Amerikalı milyarder, Rockefeller için, 90'lı yaşlarının sonuna doğru yatağa düştüğünde her sabah içinde sadece iyi haberlerin olduğu bir gazete basılırmış. Tek bir nüsha!
Sadece iyi haberleri okusun ve hasta yatağında mutlu olsun diye!
O vakitten beri de birlerinin hoşuna gitsin diye basılan gazetelere "Rockefeller copy" deniliyor.
Öyle görünüyor ki şimdi de Damat Bakan Berat Albayrak için bu iş yapılacak ama bir farkı var, bütün medya böyle olacak!
Zaten Türkiye'de medyanın önemli bölümünü müteahhit havuzları ve kamu bankaları kredileriyle, bu hale çevirdiler ama demek ki bizler gibi "çıkıntılara" hiç tahammülleri kalmamış.
Sadece gazeteler değil, internet siteleri, televizyonlar da ekonomi ile ilgili iyi haberlerden başka bir şey yazmayacaklar ki millet ekonomi tıkırında diye düşünsün, mutlu olsun.
Damat Bakan da koltuğunda huzur içinde otursun.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, "ekonomi aleyhine algı oluşturmaya çalışanlara karşı hukuki süreç başlatılacağını" açıkladı.
Bakanlık orada da duramadı, hızını alamayıp, şunu da ekledi:
"Ekonomi aleyhine algı oluşturmaya çalışanlar ile terör operasyonunda algı oluşturmaya çalışanlar birbirinden farksızdır."
Lafı fazla dolandırmaya gerek yok, belli ki Damat Bakan'ın bakanlığı faşizm özlemi içinde yanıp tutuşuyor.
Bir kere bu soyut bir suç tanımı.
Böyle soyut bir suç tanımıyla, zaten siyasallaşmış bir yargı düzeniyle Türkiye'de neler olur, hayal etmemize bile gerek yok. Yaşadık, yaşıyoruz, biliyoruz.
Hem ne demek algı oluşturmak? Buna kim karar verecek?
Söz konusu olan şey ülkenin ekonomisi. Alınan bir ekonomik karar ile ilgili olarak iktisatçıların farklı düşüncelere sahip olmaları son derece normal.
Sosyal bilimlerde, fen bilimlerindeki gibi üzerinde herkesin mutabık olduğu kesinlikte görüşlerin oluşması mümkün değildir.
1 atmosfer basıncında, 100 derecede su kaynar! Bu kesindir, dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi ekole mensup olursanız olun, değişmez.
Ama iktisat bilimi böyle değildir. Kimisi moneteristtir, kimisi sosyalist. Meseleye farklı açıdan bakar. Farklı şeyler görür, farklı çözümler önerebilirler.
Şimdi Damat Bakan istiyor ki herkes onun gibi düşünsün!
Bunu istemesinin bir tek nedeni olabilir: İşler istediği gibi gitmiyordur onun için de konuşulmasını istemiyordur.
Konuşulmayınca etin kilosu 20 liraya inebilecekse, memnuniyetle susalım. Susarsak asgari ücret 7500 lira olacaksa, dilime acı biber de sürebilirsiniz.
Şunu söyleyeyim bu işe yaramaz.
Bu nedenle yapılacak soruşturmalar ve açılacak davalarla filan Kayınpederin pek de demokrat sayılmayacak imajı daha da bozulur.
Bir de merak ettim: Damat Bakan, eleştiri amacıyla yapılan fikir açıklamalarının suç olmadığını bilmiyor mu? Adalet reformu Meclis'ten çıkarken yoksa internetteki alış veriş sitelerinde ucuzluk mu takip ediyordu?
Not: Geçen gün bir okuyucum, Berat Albayrak'tan söz ederken niye "Damat Bakan" dediğimi merak etmişti. Başka merak edenler de olabilir diye buradan açıklayayım: Hangi sıfatının daha önemli olduğuna karar veremediğim için, "Damat Bakan" diyorum!
"Damat" olmasa, "Bakan" olabilir miydi, yaşadığımız bunca şeyden sonra o makamı koruyabilir miydi, bilmiyorum.
Hem damat olmak da ayıp değil, hepimiz kayınpederlerimizin – kaynanalarımızın damadı olmadık mı?
