Gıda mühendisi Dr. Bülent Şık’ın açıkladığı araştırmanın sonuçlarını hatırlatayım önce:
Kocaeli, Ergene Çayı havzası (Kırklareli, Tekirdağ ve Edirne) ve Antalya’da, çeşitli gıdalar ve içme sularında insan sağlığına zarar verecek ölçüde pestisitler (böcek ilaçları), ağır metaller, poliaromatik hidrokarbonlar gibi toksik bileşiklerin yüksek düzeyde kalıntıları tespit edildi. Bazı yerleşim bölgelerindeki suların kurşun, alüminyum, krom ve arsenik kirliliği nedeniyle içilemez durumda olduğu belirlendi.
Ve Dr. Şık’a bu bilgileri açıkladığı için dava açıldı, 5 yıldan 12 yıla kadar hapsi isteniyor. İddianameye göre Bülent Şık, 'niteliği bakımından gizli kalması gereken' bilgileri temin ederek Cumhuriyet gazetesinde yayımladı.” Bu bilgilerin 'halktan gizlenmesine' kim karar vermiş? Sağlık Bakanlığı. Neden bilgilerin gizli kalması gerekiyormuş? Halk, kanserojen gıdalar tükettiğini fark ederse paniğe kapılırmış, ihracat aksarmış vs. Yani Sağlık Bakanlığı yetkililerine ve Savcı Bey’e göre halkın kanserojen gıdalara maruz kalması değil, bunu bilmesi daha tehlikeli! Normal olarak böyle bir durumda bakanlığın yapması gereken iş araştırmayı daha da genişletirken, ilk bulgularda işaret edilen tehlikeleri giderecek önlemleri almak olmalıydı. Ama bu sadece ve sadece demokrasilerde olur arkadaşlar. Kapalı rejimler, halkın bu tür bilgilere ulaşmasını istemezler. Kapalı rejimler için önemli olan rejimin selametidir, halkın selameti, sağlığı değil. Yöneticilerimiz belli ki halktan böyle önemli bir bilgiyi gizlemenin vicdani sorumluluğuna da sahip değiller. Böylece Türkiye’deki rejimin ana karakteri hakkında bir veriye daha sahip olmuş bulunuyoruz.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın insanüstü güçlere sahip bir efsane kahraman olduğuna artık iyice inanmaya başladım. 'Marvel karakteri gibi' demeyeceğim, çünkü belli olmaz, bakarsınız birileri bundan başka manalar çıkarır. Çünkü bu karakterlerin de iyisi var, kötü huylusu var, 'anti' olanı var vs. Gençlik ve Spor Bakanı Yardımcısı Hamza Yerlikaya, dün futbol hakemleri seminerinin kapanışında yaptığı konuşmada şunu söyledi:
“Siz maçı yönetiyorsunuz, bir de Cumhurbaşkanımız an be an elinde cep telefonu ile izliyor. Her anı, pozisyonu böyle tek tek inceliyor. Cumhurbaşkanımızın önderliğinde bu şikayetleri hep birlikte engelleyeceğiz. Birlikte Türk futbolunu daha iyi yerlere getireceğiz.”
İşte 'insanüstü güçlere sahip' dememin nedeni bu. Bir yandan devleti yönetiyor. Bir yandan adliye ona bağlı, kime ne dava açılacak, iddianame nasıl olacak, kim kaç gün tutuklu kalacak, ona karar veriyor. Diğer yandan her gün o salon senin, bu meydan benim uzun konuşmalar yapmak durumunda! Maşallah çocuklar büyüdü ama torunların ödevlerine yardım da gerekiyor. Öte yandan 'had bildirme' sorumluluğu da omuzlarında ki haddini bilmeyenden daha çok ne var ki bu ülkede? Sadece ülke olsa iyi, dışarıya da yetişiyor maşallah. 'Bedel ödetme' işi de onda. Yetmiyor, kupon arazi satışı, ihalelerin nasıl dağıtılacağı gibi ağır sorumlulukları da var. Ve bunca işin arasında bir de bütün maçlardaki pozisyonları tek tek inceliyor! Bir tür VAR gibi ama ondan daha iyi olduğu da kesin. Allah yardımcısı olsun diyeceğim ama bir yandan da aklıma takılmıyor değil: Her işi siz yaptığınıza göre bu danışmanlar ordusuna neden maaş ödüyoruz? Her şey size sorulduğuna göre bakanlara ne gerek var? Bu kadar savcı-hâkim, mühendis, doktor vs. gereksiz değil mi?
Geçtiğimiz Cuma günü Kayseri Hacılar’da okulundan evine dönmekte olan 2 çocuğa sahipsiz 25 köpek saldırdı. 14 yaşındaki Mehmet Özer olay yerinde öldü, arkadaşı Hacı Ali Tuğrul yaralı olarak hastanede yatıyor. O günden beri takip ediyorum, bir tepki yok. Hacılar Belediye Başkanı, utanmadan nasıl insan içine çıkabiliyor, merak ediyorum. Tersi olsaydı, 14 yaşındaki Mehmet ile arkadaşı Hacı Ali, bir köpek yavrusunu taşlayarak öldürmüş olsalardı, sosyal medyada nelerin yaşanabileceği gözümün önünde canlanabiliyor. Hatta bundan derin sosyolojik tahliller çıkaranlar bile olacaktı. “Biz ne zaman böyle olduk” filan diye ağlaşanlar da! Ama melek yüzlü Mehmet Özer’in adını ağzına alan yok. Neden? Hayvanseverlerin oluşturduğu sosyal baskı gruplarının sesinin daha çok çıkmasından mı? Bu konuda bir şeyler söylersek sosyal medyada linç ediliriz korkusundan mı? “Mehmet Özer meşhur birisi olsaydı kıyamet kopardı” diyecek olanlara da hatırlatayım ki Lucca’nın sahibi Cem Mirap da benzer bir saldırıdan tesadüfen canını kurtardı. Ulus Parkı’nda koşarken 5-6 sahipsiz köpeğin saldırısına uğrayan Mirap’ın bacağındaki ısırıklara 8 dikiş atıldı. Isırıklardan biri iki santim aşağıdaki atar damarına gelmiş olsaydı, bugün Cem’den söz ederken “Allah rahmet eylesin” diyorduk. Şimdi “Allah uzun ömür versin” diyebiliyoruz, şanslı olduğu için! O gün de bu konuda herkes üç maymunu oynadı. Belediyelerin temel görevleri arasında insanların sağlıklı bir çevrede yaşamalarını sağlamak var. Bunun için yapması gereken işlerden birisi de sahipsiz hayvanların sokakta başı boş bırakılmaması. Sahipsiz hayvanların barınaklarda korunması, bakımlarının sağlanması, dileyenlerin bu hayvanları sahiplenmesi lazım. Belediyeler hayvanları toplayıp, bir başka belediyenin sınırları içinde salıvermeyi marifet sanıyor. Topladıkları hayvanların sefil barınaklarda telef olup gitmesine de seyirci kalıyorlar. Hayvanseverlerin çoğunun hayvan sevgisi göstermelik. Kimse sorumluluk almıyor. Köpekler-kediler sokaklarda serbestçe dolaşabilsinler isteniyor ama bunun yaratabileceği sağlık sakıncalarını görmezden geliyorlar. Siz hiç medeni bir ülkede, şehrin içinde, sahipsiz köpekler tarafından parçalanarak ölen bir çocuk haberi okudunuz mu?