Türkiye bir süredir kapalı bir tek parti rejimiyle yönetiliyor.
İktidarın merkez çekirdeği içinde ne olup, bitiyor öğrenebilmek çoğu zaman mümkün olmuyor.
Kendileri çenelerini tutabildikleri sürece tabii!
Çünkü Ankara’da bunu bilebilecek durumdaki gazeteciler, gazeteci gibi değil partinin halkla ilişkiler elemanı gibi çalışıyorlar.
Onlar, öğrendiklerini –bildiklerini değil, kendi dar grup çıkarlarının gerektirdiğini yazdıklarından/yazabildiklerinden, nelerin dönmekte olduğunu anlayabilmek için biraz gözünüzü açmanız gerekiyor.
Tabii bizim Saray, “Alaturka Kremlin” olduğundan gerçek Kremlinologlar kadar uzman olmak da gerekmiyor.
Gençler hatırlamaz. SSCB döneminde, nomenklatura içindeki iktidar mücadelesi, belli işaretlerden çıkarılan sonuçlardan takip edilirdi.
“Pravda’da kimin fotoğrafı geçen seneye göre 1 santimetrekare küçülmüş, Bolşoy’un galasında, genel sekreterin arkasındaki otomobilden kim inmiş” gibi işaretlere bakarak, sonuçlar çıkaran Kremlin uzmanlarına Kremlinolog denilirdi.
Geçtiğimiz hafta Sabah gazetesinde bir yazar, Adalet Bakanlığı’nda FETÖ ile mücadelenin tavsadığını yazdı.
Hedefte Adalet Bakanı’nın ve HSK’nın olduğunu anlamak için allameyi cihan olmak gerekmiyordu.
Nitekim yazının yayınlanmasından hemen sonra Adalet Bakanı açtı ağzını, yumdu gözünü:
“Maklubeye kaşık sallayanlardan” söz etti, FETÖ ile mücadelenin tavizsiz sürdüğünü belirtti.
Ve herkesten önce Murat Sabuncu, Bakan’ın konuşmasının esasen Berat Albayrak’ı hedef aldığını, AKP içindeki kaynaklarına dayanarak T24’te yazdı.
Sonrasında da maiyet yazarı Cumhurbaşkanı’nın, Adalet Bakanı ile 3 kez görüştüğünü yazdı.
Maiyet yazarına göre Adalet Bakanı derdini anlatabildiği için mutluymuş.
Damat Bakan’ın, parti içinde de, hükümet içinde de sevmeyeninin çok olduğu bir sır sayılmaz.
Ama bir kişi sevdiği sürece onun açısından sorun yok, o zat da zaten kayınpederi oluyor.
Damat Bakan’ın birinci sıfatını gizli bir boşanma ile kaybettiği dedikoduları çıktı ama bunu bir diğer damadın teknoloji festivalinde çektirilen aile fotoğrafı tekzip ediyor.
Damat Bakan, bu iç iktidar mücadelesinde iki avantaja sahip. Birincisi, bu ilk sıfatı.
Diğeri ise kardeşi vasıtasıyla bütün besleme basını tek elden kontrol edebiliyor oluşu.
Besleme medyanın yazı işlerinden “medya dedikodusu” diye sızan haberler, neredeyse her haber başlığının ve her köşe yazısının kontrol altında olduğunu gösteriyor.
Ve yine bu vesileyle kontrol ettiği Pelikancılar var.
Bunlar Ahmet Davutoğlu’nun bir Saray darbesiyle devrilmesinde de çok önemli rol oynamışlardı ve deyim yerindeyse “kurdun dişine kan değdi bir kere”, artık arkaları sağlam olduğu sürece de durmayacaklar.
Şimdi sıra belli ki Adalet Bakanı’nda.
Adalet reformu gerçekleştirebilirse ciddi prestij kazanacak olan bakanı, bu iş gerçekleşmeden “bitirmek”, uzun vadeli parti içi iktidar mücadelesi için gerekli.
Damat Bakan, önüne çıkacak ya da bir şekilde sivrilip tehlike oluşturabilecek herkesi bu yolla temizleyecek, bunu söylemek falcılık ya da uzak görüşlülük sayılmaz.
Maiyet yazarının bildirdiğine göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP’nin hiç alışık olmadığı bu tartışmalar nedeniyle ciddi bir uyarıda bulunmuş:
“Mümkün olduğunca partinin iç politik tartışmalardan uzak durması lazım” demiş.
Ne kadar ilginç, değil mi?
Bir siyasi parti var ve bu partinin başındaki kişi, partinin siyasi tartışmalardan uzak durmasını istiyor!
Yoksa neresine güleceğimizi anlamakta zorlanacağımız bir Amerikan fıkrası mı bu?
AKP, giderek bir siyasi parti olmaktan uzaklaşıyor, bir aile kontrolündeki bir tür vakfa dönüşüyor.
Bana sormazlar ama ben yine de söyleyeyim: Bu partiyi bitirecek olan şey, Ali Babacan ya da Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı partiler olmayacak.
AKP’nin sonunu bu getirecek.
Bunlar sonunu getireceği için o partilerin de belki bir geleceği olacak.
AKP Milletvekili Binali Yıldırım’ın, dünyanın en başarılı iş insanları arasında gözü kapalı adını sayabileceğim oğlu ile New York uçağında çekilmiş fotoğraflarını gördüm.
Döndüler mi, gurbet elde yalnızlık çekmesin diye Reis’i mi beklediler, bilemiyorum.
Binali Bey’e sorduğum sorunun yanıtını ise hâlâ alabilmiş değilim.
Niye böyle yapıyor, anlayamıyorum.
Utanıp, çekinecek ne var?
Belki dönüş yolunda uçakta zaman geçsin diye yanıtları hazırlar diye, hatırlatmak istedim.
Sorduğum soru çok basit: Geliri belirli ve sınırlı bir memur ailesinde büyüyen çocuklar, hangi iş idaresi bilgilerini kullanarak bu muazzam serveti yapabildiler?
İlk işi kurarlarken sermayeleri ne kadardı?
Bu ilk işten ne kadar kar ettiler ki iş büyüdükçe büyüdü?
Kamu bankaları, kreditör olarak bu muazzam başarı hikayesinin her hangi bir yerinde bulundular mı? Kredi veren “şahıslar” oldu mu?
İnternette dolaşan bilgilere bakarsanız irili ufaklı yirmiden fazla gemileri var. Türkiye dışında kurulmuş şirketler var.
Bu başarıyı sağlayan temel iş yönetimi bilgisi nedir? Hepimize bunu anlatsalar, bu örnek olay, bütün gençlerimizin önünü aydınlatacak bir ışık görevi görmez mi?
Her şeyden önce bu sevap değil midir?
Ben bunları sormamışım gibi Binali Bey beni dava etti, kendisine hakaret ettiğimi ileri sürüyor.
Binali Bey’e şunu hatırlatayım ki ben kimseye hakaret etmem, hakaret edeni de sevmem.
Hâkim Hanım ya da Hâkim Bey çağırırsa duruşmaya gideceğim tabii.
Kayda geçsin, adalet sistemimizin tozlu sayfalarında bulunsun diye bu soruları orada da soracağım.
Anlayamadığım şey, bu sorulara yanıt vermek yerine dava açmayı tercih etmeleri.
Bakın Binali Bey, mahkemede ne olursa olsun, ne kadar zaman geçerse geçsin, bu sorular peşinizden gelecek.
Taa ki doğru dürüst bir yanıtını alana kadar! Yanıtlayın kurtulun derim.