Valilik önü, çevresi, adliye için gibi basın açıklaması yapılamayacak bölge ilan edilen yerlerde basın açıklaması yapmak Anayasal bir haktır. Hizmet aksamıyorsa, açıklama yapma hakkı engellenemez!
Yani AYM, hizmeti engellemediği sürece kendi binasının içinde dahi basın açıklaması yapılmasını temel hak sayıyor ve engellenmesinin insan hakkı ihlali olduğunu kabul ediyor.
AYM kararlarını, savcılar ve hakimlere okutmak için her akşam mesaiden sonra özel kurslar mı açılsa acaba?