* * *
Göç İdaresi'nin, ABD vatandaşı bir IŞİD mensubunu, Yunanistan'a sınır dışı etme çabası, İçişleri Bakanlığı'na hakim olan çapsızlığın bir fotoğrafını çekmemizi sağladı.
Koskoca bakanlık, uluslararası hukuktan bu kadar mı habersiz olabilir, hayret etmemek mümkün değil.
Pazarkule'den Yunanistan'a gönderilmek istenen IŞİD'li, ABD vatandaşı olduğu için geri gönderildi. Adam bir süre ortada kaldı, sonra Türkiye'ye geri alındı.
Bunun böyle olacağını görebilmek için böylesine rezil olmak şart mıydı, anlayamadım.
Gazetedeki haberlere göre, bir "Türk yetkili" şöyle konuşmuş:
"ABD ve Yunanistan ile üçlü görüşme yapılacak, ABD'nin iadeyi kabul etmesi durumunda IŞİD'li ABD'ye sınır dışı edilecek."
Yunanistan'daki "yetkililer" ne demiş bilmiyoruz ama "ABD'li IŞİD'çinin sınır dışı işlemi için bizimle niye konuşacaklar" diye hala merak ettiklerine eminim.
İşin ilginci IŞİD'linin "ABD kabul ederse" iadesinin söz konusu olabileceğinin "bir Türk yetkili" tarafından açıklanmış olması.
Süleyman Soylu da, Recep Tayyip Erdoğan da hiç böyle konuşmuyorlardı.
Hani istediğimiz anda IŞİD'lileri kendi memleketlerine gönderebiliyorduk? Gönderebiliyorsak, ABD ile neyi konuşuyorsunuz, Yunanistan'ı işin içine niye karıştırıyorsunuz?
Hani "kapıları açar, hepsini Avrupa'ya salarız" diyordunuz, ne oldu?
Demek ki bu iş kahvehanede nutuk atmaya benzemiyor.
Uluslararası hukuk diye bir şey var ve Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti de olmadığına göre, işlerini bu hukuk çerçevesinde yürütmek durumunda.
Anlayabildiniz mi Süleyman Bey?
* * *
Kurucuları arasında, bir Saray darbesiyle devrilen eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da yer aldığı Bilim ve Sanat Vakfı, Şehir Üniversitesi isimli bir üniversite kurmuştu.
O günlerde Ahmet Davutoğlu henüz darbeye maruz kalmadığı için Şehir Üniversitesi'ne Dragos'ta bir arazi ve eski Tekel binası tahsis edilmişti.
Üniversite, fakülte binalarının inşası için Halkbank'tan kredi de almış, bu kredilere teminat olarak devlet tarafından kendisine tahsis edilen araziyi göstermişti.
Bütün bunların Ahmet Davutoğlu'nun Başbakan olmasından kaynaklandığını tahmin etmek zor değil.
Ama bu başka bir tartışma konusu.
Sorun şu ki Şehir Üniversitesi'ne tahsis edilen arazinin parsellerinden biri ile ilgili devir işlemi İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi.
Bununla ilgili Danıştay'daki dava sürüyor.
Ancak Halkbank, bu karar üzerine üniversitenin hesaplarına vs. haciz koydurmuş.
Üniversite elektrik, su, gaz faturalarını bile ödeyemeyecek durumda.
Davutoğlu'nun parti içindeki itibarı sürüyor olsaydı, büyük olasılıkla böyle bir durum ile hiç karşılaşılmayacaktı.
Hukuki süreç nasıl gelişir, kim haklıdır, bilebilecek durumda değilim.
Ancak, ortada kamu tüzel kişiliği kazanmış bir üniversite var.
Devletin kurumlarına güvenerek bu üniversiteye kaydını yaptırmış öğrenciler, eğitimi sürdürmek durumunda olan öğretim üyeleri var.
Bu tip olayların, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin mağduriyetlerine yol açmaması gerek.
Madem ki Türkiye Cumhuriyeti devleti bu üniversitenin kuruluşunu onayladı, 7080 öğrenci ve 758 akademik ve idari personelin haklarını korumak da devletin görevi olmalı.
Ahmet Davutoğlu'ndan nefret ediyor olabilirsiniz, o sizin sorununuz. Nefretinizin bedelini bu öğrencilere ve öğretim üyelerine ödetmemelisiniz.