Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Afrika'dan dönüş yolunda "uykusunu iyice almış olarak" bir açıklamada bulundu.
Bu açıklamayı kağıttan okumadığını belirteyim.
Bu kez kağıttan okuma sırası kendisine gazeteci süsü verenlere gelmişti; ellerine yazılıp verilen soruları sordular.
Erdoğan'ın şu sözlerine dikkatinizi çekmek istiyorum:
"Bakın şimdi AİHM bir karar almış. Bu Kavala denilen Soros artığıyla ilgili olarak Türkiye'yi adeta burada mahkum etmek istiyorlar. 10 tane büyükelçi bu açıklamayı niye yapar? Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye'ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz?"
Osman Kavala'nın bizzat Erdoğan'ın talimatıyla hapiste tutulmaya devam edildiğinin ve bu zulmün bir süre daha süreceğini gösteren sözler bunlar.
"Soros artığı" gibi tanımlamalarını geçiyorum.
Türkiye gibi bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamına seçilmiş bir kişinin daha sofistike olmasını beklerdim ama bunun boş bir bekleyiş olduğunu artık biliyoruz.
Sonuç olarak mahalle kahvesinde pişpirik oynamıyoruz; bu tür ifadeler çocuklar için de iyi örnek oluşturmuyor.
Bunu her seferinde tekrar gözümüzün içine sokma gayretini nasıl yorumlamak gerekir, onu da bir kenara bırakıyorum.
Şu sözünün diplomatik olarak Türk dışişlerini zorlayacağını söyleyebilirim:
"Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz."
Bir kere bu bir "lüks" sayılmaz.
İkincisi böyle büyük sözler, laf olsun testi dolsun diye de söylenmez.
Bu sözün bir tek anlamı var, bildiri yayınlayan 10 büyükelçiyi "persona non grata – istenmeyen adam" ilan etmek.
Bunu yaparsanız bavullarını toplayıp, giderler. Onlar da bizim büyükelçileri geri gönderirler.
Erdoğan rejiminin istediği bu mudur?
Diplomatik olarak Doğu Akdeniz'de tek başına kalmışken, Suriye'de ABD ve Rusya'nın arasında sıkışmışken, Avrupa Konseyi'nden AİHM kararlarının uygulanmaması nedeniyle üyeliği askıya almaya varacak bir ceza tehdidi varken bu akıllı bir hareket olur mu?
Uçakta, karşınıza emme basma tulumba gibi kafa sallamaktan başka bir görevi olmayan gazetecileri alıp, böyle esip savurmak kolaydır.
Güç olan sözün gereklerini yerine getirmektir ki bunu yapamayacağını biliyoruz.
Erdoğan'ın gazetecilere yaptığı açıklamaları okurken canım hayli sıkıldı, özellikle şu yukarıdaki bölümünü okurken.
Fakat bu bölümün sonunda öyle bir şey söylüyor ki kahkahayı basmaktan kendimi alamadım.
O beni güldürdü, Allah da onu güldürsün diyor ve şu sözünün altını çiziyorum:
"Bizdeki yargı, bağımsızlığın en güzel örneklerini veriyor!"
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen gün basın toplantısında sorulan soruları, elindeki bir kağıttan okuyarak yanıtladı.
Böylece basın tarihinde yeni bir sayfa daha açılmış oluyor.
Soruları yazıp gazetecilere veren makam her kimse, yanıtları da yazıp Erdoğan'ın eline tutuşturuyor.
İlginç bir durum gerçekten.
Afrika gezisinin sonunda düzenlenen basın toplantısında da Erdoğan'ın uyuya kaldığı görülüyor.
Şimdiki hedef bu olmalı: Soruları yaz, yanıtları hazırla, uykuya engel olacak bir çare bul!
Bu vesileyle ben de sorularımı yazılı olarak buradan ilan ediyorum.
Bu demek oluyor ki yazılı yanıtlar da kabulüm, cami avlusunu boş yere işgal etmeyelim.
* Bir hakim ve bir savcı olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstererek kara para aklayan bir kişinin 150 milyon dolarlık bir mal varlığını kaçırmasını sağladı.
Bunlardan biri daha sonra ödüllendirildi ve Adalet Bakanı Yardımcısı yapıldı.
Söz konusu savcı ve hakim, bu kararı nasıl ve hangi teşvikin etkisiyle verdi?
Cumhurbaşkanı "yargı bağımsızlığının en güzel örneği Türkiye" dediğine göre siyasi baskı yapılmadığını, sadece çarkların yağlandığını mı düşünmeliyiz?
Niye bir yanıt vermiyorsunuz?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'dan bir mafya reisinin, bir politikacıyı maaşa bağladığını öğrendik ama adam kimdi hâlâ bilmiyoruz.
Savcı susuyor, Bakan susuyor, her gün kırk yerde konuşan iktidar partisinin yöneticileri susuyor.
Bu adam muhalefetten birisi olsaydı adını çoktan havuz medyasının manşetlerinden okumuş olurduk.
Demek ki iktidar partisinin bir üyesi.
Bu partinin kurucuları da dahil önemli üyeleri, partinin adının neye karıştığının farkındalar mı?
* Kendisine gazeteci süsü veren bir tip Sezgin Baran Korkmaz'dan 10 Milyon Euro istedi.
Bu parayı alınca Bakan Soylu ile Korkmaz'ı buluşturup, aralarındaki sorunu çözecekti.
Belli ki bu işte de bir çeteleşme var.
Bu 10 milyon Euro'yu kim alacaktı? Bakan'ın payına buradan bir şey düşecek miydi?
Bakan Soylu'nun, yurtdışına kaçmasından önceki gün Sezgin Baran Korkmaz ile görüşmesi ve bu görüşmede 2 de polis memurunun bulunması bu tür ilişkilerin sonucunda mı gerçekleşti?
* İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ankara ve İstanbul belediyelerinin elinden aldığı yolsuzluk dosyalarını neden saklıyor ve savcılığa göndermiyor?
Bakan'ın bu işten çıkarı sadece siyasi midir?
Yoksa yolsuzlukları yapanların ortağı mıdır?
Dosyaları geciktirerek, hakkında böyle bir kuşku doğması onu hiç rahatsız etmiyor mu?
* Erdoğan rejiminin en önemli müteahhitlerinden Rönesans'ın bir off shore hesabı üzerinden, 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent'i "bağış" olarak adını bilmediğimiz bir kişi ya da kuruluşa gönderdiği ortaya çıktı.
Bağış yapmak için off shore hesap kullanmak, daha önce hiç tanık olmadığımız bir durum.
Bu bağış kime gitti?